15 Ağustos için not

Selim FERAT yazdı —

 

I.

15 Ağustos’un büyük tarihi bir hikaye olduğunu bilerek yazıyorum.

"Newroz gibi Kürtlerin ulusal destanıdır" (Cemil Bayık) değerlendirmesi, 15 Ağustosu gerçekleştiren adresin 37 yıl sonra, bu çıkışa yüklediği anlam.

İnanıyorum ki tüm politik betimlemelerin yanında, 15 Ağustos eyleminin, Kürdistan toplumu, toplumları bireyleri ve bireyi üzerindeki etkisi derince araştırılmalı ve teorileştirilmelidir.

Biraz da bir deprem olarak düşünürsek, Kürdistan’daki toplumsal gelişmelerin sentezinden oluşan böylesi örgütlü bir eylemin, dolaysız etki alanı Eruh/Şemdinli ve giderek Botan olmuştu.

Bu "deprem"in bir haber olarak öncelikle Kuzey Kürdistan’ın diğer bölgelerine ve daha sonra da diğer parçalara yayılması için devamının gelmesi gerekiyordu.

Ancak herkesi şaşkınlık içinde bırakan, Ankara’nın kanını donduran, Kürt yoksullarının tansiyonunu yükselten bu çıkışın bir de yaşama tercüme edilmesi gerekiyordu.

Dönemi yaşayanlardan biri olarak, Serhat bölgesinde dönemin sorularını başlıklar biçiminde aktarmak istiyorum:

Ne olacak? (sevinç/ korku/ müjde/ nihayet/ helal olsun/ gecikti bile cümlelerinin tümünü içeren bir soru)

Devam ettirecek güçleri var mı?

Devlet nasıl cevap verecek?

Bunlar başımıza yeniden bela açtılar, ne olacak?...

 

II.

Geriye dönüp baktığımızda;

37 yıl önce 15 Ağustos’ta başlatılan askeri hamle, önceki siyasi gelişmelerin tümünün toplamından çıkan bir sonuç olarak kabul edilmelidir.

Üst düzeyde sarsıcı bir nokta operasyonu olarak düşünürsek, Türk devletinin Kürdistan’da kullandığı silahlar geri tepti.

Kendilerine sesli "Türküz" diyen Kürtler, Türk olmadıklarını çoktan anlamışlardı.

Sessizlik hakimdi.

Kendilerin sessizce "Kürt’üz" diyen yoksul köylüler, patlamaya hazır bir yanardağa hapsedilmiş lav kadar tehditkarlardı.

Cesaret, sessiz kalmak ile haykırmak arasındaki çeperi dinamitlemişti.

Devletin yanıtı, Kürt’e dair iletişimi yasaklamak olmuştu. Ancak, yasak, red, inkar, geri tepecek silahı tetikleyecek çarktı.

Silahın geri tepmeyeceğinden emin olan Ankara merkezli kolonyal güç, "Kürdistan burada metfundur" resminin verdiği güvenceyle, "ölünün hortlaması"nın imkansız olduğundan hareket ediyordu.

Ölülerin dirilmeyeceğini Kürdistan’da yaşayanlar da biliyorlardı. Ancak bir ölünün, yaşadığını sanan bir sosyal varlığın, aslında yaşamadığını idrak etmesine neden olabilirdi.

37 yıl önce 15 Ağustos’ta startı verilen silahlı mücadeleden önce de silah kullanıldı. Ancak tarihi bir politik-psikolojik, toplumsal hikaye olarak tanımlarsak, bu hikayenin senaryosunu yazanlar ve onu sahneleştirenler, 15 Ağustos’u "silahlı mücadeleye başlangıç" tarihi olarak kaydettiler.

Öncesinde, 70’lı yılların ikinci yarısından sonra, Kuzey Kürdistan’da ortaya çıkan siyasi örgütlenmelerin dayandığı sosyalist öncü, Dr. Şivan olmuştu.

Güney Kürdistan’da yargılanarak infaz edilen, döneminin önde gelen sosyalist önderi Dr. Şivan: 1970’de, Güney Kürdistan’daki Hareketi kastederek: "Kürt Milli Direnme Hareketini silah zoruyla boğmak, mümkün değildir artık" cümlesine imza atan sosyalistti.

Ne oldu?...

 

III.

Kürdistan’daki direniş devam ediyor.

Batı, özellikle ABD ve Almanya, Kürdistan’daki direniş karşısında yenilen Recep Tayyip rejimini "suni teneffüse" aldılar.

Öyle ki, Türkiye’deki korkak gölgelerin aslarından Muharrem İnce bile: "Batsın senin saray merakın batsın" dedi.

Sadece bu adamın saray merakını değil, Türkiye Kürdistanlıları hiçe sayan bu son hükümdar rejimin de, insan ve halkların işine yaramadığını deklere edecek olan, 15 Ağustos’un devamındaki direniş olacak.

Başka türlü olmayacağını bilen zamanın politik teorisyeni Dr. Şivan’ın kâhiyane/realist öngörüsüne minnet borcuyla…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.