Jeopolitik deprem ve Kürt sorunu
Dosya Haberleri —

Kürtler/Kürdistan
- Kürt sorunu neredeyse 200 yıllık bir sorundur. 100 yıllık Cumhuriyet döneminin yanlış iliklenen ilk düğmesidir. Coğrafyası stratejik, nüfusu göz ardı edilemeyecek denli büyüktür. Jeopolitik hesapların göz ardı edilemeyecek bir öznesi haline gelmiştir.
- Jeolojik deprem riski ne kadar ciddiyse, jeopolitik deprem riski de o denli ciddidir. Çoktan başlamıştır bile. Öncü sarsıntı ve kırılmaları Körfez Savaşı'na kadar götürülebilir. Önce Irak, 10 yıl sonrasında Suriye'ye ve Libya öncü sarsıntı ve kırılmalar olarak değerlendirilebilir.
- Devlet artık oyalamaktan, imha amaçlı planlardan ve fırsat kollamaktan vazgeçmelidir. Gönülsüz olduğunu herkes görüyor fakat artık deniz bitti. Haklarımız arasındaki köprüleri daha fazla yıkmayın. Bugüne kadar yıkılmış olanları onarmaya odaklanın...
CÜNEYT MERCAN
Azgelişmiş ya da demokratik toplum bilincinin yeterince güçlü ve örgütlü olmadığı coğrafyalar da, hasarlı ya da korkutucu depremlerin ardından, deprem bir süreliğine birinci gündem maddesi olur. Ne yapılmalı, nasıl hazırlanılmalı gibi konular bir süreliğine tartışılır ve kısa süre içinde de buzun güneşte erimesi gibi gündemden düşer, kaybolur. Oysaki hazırlanmak için öncü depremlere ihtiyaç yoktur. Jeoloji bilimi enerji birikiminin nerede ve kaç büyüklükte bir depreme yol açacağını öngörebilir. 6 Şubat Maraş depremleri beklenmeyen depremler değildi. Gözardı edilen, hazırlanılmayan depremlerdi. Uzun bir süredir de İstanbul'da olacağı neredeyse kaçınılmaz olan ve büyük yıkıma yol açacağı belirtilen deprem beklenmektedir. Evet, kelimenin tam anlamıyla beklenmektedir. Günü kurtarma ve göz boyama ile bir sonraki seçimleri en büyük meselesi olarak görenler on yıllar sonrasını, milyonların hayatını ve ortaya çıkabilecek büyük yıkımı siyasetleri açısından rasyonel bir odaklanma alanı olarak görmemektedir. O nedenle kişisel ve partisel çıkarlar için her şey devreye konulurken deprem için sadece beklenilmektedir. Bu bir zihniyet meselesidir. Tek bir alanla sınırlı olması doğal olarak düşünülemez. Jeolojik deprem konusundaki konjonktürel pragmatizm kendini jeopolitik deprem söz konusu olduğunda da benzer bir şekilde göstermektedir.
Ortadoğu tarihi sorunlar yumağı
Kürt sorunu neredeyse 200 yıllık bir sorundur. 100 yıllık Cumhuriyet döneminin yanlış iliklenen ilk düğmesidir ve bu yaklaşım cumhuriyeti daha doğarken sakatlamıştır. Son 50 yılı ise kesintisiz bir çatışma ile kendini dayatmıştır. Öncü bölgeselleşmiş, peşi sıra tüm büyük güçlerin ilgi alanına girmiştir. Coğrafyası stratejik, nüfusu göz ardı edilemeyecek denli büyüktür. Jeopolitik hesapların göz ardı edilemeyecek bir öznesi haline gelmiştir. Ortadoğu tarihi sorunlar yumağıdır. Etnik, ulusal, mezhep ve din sorunları, despotik iktidarlar ve bunalan halklar sorunu, kadının özgürleşmesi sorunu, egemenlik arayışları, imparatorluk hayalleri, vekâlet savaşları, demokrasi ve barış arayışları, hegemonik yönelimlerinin türlü çeşitleri ve daha başkaca arayışlar...
Fay hatları kırılıyor
Böylesine önemli bir coğrafyayı tek başına bırakmazlar denilir. Elhak doğrudur. Doğrudur fakat bu yaşanan tüm sorunların dış kaynaklı ve yapay sorunlar olduğu anlamına gelmez. Bunu ısrarla dillendirip kulağının üstüne yatmak isteyenler mevcut statcı anlayışlar oluyor. Kendilerine pek dokundurmuyorlar. İşte bu nedenledir ki dışarıdan müdahaleye uygun zeminleri bizzat kendileri yaratmış ve sürdürmüş oluyorlar. Hal böyle olunca da aynaya bakıp sorgulamak yerine hamaset ve şikayet daha çekici geliyor.
7 Ekim Hamas saldırısı ve İsrail'in bir yılı aşkındır süren ve katliam boyutlarına ulaşan yanıtı ile taşların bir kez daha yerinden oynadığı söyleniyor. Gazze neredeyse yerle bir edildi, Filistin gerçekliği yutulmak isteniyor. Lübnan benzeri bir akıbetle karşı karşıya. Jeopolitik fay hatları 1.01 kırılıyor. Nerede durulacağına dair kesin bir şeyi kimse söyleyemiyor. Tahminler, öngörüler, korkular, tedbirler ise jeolojik depremler sonrası bilinen refleksleri hatırlatıyor. "Eyvah, bir şeyler yapmak lazım" deniyor denmesine de sadece konuşmada kalıyor. Kalıcı tedbirlere bir türlü dönüşmüyor. Beklenerek ya da sadece konuşarak ne jeolojik depremleri ne de jeopolitik depremlerin talimatları önleyebilir.
Yeni Osmanlıcılık peşine düştü
Bahçeli'nin son çıkışı ve sonrasında yaşanan havanda su dövme tutumları tam da böylesi bir durumu çağrıştırıyor. Jeolojik deprem riski ne kadar ciddiyse, jeopolitik deprem riski de o denli ciddidir. Çoktan başlamıştır bile. Öncü sarsıntı ve kırılmaları Körfez Savaşı'na kadar götürülebilir. Önce Irak, on yıl sonrasında Suriye'ye ve Libya öncü sarsıntı ve kırılmalar olarak değerlendirilebilir.
Sovyetlerin çözülüşü ile birlikte Ortadoğu'nun dizaynında yeni bir evreye geçildi. Ortadoğu'daki hiçbir yönetim demokratik değildi ve içeride-dışarıda yarattığı mağdurları vardı. Yani kaşınmaya müsaitti. Küresel sisteme entegrasyona direnenler yukarıdan ve aşağıdan bir baskı ile karşılaşacaklardı. Demokratik dönüşümü gerçekleştirme becerisini göstermek yerine statükoya abanlar daha sorumlu hale geldiler. İran ile Sünni Arap dünyası sorunluydu. İran, Şii hilali ile hem Sünni Arapları hem İsrail'i hem de Ortadoğu hegemonyasından vazgeçmek istemeyen küresel güçleri rahatsız ediyordu. Türkiye ilk fırsatta yeni Osmanlıcılık peşine düştü. Bunun işaretlerini kendini fazlasıyla abartarak veriyordu. Coğrafi konumu vazgeçilmez sanıyordu. Oysa iki kutuplu dünya sisteminin altından çok sular akmıştı. Yeni enerji alanları keşfediliyor, yeni ekonomik yol güzergahları planlanıyor ve tüm bunlarla yeni bir oyun kurgulanırken İran ve Türkiye oyun dışında bırakılıyordu. Ortaklığın olmaması bir yana hedef olacağına dair işaretler beliriyordu.
Başrolde hep ABD vardı
Bölgede son çeyrek asırla birlikte adım adım Arap-Yahudi İttifakı örülmeye çalışılıyordu. Önce adım adım işlendi, zemini oluşturuldu. Körfez Savaşı sonrası yaşanan kırılmalar ile bu yol inşa edilmeye çalışılırken, bir nevi yol temizliği yapılmış oluyordu. İsrail demek, küresel hegemonya'nın Ortadoğu'da vücut bulmuş hali devleti. Meşrulaşması için Araplarla ortaklaşmaya, buluşmaya ihtiyaçları vardı. Her iki tarafın da kazanacağı yani denklemin asıl kazananı İsrail ve ardında tam desteğiyle duran hegemonik sistem olacaktı. Ortadoğu sükunete erdirilmeli ki asıl rakiple mücadele amacıyla uzak Asya'ya, yani Çin'e odaklanılabilsin. Hazırlıklar bu yönlüydü. Adım adım döşenen taşların ardından Eylül 2020'de Washington'da bu sürecin adı İbrahim anlaşmaları olarak konuverdi. Trump'ın ilk başkanlığının son döneminde İsrail başbakanı Netanyahu, BAE ve Bahreyn yöneticileri Trump'ın nezaretinde bu anlaşmayı imzaladılar. Sonrasında Sudan ve Fas'ta bu anlaşmaya katıldı. Başrolde hep ABD vardı. Üç semavi din arasında barış ve diyaloğu, ekonomik ve kültürel işbirliğini kısacası çok boyutlu dostane ilişkileri hedefliyordu. Mısır ve Ürdün zaten on yıllar önce İsrail'le barış antlaşması yaparak normalleşmişti. Sırada diğer Arap devletleri vardı, başta da Suudiler... Ne de olsa Arap ve Yahudilerin ortak atası İbrahim'di. Anlaşma da buna özellikle vurgu yapılması yeni döneme kadim bir gündem ile başlangıç anlamına geliyordu. Ekonomik büyüme, teknolojik iş birliği, kültürel yakınlaşma, güvenli ve barışçıl bir Ortadoğu hedefi kulağa hoş gelen söylemlerdi. Sonuç ise dönüştürülüp sisteme entegre edilecek bir Ortadoğu olacaktı. En azından hedeflenen buydu. Ekim saldırısı olmasaydı Suudiler de bu anlaşmaya dahil olmak üzereydi. Ortam durulduktan sonra kaldığı yerden devam edeceği büyük olasılıktır. Başkaca Arap devletleri için de aynı şeyler söylenebilir. İsrail ve arkasındaki sistem güçleri diğer Arap ülkelerini bu politikaya katmak için yumuşak veya sert güçlerini kullanmaktan çekinmeyeceklerdir. Teşvik ya da cezalandırma dönemin havuç ve sopası olarak kullanılacaktır.
Yumurta kapıya dayanmıştır!
Dikkat edilirse tüm imzacı Arap ülkeleri ile potansiyel imzacıların neredeyse tamamında mevcut iktidarların Müslüman kardeşler ile sorunu vardır. Dışarıdan İran veya yayılmacı neo Osmanlıcı Türk tehdidi ile içeriden Müslüman kardeşler tehdidi tüm imzacılar açısından ortak tehdit olarak görülmektedir. Hesap kitap ve yeni ittifaklar buna göre şekillenmektedir.
İbrahim anlaşmalarına itiraz eden Türkiye, Filistin, Cezayir, Lübnan, İran ve Katar'ın öne sürdüğü gerekçenin Filistin davası olması gerçekçi değildir. Güya Filistin hassasiyeti taşıdıkları ve bu anlaşmanın Filistin mücadelesini zayıflayacağı gerekçesiyle karşı çıkmaktalar. Oysa asıl sebep, oyun dışı kalmaları ve potansiyel hedef olmalarıdır. Asıl itirazları burayadır. Yeni çekim merkezi, jeopolitik, Jeo ekonomik, Jeo stratejik merkez yapılmaya çalışılan alanın dışında tutulmalarıdır. Buna direnenler hedef haline geleceklerdir. Filistin ve Lübnan neredeyse tümden etkisizleştirilmiştir. İran'ın uzantıları vurulmuş, itibarı zedelenmiş, kuşatıp direkt hedef haline getirilmiştir. Katar, Hamas'tan kurtulmanın yollarını ararken, direnmesi düşünülemez. Türkiye'de ise alarm zillerinin birdenbire çalmaya başlamasının işte bu tablo ile yakından alakası vardır. Yumurta kapıya dayanmıştır!
Herkes görüyor
Jeopolitik depremin öncü sarsıntıları sıklaşmış, şiddeti artmış ve alabildiğince yakınlaşmıştır. Ne yapılacaksa ciddiyetle yapılmak durumundadır. Sözlü beyanlarla, demeçlere Takla attırmakla bir yere varamaz. Depreme böyle hazır olunamayacağı gibi bu tür yüzeyselliklerle koca bir gelecek kaybedilir. Bahçeli'nin 22 Ekim'deki sözleri, kendi geçmişi ve politik çizgisi göz önüne getirince kendisi için büyük bir adım olabilir. Lakin sorunun büyüklüğü, Ortadoğu'daki gelişmelere etkisi ve aciliyeti göz önüne getirildiğinde yetersiz kalmaktadır. Enderliğin özgürlüğü kuşkusu çok önemlidir ancak bu çağrı yapılırken kullanılan üslup ve önermeler bile meselenin yeterince anlaşılmadığını göstermektedir. Mesele yeterince idrak edilmemiştir.
Devlet artık oyalamaktan, imha amaçlı planlardan ve fırsat kollamaktan vazgeçmelidir. Gönülsüz olduğunu herkes görüyor fakat artık deniz bitti. Haklarımız arasındaki köprüleri daha fazla yıkmayın. Bugüne kadar yıkılmış olanları onarmaya odaklanın, bunun adımlarını atın. Daha cesur, daha bütünlük ve daha hızlı...
Deprem kapıda!
Yaklaşan bu jeopolitik depreme karşı, Milliyetçi hukuk insanı Gürkan Çakıroğlu'nun dediği gibi kendi nükleer silahınızı gecikmeksizin üretin. Kürt-Türk barışı bir nükleer silah etkisindedir, diyor. İyi niyetle söyleniyor elbet fakat bu Barış sadece koruyucu bir işlev görmeyecek. Aynı zamanda Ortadoğu'ya nefes aldıracak bir model olacak. Vatan söz konusuysa gerisi teferruattır diyenler! Evet, söz konusu vatandır, halkımızın eşit ve özgür geleceğidir. O halde ertelemeksizin parti, iktidar ve kariyer hesabı yapmaksızın gereğini yapın. Kürt'e her türlü zulmü reva görüp bir de nasıl davranılması gerektiğini buyurmaya kalkmayın. Kürtler kurbanlık koyun misali başlarına bıçağın altına uzatmayacaklardır. Elbette direnecekler, yol ve yollar bulacaklar yoksa da yeni yollar yaratacaklar.
Ortadoğu'da 40 milyona aşkın bir nüfusa sahip olan Kürtler, tarihinin en örgütlü ve ulusal bilincine sahip dönemdedir. Ortadoğu üzerine sözü, eylemi ve gelecek tasavvuru olanların bu gücü dikkate almaması düşünülebilir mi? Muhtemelen KCK diplomasi komitesi en yoğun zamanı yaşıyordur. Bundan daha doğal ne olabilir?
Zaman daralıyor, deprem kapıda.














