Zaferde payı olmayanın bayramda yeri olmaz! 

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Gerilla NATO’nun ikinci büyük ordusunu Zap’da, Avaşîn’de, Heftanîn’de nasıl mevzilerine gömmeyi başarıyorsa, gençler kendilerine yapılan çağrılara cesaretle ve yaratıcılıkla yanıt vermeli, cephe gerisinde yer alan her insan kendisinden talep edilenleri yerine getirmek için maddi manevi son gücünü kullanmalıdır.
  • Abdullah Öcalan’ın “hiçbir şey yapamayan evinde dua etsin” dediği dönemlerde değiliz. “Hiçbir şey yapamayacak halde olanlar bile bir şeyler yapmalıdır” denecek günlerden geçiyoruz.

15 Ağustos Diriliş ve Gerilla bayramı bu yıl, bana öyle geliyor ki, daha coşkulu ve içerikli kutlandı. Eruh-Şemdinli baskını bizim yaşadığımız günlerden uzaklaştıkça, yıllar yılı kovaladıkça unutulmak şöyle dursun, gerçekleştiği günden çok daha yakınlaşıyor ve büyük bir anlam kazanıyor.

Neden?

Eğer Kürdistan özgürlük hareketi o günden sonra, tarihin bir anında yenilseydi, biz sosyalistlerin başına geldiği gibi o günü anmalarımız nostaljik bir anmadan öteye gitmezdi. Egîdler o gün Kürdistan silahlı mücadelesini başlatarak bugünleri yarattı, bugün savaşanlar ise 15 Ağustos’u yaşattı. Zap savaşıyla Egîd ve yoldaşlarının ilk kurşunu arasında kesintisiz bir bağ var. Aradan 38 yıl geçti ve devrimci süreç bütün zorluklara ve ödenen bedellere rağmen mucizevi başarılar kazanarak kesintisiz sürüyor.

Eruh ve Şemdinli küçük iki kasabaydı. Bugün tüm Kürdistan, Ortadoğu devrimci sürecinin öncüsüdür ve uluslar arası durumu etkileyen bir faktör haline gelmiştir. 15 Ağustos’un bayram olması, işte bu muzaffer yürüyüşün sonucudur. Yenilenler yas tutar, yenilmeyenlerin ilk adımı attığı gün bayram olur.

Göreceksiniz, gelecek yılın Diriliş ve Gerilla bayramı çok daha büyük bir coşkuyla kutlanacak. Belki de Karayılan’ın “final” diyerek müjdelediği “son kurşun” bayramı olacak. “Diriliş, gerilla ve zafer bayramı.”

Bu müjdenin gerçekleşmesi için gerilla inanılması gerçekten zor bir savaş veriyor. Vermeye de devam edeceği kesinleşiyor.
Mesele “gerilla” olmayanların ne yapacağında.

Devrimci süreçte yer alan biz insanlar bu bakış açısından iki kategoriye ayrılıyoruz: Cepheye gidecek yaşta, bilinçte, yetenekte ve kararlılıkta olan kadın-erkek gençler ve cephe gerisinde kalmaya mahkum olan yaşlılar, gaziler, sağlığı yerinde olmayanlar. (Bir de “viran olası hanede evlad ü ayal var” diyerek geçim derdiden baş kaldıramayanları buna ekleyelim.) Hayat gençlerle yaşlılar, gaziler, sağlıksızlar arasında böyle bir iş bölümünü savaşın bu son aşamasında en sert biçimde dayatmış bulunuyor. Bu iş bölümünün kurallarına aykırı olarak biz ihtiyarların “öleceksek dağda ölelim” diye umutsuz bir romantizme kapılması, cephe gerisinin işlerini küçümsemesi, dağa çıkamasa da çıkar gibi yapması, belki sempatiktir ama sanırım işe yaramaz. Bunun gibi boylu poslu, güçlü, kuvvetli bir gencin “nasılsa cephede gerilla zafer kazanıyor, cephe gerisinde de yapılacak çok iş var, varıp dedelere, ninelere, amcalara, teyzelere, gazilere, güçsüz kuvvetsiz olanlara yardım edeyim bari” diye “alçak gönüllü bir ‘devrimciliği’ tercih etmesi, eli kolunu, bacağını, gözünü dağda kaybetmiş gazilerin karşısında insanı utandırır.

Günümüz bizden herkesin yeteneğini, aklını, gücünü, kuvvetini, olması gereken yerde maksimum olarak kullanmasını talep ediyor.
Bu öyle bir taleptir ki, cephe ve cephe gerisi için yapılması gerekeni yapmamızı yalnız devrimci olmanın değil, ahlaklı ve hatta insan olmanın biricik ölçütü haline getirmiş bulunuyor.

Zaferin yakınlaştığı an, sanılanın aksine, o zaferin garanti altına alındığı an değildir. Bütün savaşların tarihi zafere en yakın olunan anda, en büyük tehlikelerin yaşandığını bize öğretmiş olmalıdır. Yenilgiye uğrayacağını anlayan düşman çekildiği her karış toprağı yakar, yıkar, sivilleri yok eder. Şu birkaç aydır Türk devletinin gerillaya karşı kimyasal silahlar da içinde, her türlü teknikle, gözü dönmüşçesine saldırması, PKK’nin ve PYD’nin sivil siyasi görevlilerine suikastler düzenlemesi, Zaxo’da ve Kobanê başta Rojava kent ve kasabalarını insansızlaştırma amaçlı bombardımanları yenilgi öncesi şuursuz saldırganlığın örnekleridir. Bugün bu barbar saldırganlığa karşı direnen gerillaya verilecek olan insani, mali, lojistik destekteki her hangi bir zayıflık zaferi tahminlerin çok ötesinde tehlikeye düşürür.

PKK sözcüleri, şu son günlerde yaptıkları her konuşmada, yazdıkları her yazıda “savaşın yükü gerillanın omuzuna bırakılmamalı” derken, gençlere çağrı üstüne çağrı yaparken gerilla hareketinin zayıflığından değil, zaferin yakınlaştığı şu aşamanın büyük tehlikelere gebe olmasından söz ediyorlar.

Abdullah Öcalan’ın “hiçbir şey yapamayan evinde dua etsin” dediği dönemlerde değiliz. “Hiçbir şey yapamayacak halde olanlar bile bir şeyler yapmalıdır” denecek günlerden geçiyoruz. Dua edenler slogan atmalı, slogan atanlar asfaltta yürümeli, asfaltta yürüyenler ovada koşmalı, ovada koşanlar yalçın kayalıklara tırmanmalı. Gerilla NATO’nun ikinci büyük ordusuna, kullandığı silahlara, tekniğe ve arkasındaki küresel desteğe karşı “yapılması imkansız olanı” nasıl yapıyorsa, bu devasa orduyu Zap’da, Avaşîn’de, Heftanîn’de nasıl mevzilerine gömmeyi başarıyorsa, gençler kendilerine yapılan çağrılara cesaretle ve yaratıcılıkla yanıt vermeli, cephe gerisinde yer alan her insan kendisinden talep edilenleri yerine getirmek için maddi manevi son gücünü kullanmalıdır.

Kullanmalıdır, çünkü son gücümüzü kullanmadığımız zaman, zafere giden yol uzar ve zafer bayramında bizimle kucaklaşacak olan kim bilir kaç gerilla toprağa düşer. Ve her düşen evladımız vicdanımızda büyük yaralar açar. Ölmeden ölmüş gibi oluruz.

“Evladımızı öldürmüş gibi oluruz” demeye dilim varmıyor.

Ama elinden yazmaktan başka bir şey gelmeyen bir adam olarak haddimi aşma pahasına şunu diyebilirim:

Zaferde payı olmayanın bayramda yeri olmaz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.