Katillerden hesap soralım!
Cafer TAR yazdı —
- Çimento ve demir üreten fabrikalar da dahil olmak üzere inşaatla ilgili bütün önemli sektörler Erdoğan ve çevresinin eline geçti.
- Katil müteahhitler, onlara ruhsat veren bürokrasi ve bu süreci koordine eden AKP/MHP çetesi yaşanan katliamın hesabını vermelidir.
Erdoğan merkezli menfaat çetesinin en önemli gelir kaynağı inşaat ve onunla ilişkili yaklaşık 250 sektör olmuştur.
Kamu bankaları üzerinden finans piyasalarını önemli ölçüde belirleyen bu çete, insanları borçlandırarak özellikle konut tüketimini hızlandırma yoluna gitmiştir. Gözü para hırsı ile dolmuş bu hırsız çevre özellikle kent merkezlerini kendine rant üretme alanları olarak belirledi.
AKP ilk iktidara geldiği yıllarda parti içerisinde kendilerini 'Anadolu Kaplanları' olarak adlandıran küçük ve orta boyutlu işletme (KOBİ) merkezli bir grup ihracat politikalarına çok büyük önem veriyordu. Fakat bu grup, Erdoğan ve ekibine karşı verdiği parti içi mücadeleyi kaybetti, böylece AKP, Erdoğan liderliğinde inşaat sermayesinin partisine dönüşmüş oldu.
Babacan ve daha birçok eski AKP’linin bir süre sonra AKP’den ayrılmasını buradan anlamaya çalışmak bana göre daha doğru olur. AKP içindeki ayrışmayı ideolojik nedenlere bağlamak bana gerçekçi gelmiyor.Aslına bakarsanız düzen siyasetinin böyle bir boyutu neredeyse yok denecek kadar azdır.
İktidarının ilk yıllarında Erdoğan’ın da KOBİ merkezli ihracattan ciddi bir beklentisi vardı. O yıllarda Erdoğan’ın AB üyeliğinde ısrarı biraz da bu beklentiden kaynaklanıyordu. Fakat bir süre sonra bütün çabalara rağmen Türkiye’nin net ihracatında bir türlü istenilen artış sağlanamadı. Türkiye teknolojik gelişkinlik ve üretkenlik konusunda rakiplerinin gerisinde kalmaya devam etti.
Dolayısıyla Erdoğan ve çevresi hızla direksiyonu iç talebi ve istihdamı artıran inşaat sektörüne doğru kırdılar. AKP’li yöneticiler büyüme ve oy oranları arasında çok sıkı bir bağ olduğunu biliyorlardı. Erdoğan tercihini yapmıştı ne pahasına olursa olsun inşaat sektörü üzerinden Türkiye ekonomisi büyümeliydi; bu hem kendisine ve ekibine daha fazla para hem de oy kazandıracaktı.
Bu noktada AKP’nin imdadına Toplu Konut İdaresi (TOKİ) yetişti. 1984 yılında küçük çaplı inşaat projelerini kredilendirmek için kurulan TOKİ, AKP iktidara geldikten sonra imar izni verme, devlet arazisini özelleştirme, kentsel dönüşüm sahalarını belirleme ve ilan etme de dahil birçok yetki ile donatılmış Erdoğan ve ekibinin emrinde özel bir devlet kurumuna dönüştü.
AKP iktidarı inşaat sektörünün önünü açmak için sadece TOKİ ile de yetinmedi. Başta Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı ve diğer ilgili bakanlıklara çeşitli yetkiler sağlayarak kendine bağlı inşaat sermayesinin önündeki bütün yasal engelleri kaldırdı.
Böylece Erdoğan ve sahtekâr müteahhitlerinin önünde hiçbir engel kalmamıştı. Artık Türkiye’nin her bir karış toprağı imara açılabilirdi. Bir bölgenin tarım arazisi olması veya SİT alanı olması, hatta deprem bölgesi olması bile bunları ilgilendirmiyordu. Nitekim Türkiye’nin en önemli tarım arazilerine ve SİT alanlarına inşaat ruhsatı verildi. Deprem riski yüksek bölgelerde daha fazla kâr etme kaygısıyla yönetmeliklere uygun olmayan yapılar kolaylıkla ruhsat aldı.
Bütün bunlardan bağımsız inşaat sektöründe taşeronlaşma oranının yüksek olması, işçilerin iş güvencesi olmadan çalışması, bu sektörde vasıfsız işçilerin kolaylıkla istihdam edilebilmesi gibi nedenler de Erdoğan ve çevresine kısa sürede daha fazla para kazanma olanağı sağlıyordu.
Bu çete bir süre sonra inşaat sektörü ile ilgili bütün stratejik alanları ele geçirdiler; çimento ve demir üreten fabrikalar da dahil olmak üzere inşaatla ilgili bütün önemli sektörler Erdoğan ve çevresinin eline geçti.
Dolayısıyla Türkiye’nin her yerinde vurulan her bir kazmadan AKP ve etrafında bir araya gelmiş rantiye çevreler para kazanıyorlardı. Onlar da bunu bildikleri için bürokrasiyi inşaat ruhsatı, bankaları da konut kredisi vermeye zorladı.
Gelinen nokta, on binlerce can kaybı ve milyonlarca insanın evsiz barksız kalması gibi çok ağır bir durumla karşı karşıya kaldık. Şimdi bütün bunları üst üste koyunca yaşanan faciaya kader diyebilir miyiz?
Türkiye halkı bunun hesabını bu hırsız ve katiller sürüsünden sormalıdır. Hem de öyle seçimleri falan bekleyerek de değil; hemen şimdi. Katil müteahhitler, onlara ruhsat veren bürokrasi ve bu süreci koordine eden AKP/MHP çetesi yaşanan katliamın hesabını vermelidir.
Türkiye toplumu katillerden hesap sormadan yaralarını saramaz; kimsenin yaptığı yanına kar kalmamalıdır, yoksa yarın daha büyük felaketler yaşamak zorunda kalırız. Katillerden hesap sormak Türkiye toplumunun boynunun borcudur ve bunu hemen yapmalıdır.