Karadeniz'den Rojava'ya

Cafer TAR yazdı —

  • Türkiye'de Erdoğan karşıtı çok geniş bir çevre 104 Emekli Amiral'in yayınladığı bildiri sonrası bunlardan 14 tanesinin gözaltına alınmasına göz yaşı döküyor. İşin hukuki tarafını konuşmakta mahakkak fayda var ve o noktada kim olursa olsun adil yargılanmasında ve varsa hukuk ihlalleri, ki bu ihlallere karşı çıkmakta fayda var.

Herkesin diline pelesenk ettiği muhalefetteyken yerli yersiz kullandığı “hukuk bir gün size de lazım olur!” lafını şimdiye kadar Türkiye'de hemen hemen bütün siyasi partiler iktidara gelince unuttular. Bunu bir zamanlar en çok AKP'lilerden duyardık; şimdi ağızlarına bile almıyorlar.

Montrö Sözleşmesi elbette bizim okuyucularımız için de ilginç ve biz de bu tartışmayı en azından doğru bir şekilde takip etmeliyiz; çünkü Karadeniz'de yaşanan güç mücadelesinin tarafları ile Kürtler birebir bütün Ortadoğu sahasında muhattaptırlar.

Karadeniz'de ABD ve Rusya Ukrayna krizi üzerinden büyük bir güç mücadelesi yaşıyorlar ve Türkiye de bu gerilimin Boğazlar ve Montrö Sözleşmesi nedeniyle bir tarafında duruyor. Bir tür tarihsel üst üste gelme durumu yaşanıyor.

Tarihte daha önce de yaşandı; küresel güçler dünyanın bir bölgesindeki sorunu başka bir bölgedeki bir halkı feda ederek çözebiliyorlar. Bunun nasıl olacağını veya bu taraz yansımalarınların şiddetini bölge halklarının; politik, askeri ve diplomatik gücü belirliyor.

Kimse Karadeniz'deki bir sorunun çözümü için Rojava'nın masaya getirilmeyeceğini söyleyemez. Bunları yersiz endişeler yaratmak ve kimseyi telaşlandırmak için yazmıyorum. Tam aksine olası bir olumsuzluğu şimdiden ön görmek ve tedbir alabilmek adına yazıyorum.

Muhakkak halkımız ve Kürt kurumları yıllardır diplomasi yapıyorlar; ve birçok arkadaşımız sahada bunları deneyimlediler ve muhakkak hepimizden çok daha iyi biliyorlar ve tedbirlerini alıyorlardır. Çok kritik bir dönemden geçiyoruz; bize düşen de halkımızın her türlü gelişmeye önceden hazırlanması olmalıdır.

Aksi halde kitlelerde derin duygusal yarılmalar olur, bunu muhakkak olur diye söylemiyorum; fakat yıllardır Türkiye'nin hemen hemen her konuda taviz vermek adına her defasında Kürtleri masaya getirdiğine şahit olduk.

Türkiye muhakkak şimdi de aynı şeyi yapıyor; hem Rusya hem de ABD ile dünyanın neresinde hangi konu olursa olsun; çözümü için Kürtleri konu ediyor ve karşı taraftan Kürt Özgürlük mücadelesinin tasfiye edilmesini talep ediyordur.

Türkiye'deki iktidarın Kürt ve demokrasi düşmanı karakteri herkesçe biliniyor; burada hiç bir kuşku yok; fakat bunun pratikte fazla bir karşılık üretmediğini de kerelerce deneyimlemiş olduk.

Geçenlerde AB liderlerinin Türkiye'ye yaptıkları ziyarette yaşanan protokol krizi sonrası konu hakkında bir açıklama yapan İtalya Başbakanı Mario Draghi “Bence bu uygunsuz bir davranıştı ve Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'ın katlanmak zorunda kaldığı aşağılanmaya çok üzüldüm!” dedi

Fakat İtalya Başbakanı Draghi asıl bombayı konuşmasının ikinci bölümünde; “Buna rağmen beraber çalışmak zorunda kalınan bu – ki onlara oldukları şekilde hitap edelim- diktatörlerle farklı tasavvur ve görüşler ifade ederken açık olunmalı!” diyerek patlattı. Burada diktatörden kimi kast ettiği o kadar belliydi ki; konuşmanın hemen ardından İtalyan büyük elçisi Ankara'da Dışişleri Bakanlığı'na çağrıldı.

Fakat burada bizi ilgilendiren şey şu olmalı; İtalyan başbakanı Erdoğan'ı diktatör olarak tanımlamasına ve Ursula von der Leyen'ın maruz kaldığı aşağılanmaya rağmen Erdoğan'la çalışmayı yadsımıyor.

Gerçek dünya bu; çıkarlar ve prensipler çatışmasında reel dünyada her zaman çıkarlar kazanır. Ne Rojava'da ne de dünyanın başka bir yerinde başkalarına güvenerek yol alamayız; her zaman kendimize güvenmeli; toplumsallığımızı, ilişkilerimizi ve kurumlarımızı güçlendirmeliyiz.

Aksi halde Karadeniz'de başlayan yangın döner dolaşır, gelir Rojava'da bizi yakar!

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.