Yerel seçimlere giderken

Demir ÇELİK yazdı —

  • 2023 Mayıs seçimlerinde topluma umut pazarlayanların diktatörün değirmenine nasıl su taşıdıklarını hep beraber görmüştük. Yaşanan bu hakikatin üzerinden çok zaman geçmeden siyasal parti ve aktörler ‘milli ve yerli’ söylemin arkasına hizalanarak faşizmin iyice kurumlaşmasına, geri döndürülemez ağır siyasal ve sosyal travmaların yaşanmasına neden oldular.

Türkiye’de iktidara taşınan muhafazakâr milliyetçi çizgi, anayasal ve kanuni olmak yerine kural tanımaz, merkeziyetçi faşist rejime dönüşmüştür. 2017 referandumu ile muhafazakâr milliyetçi toplumsallık üzerinden dizayn edilen bu rejim faşist diktatörlüktür. Meşru siyasal alanı, 'yerli ve milli' olarak belirleyenler, Kürt ve demokrasi karşıtlığında ortaklaşmış, milliyetçi-muhafazakâr orta sınıfın korkuları, kaygıları ve hassasiyetleri üzerinden mutlak iktidarlaşmaya gitmişlerdir. Üyesi oldukları Avrupa Konseyi’ni, üyesi olmak istedikleri AB’ni hiçe sayan bu ‘yerli ve milli’ iktidar bloku, kendi muhaliflerini de yedeklemeyi, kendi gündemlerine çekmeyi başarmış bulunuyorlar.

Türkiye toplumunun ekseriyetinin muhafazakâr, milliyetçi, ırkçı, selefist sosyal tabandan oluştuğunu bilen faşist iktidar, Kürt sorunu gibi kadim soruna yaklaşımdan insan hak ve özgürlüklerine, kadın ve emek sorununa, Alevi sorunundan ekoloji sorununa yaklaşımlarında dillerinden düşürmedikleri söylem ve yaklaşım; ‘Türk’e özgü’, alaturka yaklaşımdır. Muhafazakâr milliyetçiler, toplumun değerlerine el koyan ulus- devletin tüm birikimlerini, maddi ve manevi değerlerini tarikatlara, Cemaatlar ve yandaşlarına peşkeş çekerken etnik azınlıklara, göçmenlere, emekçilere ve kadınlara karşı ise açık ve aleni ayrımcılık yapmakta, farklı olanları düşman ilan etmektedir.

Muhafazakâr milliyetçiliği, taşları 2010 Anayasa oylamasında döşenen, 2017 referandumu ile çatısı çatılan  faşist diktatörlüğü görmeyen liberalinden sosyal demokratına kadar geniş bir kesim, Kürt ve Kurdistan karşıtlığında faşist rejime payandalık yapmış, toplumda rıza üretmenin parçası olmuşlardır. Bu nedenle başta ekonomik ve siyasi kriz olmak üzere çoklu krizin yaşandığı ülkede halklar ayağa kalkamıyor, tekçi, katı merkeziyetçi ulus devletten medet umuyorlar.

Yasama, yürütme ve yargının özerkliği esasıyla hareket eden burjuva devleti yerine, her şeyin merkezileştirildiği güç yoğunlaşması söz konusudur. Faşizmin iyiden iyiye kurumlaştığını hem bu erklerin tek elde toplanmasında, hem de görece özerk olan AYM kararlarının uygulanmamasında, ulus üstü AİHM ve Avrupa Konseyi kararlarının yerine getirilmemesinde görmek mümkündür. Keza 6 Şubat’ta birinci yılı dolacak olan Pazarcık-Elbistan depremleri sürecinde de benzer bir merkezileşmeyi ve katı merkeziyetçi faşist rejimi hep beraber gördük. Depremde ve afetlerde ilk elde yardıma koşması gereken AFAD ve Kızılay üç gün boyunca ortalıkta yoktu. Bu iki kurumun üç gün boyunca ortalıkta gözükmemesinin iki temel nedeni var. Birinci nedeni; doğal afeti, Kürt-Alevi soykırımına dönüştürmek. İkincisi de, afetzedelerle dayanışma, sorunlarına acil çözüm üretmek olan özerk ve yarı özerk kurumlarla bağımsız sivil toplum örgütlerin dayanışmalarını engellemek, herkesi ve her kesimi milli şefe ve onun katı merkeziyetçi güçlü devlet aygıtına bağlı kılmaktı.

Diyanet İşleri Başkanlığı, AFAD, Kızılay, TOKİ vb. kurumlar milli şefin denetim ve kontrolündedirler. Liyakatsiz ancak sonuna kadar tek adama sadakatle bağlı dindar ve kindar kadroların yerleştirildiği bu kurumlar, İktidar İslam faşizmine hizmet etmekle kendilerini mükellef görmektedirler. Bu kurumlar başta Kurdistan olmak üzere, Türk devletinin hegemonik yayılma alanlarında, birer ideolojik aygıt gibi çalışmakta, halkların ve inançların kültürel soykırımını ve asimilasyonunu gerçekleştirmektedirler.

Dolayısıyla Türkiye’de yapılacak yerel yönetimler seçiminde bir kez daha faşist diktatörlüğe meşruiyet kazandırmak isteniyor. İki dönemdir HDP belediyelerine kayyum atayarak Kürtlerin seçme ve seçilme hakkını gasp eden faşizme ve faşist diktatörlüğe karşı mücadele edeceklerine, seçimler yoluyla diktatörü devirecekleri söylemi ile kitleleri pasifize etmek isteyen siyasetsizlik söz konusudur. 

2023 Mayıs seçimlerinde topluma umut pazarlayanların diktatörün değirmenine nasıl su taşıdıklarını hep beraber görmüştük. Yaşanan bu hakikatin üzerinden çok zaman geçmeden siyasal parti ve aktörler ‘milli ve yerli’ söylemin arkasına hizalanarak faşizmin iyice kurumlaşmasına, geri döndürülemez ağır siyasal ve sosyal travmaların yaşanmasına neden oldular.

Ana muhalefet partisi; “Erdoğan ne yaptığını bilmiyor, devleti tanımıyor, devleti yönetemiyor’ söyleminin dışında cümle kuramıyor, kadim sorunlarımıza çözüm iradesi ve gücünü gösteremiyor, Altılı Masa’nın diğer partileri ise çoktandır muhafazakâr milliyetçiliğe tav olmuşlardır. Çünkü Türkiye’de siyaset kurumu; MGK’nin siyaset belgesine göre pozisyon almakta, topluma karşı devleti korumanın, sahiplenmenin misyonu ile hareket etmektedir.

Ulus- devletin kurucu iradesi ve partisi olduğunu söyleyen ana muhalefet partisi başta olmak üzere siyasi partiler, İttihat Terakki kadrolarının; ”Türk olmayanların bir tek hakkı vardır. O da Türk’e hizmet etme. Köle olma hakkı” söylemini kulaklarına küpe etmişlerdir. Siyasi parti ve siyasetçiler devleti kutsamakta, devletin çöküşünün önüne geçmeyi kendilerine dert edinmektedirler. Onların gündeminde ve siyasal programlarında Kürt ve Alevi sorununu çözme, demokratik ülke olma, kadın, emek ve ekoloji sorunu diye bir dertleri yok. Topluma karşı kutsadıkları devleti koruma ve kollamanın militarist ve milliyetçi çizgisi ile muhafazakâr ve mukaddesatçı toplum kesimlerini buluşturup iktidara taşıyarak, kölelere karşı efendilerin mutlak iktidarını perçinlemek istiyorlar. Dolayısıyla iktidar ve muhalefet aynı anlayış ve zihniyetle hareket etmekte, çöken ve çözülmekte olan gerici faşist devleti kurtarmanın peşindedirler. Türkiye’de değişim bu nedenle yaşanmamakta, çözüm geliştirilememekte, statüko daha güçlü devlet ve iktidar vurgusu ile devam etmektedir.

Yenikapı’ da sergilenen bu tiyatroda yer alan, 'milli ve yerli' stratejisi ile hareket eden siyasal aktörler siyasetten mahkum edilmeden, statükocu zihniyetleri aşılmadan biz kölelere gün yüzü yoktur. Halkların, ezilenlerin, emekçilerin, kadınların, ekolojistlerin ve Aleviler başta olmak üzere farklı inançtan ve dinden toplum kesimlerinin ortak yaşam yolunda birlikte mücadelesi dışında bir yol bize kurtuluşu getirmeyecektir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.