Irmakların hep taşsın

Dilzar DÎLOK yazdı —

  • Figen’in dizelerinde kolektif kadın aklının ve yüreğinin bir kadında bedenleşmesine tanık oluyoruz. Tek bir kadını düşünemiyorsunuz onu okurken, tek bir insanı, bir’in kaygısını ya da bir’in yaşamını…

Bugünlerde karıncalar çıkıyor yoluma… Anlamamı umursamayan bir ivedilikle dönüp duruyorlar, yollara dizilip gidiyorlar patikalar boyunca. Küçük küçük ama hiç durmayan, karşılarındaki astronomik büyüklükteki nesnelere aldırmadan, hatta dönüp bakmadan devam ediyorlar yollarına. Onlara bakarken bir Yaşar Kemal’in karıncaları geliyor aklıma. Filler sultanının soykırımcı uygulamalarına karşı varlık ve özgürlük direnişini örgütleyen kırmızı sakallı topal karınca. Bir de Figen Yüksekdağ’ın dizelerinin arasında durup bizi izleyen karıncalar… Belki de onlar aynı karıncalardır. Ayak seslerini duyup duymadığımız anlamak için gelmişler ve bizi izliyorlardır. Onların ayak seslerini duymayı tümden yitirdiğimizde biliyorlar ki, insan olmayı yitireceğiz. Karıncaların ayak seslerini duyuyor muyuz?
Karıncaların ayak seslerine kulak kabartırken Figen’in şiirlerine bir daha veriyorum yönümü. Yıkılacak Duvarlar başlığında biraz duraksıyorum. Kiminde tekmeleyerek yıktığım duvarları, aştığım enkazları ve sağalttığım yaraları düşünüyorum. Hepsinin harcındaki umudu tanıyorum herşeye rağmen.
Figen’in yıktığı duvarları düşünüyorum.
Yolun yarısını çoktan geçmiş, düşünü kurmuş, omuzlamış, düşüncesini inşa etmiş ve inşa edilen en güzel düşüncelere yoldaş olmuş bir kadın Figen… ve şiirlerinde onun yıktığı duvarları bir bir görüyorsunuz.
Kadının yüreğinin bir dokuma tezgahından geçişini görüyorsunuz. Belki de ilmeklerin yüreğinize tane tane işlenmesini. Analar, genç kızlar, kadınlar, aşklar, devrim yolları ve tümden kadınların yüzü… Birdenbire kürt yurdunda çocuk doğurmaktan sabıkalı bir ananın gözlerini üzerinize mıhlanmış sanıyorsunuz. Kaldırıp başınızı bakıyorsunuz. Nerdeler… O gözler, yerinde birkaç güz bırakmış ve yoluna gitmiştir, veda rüzgarını hissediyorsunuz.
Kürtler “unutma illetine tutulmamanın” ceremesini çekerken, şiddeti her an bedenlerinde duyumsarken, kimilerinin gözleri yuvalarından çıkmaya az kala şiddeti durdururken gözbebekleriyle, kimileri can verirken şiddetin kırıntılarını alt ederken… Şiir şiir yaşar kimileri…
Kızarsınız kiminde Figen’e. Kızmalarınız onun şiirlerinin bitmemişliğidir. Hiçbir şiiri bitmemiştir. Okuyan her bir kişide bir yeni sözcük, bir yeni anlam ve bir dünya eklenir şiire. Kızmalarınız onun şiirlerinin bitmemişliğine bir kelime eklemenizdir.
“Alışmadık sevinci yürekte taşımak zor
Elimiz yüreğimizde, düşer kırılır korkusuyla” der şair.
Oysa siz, geç kalmış sevinçlere, bekleyişlerdeki yüreklere, yangın yeri avuç içlerinize ve kendisi kendiniz olan tarihe kızarsınız figen diye.
Tanrı bile veremezken ölüm fermanını, kim bizim zamanımızı belirleyebilir ölüm diye. İsyanlarınızın öylesine doğallaşmış olması, sizi oluşturan elementlerin çoğunun isyandan doğması anne babanızı yeniden tanıtlatır size.
Figen’in sesinden başka başka kadınların sesini duyarsınız. Kadınların sesinden yeni bir çağ doğar. Kadınlar kanaya kanaya ayakta doğururlar yeni bir çağı. O çağın düşü-düşüncesi kadıncadır.
Figen’in dizelerinde kolektif kadın aklının ve yüreğinin bir kadında bedenleşmesine tanık oluyoruz. Tek bir kadını düşünemiyorsunuz onu okurken, tek bir insanı, bir’in kaygısını ya da bir’in yaşamını… bir kadından öte bir anlatım var. Tüm kadınlar var. Söylenmemiş sözlerin manifestosu olan bir kalpten taşanların ırmağında kutsanırsınız. Hayatınızın tekmilini tutarken bulursunuz kendinizi.
Bir annenin yaramaz çocuğuna seslenişi gibi, bir kadının nazlı ama inatçı aşkına seslenişi gibi, bir özgürlük tutsağının özgür yaşamın varlığına kanıt bir yaşam tohumuna seslenişi gibidir. Okuyup bitirmişseniz, artık sizden bir parçadır o. İlginç bir şekilde kendinizi kitaptaki şiirlerin içine katmışsınızdır. Şiirleri de kendinize.
Belki de sayısız tanıklıklarını sıkıştırıvermiştir kimi dizelere, sözcüklere. Her satırda onun tanıklıklarının süzülüşünü duyumsarsınız. Her sözcükte onun yaşanmışlıklarının şahitliğine şahitlik edersiniz. Güneşi de duyumsarsınız, karanlığı da. Düşler kurar ama düşlerin içinde boğulup yitmez. Gerçeği görür gözünüz onun sözcüklerinde. Ama gerçek, pranga olup bağlamaz elinizi ayağınızı. Gerçektir işte. Düş kadar gerçek.
“Sen giderken bazı uzaklara - Bir yakınlık vardı aramızda” der Figen. Orda durur ve devamını siz tamamlamak istersiniz. Şiire ortak olursunuz, şiir olursunuz.
Tutuklu siyasetçiler zindan günlerinde yazdılar, çizdiler. Yazılanlarda sanatsal yanlar, öykülemeler da ortaya çıktı. Sanat ellerinden tuttu siyasetin. Figen Yüksekdağ da zindan günlerinde şiirler yazdı. Şiir, evrenin kadın diliyle anlatılmasıdır. Kadın imgeleriyle, kadın düşleri ve kadın gerçeğiyle anlatılması. Şiir bir evrendir. Kendinde yaşamın büyük dünyalarını bir sözcüğe sığdırabilmenin biricikliğini taşır “Yaşamı bilmiyorum, ben yaşadıklarımı sayarım” derken. Figen bu derinlikleri taşımanın nefesini taşıyor dizelerine. Sözcükleriyle bir yeni ufuk aralıyor şiirde ve yürekte.
Yüreğin hep böyle, şiirlerin gibi olsun Figen. Ölümsüzleşsin. Irmakların hep taşsın, karlı doruklara bakan yüreğin ve gözlerin hep ışıl ışıl olsun. Güneşin hiç batmasın. Yüksekdağ dorukları sana bir adımlık yol olsun. Takatin çok, yorulmaların az olsun. Derelerin hep dolsun, bereket hiç eksilmesin. Ve ırmakların hep taşsın…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.