Kiralık askerin ölümü

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • İşgale uğrayanların ülke ve onurlarını savunmaları, meşru bir haktır. Baskına çıkan gerillalar, bu hakkı kullanmış, işgalcileri çadırlarında basmış, bu arada annesine ev satın alma parası için, bedenini kiralayan genç de hayallerini de alıp gitmişti.

Kiralık, başka bir deyimle “paralı asker”, Roma’dan beri hep vardı. Osmanlı ordusu bir köle düzeni, esir alınıp büyütülmüş çocuklar ordusuydu. Bizim kuşak, 1960’larda “başkaldıran Afrika” ile “paralı asker” (kiralık) profiliyle tanıştı.

Belçikalılar, dünyanın dört bir yanından “ipini koparmış” sabıkalıları, işsiz, mesleksiz, hayata küs bakan gençleri, kısa anlatımla “çöp adamları” toplayıp eğiterek, asker niyetine Patrick Lumumba liderliğindeki isyancı Kongoluların üstüne sürmüştü.

Kiralıklar, alışılan askerlerden farklı giyimli, ama tüfekli, tabancalı, yandan sarkan kamaları da keskindi. Para için askerdi onlar. Ücretlerinin hakkını verircesine “gaddar”, hedef düşmana karşı bilenmiş kinli, öfkeliydiler.

Mafyada da bu böyledir. Mafyanın en gaddar unsurları, kiralık tetikçilerdir.

Paralı askerin Mafya tetikçisinden farkı, onun üniformalı olmasıdır. Bir de gerektiğinde, “vatan uğruna cenge koşmuş aslan asker Şvayk” havalı olmaları.

Onun dışında, ortak özelliklidirler. İkisi de para için silah taşıyor. Ne yapsın ki ikisi de para kazanmak için, hayatını ortaya koyuyor.

Çünkü, ikisi de geri kalmış toplumun, devlet tarafından yadsınmış, insan yerine konmamış, varlığı unutulmuş kişiliğidir. Doğduğu günden beri, bir kerecik olsun ilgilenilip ne yiyip içtiği, nasıl yaşadığı sorulmamış, açlıktan helak düşmüşken elinden tutulmamış…

Ama, açlıktan ölmemek ekmek çalarken yakalanıp hapsedilmiş, para kazandığı an vergi adıyla haraç alınmış...

Böyle toplumların kadınları da aynı kaderin yolcuları. Yaşamak için, bedenlerini kiraya sunduklarında “fahişe” diye teşhir ediliyor veya “İslamın adaleti“ince  meydanlarda kırbaçlanıyor, taşlanarak katlediliyorlar.

İşte gerçek anlamda hukuka dayalı bir devlet olamamış, haydutlaşmış Türk devletinde, yarını için umutsuz gençler, bir adım ötede ölümün beklediğini bile bile, “bari bir an da olsa tok yaşayayım“ diye paralı askerliğe koşuyorlar. Bir adım ötenin ölüm olduğunu biliyorlar. Çünkü, Gürcü Recep‘in söylemiyle Türk devleti, Kürtleri “son ferdine kadar öldürmeye” yeminlidir. Eeee, Kürtler de yer yer karşı koyuyorlardı.

En son Zap bölgesinde, “Girê Amedîyê“de ölenler, böylesi bir savunmanın atağında can verdiler. Ölenlerden biri de, annesine ev almak için, paralı asker olmuştu. Yazık! Ev almaya ömrü yetmedi. Öldüğünde, ailesi karlı kış günü, bez bir çadırda yaşıyordu.

Kendisi de, Kurdistan dağlarının karlı bir  kuytuluğunda kurulu çadırda ölümü beklemişti zaten. Hayır, dağ veya kar sporu için orada değildi. O, gırtlak kesmede kullanılan keskin kamalı bir zorba, İttihatçıların ruhunu takibe çıkmış, Türk işgal ordusunda bir kiralık neferdi. Yurtlarını, halkının hayatı, kadınlarının onurunu savunmak için silahlanmış Kürt gençlerinin baskınında ölüvermişti, işte.

Düşmanlarının saygısı yok ama, işgale uğrayanların ülke ve onurlarını savunmaları, evrenin hukuku gereği, meşru bir haktır. Baskına çıkan gerillalar, bu hakkı kullanmış, işgalcileri çadırlarında basmış, bu arada annesine ev satın alma parası için, bedenini kiralayan genç de hayallerini de alıp gitmişti.  

Ha yeri gelmişken, Türkler Girê Amedîyê’de “9 eve ateş düştü” diye açıkladılar. Bu doğru değil. Bir tabur mu her neyse, Türk askerlerinin yerleştiği yeri ele geçiren gerilla, ölü sayısını 61 olarak açıkladı. Bu rakam doğru mu değil mi tartışmaları bir yana, ölü sayısının 9 olmadığı da su götürmez bir gerçek. Bu gerçek, gerillanının açıkladığı künye sayısıyla da sabit.

Yine yeri gelmişken, “Kızıl Elma” Türk ırkçılarının düşlediği ülkedir. Kürt Ziya (Gökalp) ve Nihal Atsızın hayalhanede yarattıkları bu hayali diyar, Orta Asya’da gösteriliyor. İttihatçılar, 1914 yılında Kızıl Elma’ya ulaşıp Türk imparatorluğu kurmak için, Ruslara karşı Birinci Dünya Savaşı cephesini açmış ama, Sarıkamış’a yığdığı ordusu taarruza hazırlanırken, karlı gecenin ayazında ordusu Sarıkamış’ta durduğu yerde donup “Cemed” kesilmiş, bertaraf olmuştu.

Gelgelelim zamane torunları, Kızıl Elma’yı Güney Kurdistan dağları, Suriye çöllerinde arıyor ve işgal hamleleri düzenliyorlar. Annesine ev alma hayali kuran paralı asker, işte bu hamlelerin birinde ölmüş, ölüsü de “cemed” olmuştu.

Oysa o çocuk da Kürtlerin yurdunu işgal edip gırtlak kesmeye giderken Türk ırkçılarının sembolü, parmaklarıyla kurt başı işareti yapıyordu. İttihatçılar Orta Asya yönünü “Bu yol Kızıl Elma’ya gider” diye işaret etmişlerdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun yok olmasına kapı olan Sarıkamış olayından sonra bu sembol yasaklanmıştı. 1960’larda MHP tarafından gömülü yerden çıkarılıp burca dikilmiş, kurt başı 1970’lerde “Türk’e karşı Türklük savaşı”nda da bayraklaştırılmıştı.  

O şimdi Türk ordusunda da sembol. Askerler, Orta Asya sapasındaki Kurdistan’a yürürken, “yolumuz Kızıl Elma yolu” şarkıları söylüyorlar.

Türk’ün halleri işte. Ne diyelim. Çetin Altan, onları “ti”ye alırken, “Türk acıkmaz, Türk üşümez, uyumaz, korkmaz, ağlamaz” diyor ve “Türk, her zaman haklıdır” diye ekliyordu.

Evet, şu kısacık tarihleri boyunca, hiç bir zaman ve asla devlet olmadılar. Hep çete olarak kaldılar. Ancak her dönem ve koşulda, yani işgalcilikte, soykırımda, kendi halkına işkencede de “daimi olarak haklı” oldular. Karşıdakini suçladılar. “Ben neden bu kadar dünya dışıyım” demediler.

Amedîye karlarında cemedleşen askerlerden sonra da onlar haklı ve dünya onlara düşmandı. Bu olayda da sanki onlara 'işgale çık' denmiş gibi, Abdülhamit’ten arta kalmış ezberle dış güçleri sorumlu tuttular. Kendilerini, küt gagalı güvercin kadar masum gösterip Amerika’yı, onlara darbe hazırlamakla bile suçladılar…

Biri çıkıp haydut başlarına dönüp, “Hey adamım” demedi. “Yer yüzü sahipsiz, suçlar da cezasız değildir!..”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.