‘Kürt Hakim’

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

“Kürt Hakim“ değerli dostumuz Serhat Bucak’ın, kitabının adı. Bucak, bu kitapta aynı arabanın içinde, birlikte kurşunlandığı ve “bacağından aldığı yara“dan sonra hayatını kaybeden babası Faik Bucak’ı anlatıyor, portresini çiziyor.

Faik Bucak, Siverekli bir Kürt‘tür. Türk devletinin kurulmasından sonra okula gidip üniversiteyi bitirebilen, ilk kuşak Kürt gençlerinden biridir. Bucak, Hukuk Fakültesini bitirdi. CHP diktatörlüğünün son yıllarında (1948), Türk yargı sisteminde yargıçlığa, 10 yıllık DP iktidarının ortalarında (1955) da ayrılıp avukatlığa başladı. Bir yıl sonra da (1966), uğradığı suikastle de hayata veda etti.

Bu yönüyle Faik Bucak, bir bilinçli tanıklarındandır.

Geri kalmış ve terör devleti yangınları sarmalında kalmış coğrafyalarda, bu gibi kişilerin portresi, toplumsal yaşanmışlıkların hikayesi, belli, bir zaman kesidinin tarihsel özetidir.

Bu açıdan bakıldığında Faik Bucak, Kürtçe deyimle terör “laser“(sel)’i sürecinin başlangıcı olan 1919 yılında dünyaya geldi. Daha sonra, kimilerini görüp tanıdığı, kurucu kadroların yüz ve elleri, kan içindeydi.

Ama beyinlere şırınga edilen palavra üzere, bu kan, birinci büyük savaştan sonra, işgalci olarak kalmaya devam eden, “emperyalist yedi düvele karşı verilen ulusal kurtuluş savaşı“dan kalma değildir. Çünkü, ortada yalnız kalmış Yunanlı ardıllarının kovalanmasını saymazsak, işgal güçleriyle savaş olmadı; yaşanmadı. Çünkü, “yedi düvel“ çoktan çekip gitmişti. Türkler, onların hediyesi silahlar ve diplomatik destekleriyle Yunanlıları kovaladılar.

Ama “bir kurtuluş savaş“ varsa eğer, bu savaş, o toprakların silahsız, savunmasız kadim (yerli) halklarından Ermenilerin, antik çağ medeniyetinin yaratıcılarından Finikelilerin Karadeniz şeridindeki kolonisi Pontus Rumları, ötede Êzîdî Kürtleri, yine antik kültürünün bir başka yaratıcısı Süryani ve Keldanilerin kırımıydı. 7’den 70’e bu halkları kırarak, öldürmediklerini sürerek veya “ben Orta Asya’dan gelme bir Türk’üm“ dedirterek Türk yaptılar. Elleri, yüzlerindeki kara, bu olayların kanıydı.

Faik Bucak, “Kürt acısı“ çemberinde büyüdü. İki yaşındayken (1921) Koçgiri’ye kıranla girdiler. Aradan dört yıl geçmeden, Kürtlerin saygın lideri Şeyh Said’in yoluna çıktılar. Tepki toplumsal patlamaya dönüştü ve Atatürk’ün ölümüne kadar sürdülen soykırımda, yeni nesil katiller, tecavüzcü, hırsız ve ölü soyucuları yetiştirildi.

Osmanlı devleti yılları boyunca ötelenip örselenmiş, aşağılanarak kenara itilmiş Türk kavramı, artık devletti. Ancak bu devlet bir terör örgüsü, halkları öğüten bir acımasızlık (gaddar)’tan ibaretti. Faik Bucak bu çarkın çemberi için de büyüdü. Zilan ve Dersim soykırımlarını basından izledi. O cehennemleri yaşayanlardan dinledi.

Dil yasağı, bir insanın uğrayabileceği en büyük zulüm, eşi görülmemiş bir vahşetti. Faik Bucak, bu vahşeti iliklerine kadar hissederek, yaşadı. Kürtçe konuşanlar dövülerek işkenceden geçiriliyor, aşağılanmakla da kalmıyor, ceza olarak ceplerinde para alınıyor, eşeği veya eşeğinin palanına el konuluyordu. Faik Bucak’ın bu vahşete maruz kalan akrabaları, tanıdıkları da vardı.

“Kürt Hakim“in büyük oğlu Serhat Bucak, kitabın 55’in sayfasında anlatıyor:

“Gürün’de olduğumuz dönemde, bir gün annem ve babamın anlamadığım bir dilde konuştuklarına şahit oldum ve hangi dilde konuştuklarını sordum. Bunun üzerine babam gülümseyerek, “bu meleklerin lisanıdır“ dedi. Siz melek misiniz? dediğimde, “evet biz meleğiz“ diye karşılık verdi. Şaşkınlığımı gizleyemedim. “Peki biz de sizin çocuklarınızız; ama neden melek lisanı konuşamıyoruz“ diye sorduğumda, gülümsemeye devam ederek cevap verdi: “Siz de büyüyünce, melek lisanını konuşacaksınız.“

Faik Bucak ve eşi Türkçeyi sonradan öğrenenlerdendi. Ama, çocuklarını beladan koruma hissiyle, onları ana dillerinden uzak tutuyor, varlığını bile söylemiyorlardı. Çünkü, Kürt’ün yurdu işgal altında, adı yasaktı. “Vahşiistanda“ Kürt olmak da yasaktı. Bulgaristan, Makedonya, Yunanistan, Sırbistan dağlarından toplanma devşirmeler Türk’tü. Türk medeni, ama kendi uygarlığını, yaşama geleneğini yaratarak Kürt, Gayri medeni, vahşi idi. Kürt olmak yaşama olanağından, iş tutma ve geliştirilmeden yoksun kalmaktı, bu ırkçı bataklıkta.

Aileleri çocuklarını esirgemek için, Kürtlüklerini ve dillerini inkar ediyorlardı.

Bunları yaşayarak büyüdü, Faik Bucak. Ama halkının düşmanlarına inadına, bir militan Kürt gibi düşünerek ve Kürt olarak hayata atıldı. Onurlu her Kürt gibi, bedelini ödemeyi de göze alarak, Kürt davasını omuzlayan “Kürtçü” oldu.

Darağacı gölgeleri, kan nehirleri ve yangınların yarattığı travmalardan sonra, 1950’li yıllar, Kürt ve Kürdistan ruhunun, bir avuç aydının eliyle dipten ağır ağır bılklanıp başını yerden kaldırmaya başladığı yıllardı. Bütün ailesi, bir bayırın dibinde kurşuna dizilmişlerden Dersimli üniversite öğrencisi ve daha sonra Güney Kürdistan’da tutuklanıp kurşuna dizilecek olan Sait Kırmızıtoprak, “bir şeyleri başlatttım“ demek için, İstanbul’daki Kürt hamalları örgütlüyordu. Faik Bucak da, illegal Kürdistan Demokrat Parti’yi kuruyordu.

Dipten kaynamanın farkında olan, eski çeteci Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes, bu sırada asılacak 1000 kişilik Kürt listesi hazırlamakla meşguldü. Sonra sayıyı 250’ye indirdiler. Sonunda 50 kişide karar kıldılar. Seçilen bu “kurban adayları“ 49’lar olarak tarihe geçtiler. Ama onları asmaya zaman bulamadan, 27 Mayıs 1960 askeri darbesiyle devrildiler.

Serhat Bucak, kitabında 27 Mayıs darbesinden sonra, Kürt önde gelenlerinin toplandığı Sivas’taki askeri kampı ve kampın müdavimi babasını anlatıyor. Bunlardan seçilen “55 Ağa“nın sürgününü...

Faik Bucak, sürgünden döndükten üç gün sonra, bir tuzakta vuruluyordu. Acı ama, Faik Bucak’ın tetikçileri de Kürt’tü...

Her neyse, ulusal mücadelede yer almış her Kürt anılarını yazmalıdır. Onların olanakları yoksa eğer, çocukları, torunları bu işi yapmalıdır. Dünün tarihi için, onların anlatımlarına ihtiyaç var. 

Serhat Bucak’ın kitabı, başlangıç olsun...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.