Trump rejiminin yeni "stratejisi"

Aykan SEVER yazdı —

  • ABD'nin henüz resmileşmemiş olan yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi, tartışma konusu olmaya başladı. 2012'den bu yana Çin'e odaklanan yaklaşım yerine Amerika'nın kendi içi ve Batı Yarım Küre'de hegemonyayı tesis etmeyi önüne koyan bir anlayış. 1823'te gündeme gelen Monnroe Doktrini’ne benzetiliyor.

ABD'nin henüz resmileşmemiş olan yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi, geçtiğimiz hafta basına yansıyan bilgiler eşliğinde tartışma konusu olmaya başladı. Bu 2012'den bu yana Çin'e odaklanan yaklaşım yerine Amerika'nın kendi içi ve Batı Yarım Küre'de hegemonyayı tesis etmeyi önüne koyan bir anlayış. Bu yüzden ilk kez 1823'te gündeme gelen Monnroe Doktrini’ne benzetiliyor. Bir benzetme yerinde denilebilir ancak karşı karşıya kaldığımız durum henüz resmileşmese ve fiiliyatta ne tür karşılıklar bulacağını bütünüyle göremesek de Trump rejiminin, Amerika içinde şekillendirmeye çalıştığı kalıcı neo-faşist bir düzen arayışında olduğu bariz. Aynı zamanda ABD'nin, 3. Dünya Savaşı çekişmeleri dahilinde özellikle Venezuela'ya dönük abluka ve saldırı tehdidinin kapsamının gerçekte Kanada dahil bütün Abya Yala kıtasında askeri-politik düzeylerde yeni bir hegemonik ilişki kurmak için bazı adımlar attığı biliniyor. Fakat mevcut yeniden paylaşım savaşının post-modern karakteri masa başında kurulan stratejileri çoğu zaman yalayıp yutmaya müsait. Bunu aklımızın bir kenarında tutalım.

Henüz hiç bir şey olup bitmiş değil, ancak Trump'ın ikinci kere iktidara gelişinden bu yana Amerika'da kurumsal ve toplumsal düzeyde faşizmi geliştirmeye, yaygınlaştırmaya çalıştığı açık bir gerçek. Geçen hafta Savunma Bakanlığı’nın isminin Savaş Bakanlığı olarak değiştirilmesi, kuşkusuz biçimsel bir hamle ancak var olan duruma ve faşistleşme/faşistleştirme sarmalını büyüten politikalara uygun. Trump'ın güya suçu engellemek için orduyu çeşitli kentlere göndererek halka gözdağı vermesi, OHAL koşullarında yaşamaya zorlaması da neo-faşist ufkun hülyaları dahilinde yer alıyor. Amerikan siyasi elitlerinin konformizmi bu işlerin önüne geçebilecek zihinsel refleksten yoksun ancak ülkede yaşayan insanlar için aynı şey söylenemez. Geçtiğimiz hafta sonu Amerika genelinde halklar sokağa çıkarak yeni rejimin politikalarına "hayır" dediler. 

Abya Yala kıtasında ise Trump'ın yeni hegemonya kurma politikalarına maalesef boyun eğecek veya yardımcı olacak çok sayıda politik liderlik var. Henüz diş geçiremediği ülke yönetimleri de var. ABD bölgede askeri politik hegemonyasının tesisi için Venezuela, Ekvador, Arjantin ve Meksika örneklerinden anlaşılacağı üzere "uyuşturucuyla mücadele" konseptini kullanacak. Uyuşturucu ve onunla bağlantılı olduğu iddia edilen gruplar, hükümetler terörist organizasyon olarak ilan edilecek, böylelikle askeri saldırılar meşrulaştırılacak. Ayrıca bölge yeniden ABD üsleri ile doldurulacak. İşin ekonomik kısmına gelince Güney ve Kuzey kutupları dahil bölgedeki yeraltı ve yer üstü kaynakları acımasız bir yağmaya açılacak. Elbette bölge halkları bunları seyretmeyecek ancak bölgedeki devrimci hareketler özellikle düşünsel düzeyde önemli ölçüde bir alternatif olmaktan çıkmış bir halde. Onların yerine süngüsü düşmüş olsa da Latin milliyetçiliği yeniden yükselebilir. Ancak yine de özellikle doğanın korunması ve tutarlı bir kapitalizm karşıtlığı temelinde sosyalizmin kendini yeniden tanımlaması ve büyütmesi mümkündür.

Yeni strateji kapsamında Trump'ın Avrupa'ya boş vereceği düşüncesi bütünüyle karşılıksız değil. Geçen hafta ABD'nin Rusya ile sınırı olan ülkelere verdiği askeri desteği sonlandıracağı haberi basına yansıdı, fakat aynı zamanda Trump Polonya'ya daha fazla asker gönderme taahhüdünde bulundu. Ayrıca Pentagon ülke dışındaki en büyük askeri hastaneyi Almanya'da kurma kararı aldı. Ukrayna Savaşı ise şimdilik Avrupa ülkelerine ve Putin'in insafına havale edilmiş görünümü veriyor.

Trump'ın Şanghay İşbirliği Örgütü'nün zirvesi sonrası 'Rusya ve Hindistan'ı kötülüğün başı Çin'e kaptırdık' demesi ve adeta mutlu izdivaçlar dilemesi yine yeni stratejiyle uyumlu gözüküyor. Ancak bu durum kaçınılmaz olarak Çin'le zımni bir anlaşmayı gerektiriyor. Çin'in Abya Yala kıtasında çatışmasız geri adım atması ise kapitalizmin doğası gereği mümkün değil. Daha da önemlisi 3. Dünya Savaşı'nda son 20 yıldır teoride çatışmanın odağı Çin Denizi'ne kaydırılmaya çalışılsa da ABD Orta Doğu'dan çıkamadı. İsrail, Filistin'e soykırım saldırıları sürdürürken aynı zamanda bölgesel emperyal güç olmaya çalışıyor. Bu kolay bir süreç değil. ABD stratejik ittifak ilişkileri gereği kaçınılmaz olarak İsrail'in yanında duracaktır. Maalesef bölge barıştan çok yeni savaşlara gebe. Tel Aviv-Washington arasındaki Batı'nın çıkarlarını koruma, onun kılıcı olma anlayışı maalesef bu zemini daha da fazla genişletecektir.

Trump'ın yeni açılımı hayatta tutarlı bir karşılık bulur bulmaz ayrı mesele, fakat insanlığın geleceğinin yeni tehditler altında olduğu; barış ve yeni bir dünya yaratma mücadelesi için ayağa kalkmamız gerektiği ise açık bir gerçektir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.