Urfa’daki seçim İbrahim ile Nemrut arasında

Dosya Haberleri —

Ömer Öcalan

Ömer Öcalan

  • Yeşil Sol Parti Urfa Milletvekili Adayı Ömer Öcalan, Urfa seçiminin kendileri için anlamını “Bu seçimde İbrahimi hareket ile Nemrut’un mücadelesi yaşanacak. Bir tarafta mazlumların hak ve adalet mücadelesi bir tarafta da Nemrudi bir zorbalık…” diyerek özetliyor.

MİHEME PORGEBOL

14 Mayıs seçimleri yaklaştıkça hangi partilerin hangi merkezlerde ne için yarışacağı da giderek netleşiyor. Bu seçimlerde sonucu en çok merak edilen merkezlerden biri de Urfa. Çünkü Urfa hem stratejik konumu hem de üretim potansiyeli ve toplumsal örgütlenme yapısıyla Türkiye ve Kurdistan’da belirleyici bir merkez. Rojava’yla uzun sınırı, tarım potansiyeli ve demografisiyle yalnızca Kurdistan ve Türkiye için değil, bütün Ortadoğu için önemli bir merkez. Deprem ve hemen sonrasında yaşanan sel felaketiyle gündeme gelen Urfa’daki iktidara karşı tepkiler gittikçe büyüyor. Belediye başkanının halkın büyük öfkesiyle sokaklardan kovulduğuna dair görüntüleri herkes izledi. Öte yandan Urfa AKP’li milletvekili İbrahim Halil Yıldız tarafından 3 ferdi vahşice katledilen Şenyaşar ailesinin de adalet talebini yükselttiği yer.

Katliamda 2 kardeşi ve babasını yitiren Ferit Şenyaşar, bu seçimde Yeşil Sol Parti’den milletvekili adayı. Yalnızca Şenyaşar değil, kapatılma tehdidiyle karşı karşıya olan HDP’nin Eşbaşkanı Mithat Sancar ve Ömer Öcalan da Urfa aday. Adalet ve hukuk talebini dilinden düşürmeyen bu adaya karşı AKP iktidarının adayı ise mevcut Adalet Bakanı Bekir Bozdağ. Bozdağ özellikle hapishanelerde yaşanan işkencelerin, kadın katliamlarında cezasızlık politikalarının ve iş cinayetlerinde takipsizliklerin baş sorumlularından. İşte bu yüzden sembolik bir anlam taşıyan 14 Mayıs Urfa seçimini Yeşil Sol Parti Urfa Milletvekili Adayı Ömer Öcalan’la konuştuk.

Geçen dönem de Urfa vekiliydiniz, bu dönem de vekil adayısınız. Urfa’nın genel durumuna en iyi siz hakimsiniz. Bize yansıdığı kadarıyla Urfa, seçimin en çetin geçeceği yerlerden biri gibi görünüyor. Urfa’daki durumu biraz da sizden dinlemek isteriz.

Aslında ülkedeki genel duruma değinmeden Urfa’yı değerlendirmek eksik kalacaktır. O yüzden öncelikle ülkenin dar bir boğazda olduğunu belirtmek isterim. Hem ekonomik olarak hem de siyasi olarak büyük bir kriz söz konusu. Türkiye büyük bir daralma yaşıyor. İnsanlar her gün travma üstüne travma yaşıyor. Ülkenin genelinde bir sosyal çöküş var. 2015’ten itibaren Türkiye’nin farklı bir sürece girdiğini tüm kamuoyu bilmektedir. Bunun en büyük yansımaları da yine Kürtler ve Kurdistan üzerine oldu. Siyasetçiler tutuklandı, birçok siyasetçi sürgüne gitmek durumunda kaldı. Binlerce genç bu çatışmalı sürecin sonucunda yaşamını yitirdi. Cezaevlerindeki tecrit ağırlaştı. Sayın Öcalan üzerindeki derinleştirilmiş tecrit toplumun geneline yayıldı. Özellikle son iki yılda Sayın Öcalan’dan haber alamama durumu, sağlığı ve güvenliğiyle ilgili belirsizlik siyasette de etkisini gösterdi. Dolayısıyla önümüzdeki 14 Mayıs seçimleri 2015’ten günümüze AKP ve MHP'nin oluşturduğu statükonun yarattığı şiddet odaklı hegemonyaya cevap niteliğinde olacaktır.

Bu statüko aynı zamanda sizin seçimlere Yeşil Sol Parti çatısı altında girmenizi de zorunlu kıldı…

Yeşil Sol Parti, zaten HDP'nin bir bileşeniydi ve geldiğimiz aşamada Yeşil Sol Parti’ye geçiş zorunlu bir sonuçtu. HDP’nin üzerinde oynanan kumpaslar sonucu talimat yoluyla Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından dava açıldı. Anayasa Mahkemesi ilk etapta bu davayı kabul etmedi ama ikinci başvuruda herkesin tahmin edebileceği sebeplerden ötürü davayı kabul etti. Biz artık buralara takılmıyoruz. Evet bu geçiş zorunlu bir geçişti ama şu an Yeşil Sol Parti ülkedeki genel atmosfere hakimdir, gündemi belirleyen bir güçtedir. Seçimlere hazırdır. Tüm kadrolarıyla, adaylarıyla, çalışanlarıyla ve içinde bulunduğu ittifaklarıyla birlikte büyük bir hazırlık yapıyor.

Urfa özeline gelecek olursak?

Bahsettiğimiz bütün bu süreç ve mevcut durumlar seçim sonuçlarını Kürdistan'da ve Türkiye'de etkileyeceği gibi Urfa’da da etkileyecektir. Çünkü Urfa birçok açıdan hem sembolik hem de somut anlamda merkezi bir şehirdir. Örneğin ekonomisi tarım ve hayvancılık üzerinedir. Birçok tarım ürününün birinci üreticisi Urfa’dır. Pamukta, fıstıkta, mısırda, hububatta birçok noktada ülkenin tarımsal ihtiyaçlarını ciddi oranda karşılamaktadır. Adeta bir tahıl ambarıdır ama şu an Urfa’daki çiftçi kendini hiçbir anlamda güvende hissetmiyor. Bugün ekeceği ürünün yarın alım garantisi yok. Fiyatların nasıl olacağı belirsiz ve bunun siyasette bir yansıması elbette ki olacaktır. Türkiye siyasetinde klişe bir laf vardır, “Tencere iktidar devirir” diye. Bugünkü durum artık tencereyle izah edilecek gibi de değil. Tencerenin kaynaması için öncelikle bir hukuk devletinin olması gerekiyor. Bir demokrasinin olması gerekiyor. İnsan haklarına, kadın haklarına ve toplumun bütün kesimlerine saygı göstermek, onlara yaşam alanı açmak gerekiyor. Tencerenin kaynamama sebebi budur. Büyük bir savaş var ve bu savaşın sonucunda yaşanan ekonomik bir çöküş var. Erdoğan da Nurettin Canikli gibi AKP’li yetkililer de sık sık dile getiriyorlar zaten savaşın maliyetini. Savaşın kaç milyar dolara mal olduğunu; bir füzenin, bir akıllı mühimmatın maliyetini vurguluyorlar. Bilhassa Recep Tayyip Erdoğan bir mermi fiyatının insanların ekonomik koşullarına olumsuz yansımalarından bahsetti. Bu ifade kırk yıllık savaşın da ülkenin de Urfa2nın da içinde bulunduğu durumun izahatıdır.

Aslında yerel seçimlerin konusu olarak algılanır ancak kayyum meselesi en temelde bir özgürlükler meselesi olduğu için bu seçimle bağını kurmak zor değil. AKP-MHP rejiminin kayyum politikaları, Urfa özelinden hareketle, tencereyi nasıl etkiledi?

Bakınız bir ülkede insanların anayasal hakkı olan seçme ve seçilme hakkını ortadan kaldırırsanız bunun birçok yansıması olur. Bir kere siz insanların seçme ve seçilme, siyasal güvence hakkını elinden alıyorsunuz. Kayyum meselesi belediyelerle başladı ve şu an birçok şirkete, birçok derneğe kayyum tayin ediliyor. Haliyle kendini güvende hissetmeyen çevreler kayyumun olduğu yere yatırım yapamaz. Ekonomi istikrar ister ve siz bunu ancak ve ancak hukukla sağlayabilirsiniz. Ekonomik istikrar yasal güvenceyle sağlanır. İnsanların seçme ve seçilme hakkı keyfi bir şekilde ellerinden alındı. Bu belediyelerde başladı, sonra küçük esnaftan tutun orta ölçekli ya da büyük ölçekli firmalara kadar kayyumlar tayin edildi. Bu Türkiye ve Kurdistan'daki mevcut ekonomik krizin en önemli açıklamasıdır. Kayyum politikalarının Urfa’ya da bir sonucu ve maliyeti oldu. Burada bir illegal sermaye oluştu.

Nasıl bir illegal sermaye?

Ekonomisi güçlü olanlar kayyum tehlikesiyle karşı karşıya oldukları için “Cemaat Borsası” diye tanımlayabileceğimiz kişilere gidip paralarını aklıyorlar. Burada çok ciddi paralar dönüyor. Kara para ve ranta dayalı bu borsa elbette ki illegal faaliyetlerle de iç içe. İllegal faaliyetin olduğu yerde ekonomi de çökmüştür.

Bu faaliyetlerin kayyum politikalarıyla ilişkisi var mı?

Kayyumlar topluma yabancı yönetim sistemleridir. Sömürü mantığıyla, sömürgeci pratiklerle hareket eder. Kürdistan üzerinden söylersek: Yerelin, yani halkın kendi oylarıyla seçtiği temsilcileri kabul etmeyip atama yoluyla birilerini görevlendiriyorlar. Egemen ve kendini üstün gören zihniyet oranın hem tüm ekonomisini hem de tüm siyasi iradesini tarumar ediyor. Buna çok yerinde bir örnek olarak Mardin Büyükşehir Belediyesi'nde yıllarca kayyumluk yapan Mustafa Yaman’ı gösterebiliriz. Şu an yerine başka biri geldi ama Yaman’ın büyük rantları, hırsızlıkları, yolsuzlukları, medyada da yoğun şekilde işlendi. Görevden alındı ama sonuç itibariyle devlet tarafından görevlendirildiği için yaptığı ekonomik talanın hesabı sorulmadı. Bununla da yetinilmedi, şu an müfettiş olarak İçişleri Bakanlığı'nda görev yapıyor.