Abdülcanbaz yazar olsaydı

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Artık günde en az iki, bazen dört-beş “konuşma yazısı okuyan” Erdoğan’ın yazıları “okur dinleyicilerde” kabak tadı uyandırdığı için, Abdülkadir Selvi denilen gazeteci, Erdoğan’ın “okuduğu yazıları” okunur hale getirmek için, itiraf ederim ki, yazılarına esrarengiz bir hava vermeyi beceriyor.

Yazımın başlığı İlhan Selçuk’un kardeşi ünlü karikatürist Turhan Selçuk'un çizgi roman kahramanına verdiği isimden mülhemdir. Yazının konusuyla ilgisi yoktur. Sırf “merak” edesiniz diye böyle bir başlık atılmıştır. Yazarlığın “kandırıkçılığıdır.”

Bir örgütü temsil eden kişinin yazdığı ya da yazacağı yazı, hiçbir şeye benzemese de neden okunur?

Okunur çünkü, en azından o örgütün taraftarları “örgütümüz falanca konuda ne diyor?” diye merak eder de o yüzden okur.

O nedenle örgütü temsil eden kişiler yazılarını okutmak için hiçbir yazarlık çabasına girmezler. “Şu şudur, bu da budur” der geçerler.

Mesela kendisi “yazar değil, okur” olan Erdoğan aslında kendisi adına yazılan yazıları prompterden kıraat eder. Bu yazılar da örgüt yazıları olduğu için, okurun bu yazıları sıkılmadan okumasını sağlayacak hiçbir merak uyandırıcı unsura sahip değildir. “Ne ev hapsi, adam çıkmak istemiyor, ev mev hapsi yok” der, geçer.

Oysa yazısının okunması için ben onun yerinde olsam, yazıma şöyle girerdim:

“İmralı nedir? Devletimizin içindekilere kiraya verdiği bir hane, yani evdir. Dört duvarı, tabanı ve tavanı vardır.”

Okur bu cümleyi okur okumaz “ne diyor ya hu bu adam?” diye merakla ikinci cümleyi okurdu:

“Bu kardeşiniz, İmralı evini bir kiracıya ömür boyu kiraladı, ama şimdi bir zaruret oldu, onu evden çıkarmak istiyoruz, ama kiracı çıkmıyor.”

Okurun merakı iyice gıcıklanırdı.

“Bu fakir kiracıları elbette evden zorla çıkaracak değil ya…” diye devam ederdim.

Artık günde en az iki, bazen dört-beş “konuşma yazısı okuyan” Erdoğan’ın yazıları “okur dinleyicilerde” kabak tadı uyandırdığı için, Abdülkadir Selvi denilen gazeteci, Erdoğan’ın “okuduğu yazıları” okunur hale getirmek için, itiraf ederim ki, yazılarına esrarengiz bir hava vermeyi beceriyor. Bakın dünkü yazısının başlığı neymiş:

“Yeni sürecin püf noktası.”

Camcı değilseniz, bir çay bardağı üretmek için, erimiş camı bir ince boruya bulayıp borunun ucunu üflememişseniz, ya da bardak, şişe üretiminin geleneksel yönteminden haberiniz yoksa bu başlık sizin için merak uyandırıcı olmaz. Ama bu Abdül Selvi, benim Paşabahçe ürünlerine olan ilgimi, muhtemelen MİT’ten öğrendiği için, bu başlığı hasseten atmış. Çünkü yine aynı kaynaklardan, artık “Erdoğan’ın konuşmasının şifreleri” başlıklı yazılarını okumadığımı öğrenmiş. Ve merak edeyim de okuyayım diye yazısına “yeni sürecin püf noktası” başlığını atmış. Siz bu başlığa bakar geçersiniz. Çünkü “püf noktası” denince, “işin en bilinmeyen ince noktası” diye düşünürsünüz. “İşin böyle bir noktası olmadığını” bildiğiniz için de başlık ilginizi çekmez.

Ama ben başlığı okur okumaz tuzağa düşüverdim. “Vay canına dedim, demek ki Abdül kardeşim, yeni sürecin zayıf noktasını açıklayacak.” Yazıyı merakla baştan sona okudum. Okumaz olaydım. Bilmem kaçıncı defa aynı masalı “1, 2, 3, 100” diye maddeler halinde sıralamış.

Sanırım neden tuzağa düştüğümü merak etmeye başladınız değil mi? Ben de zaten örgüt adına konuşmayan bir köşe yazarı olarak yazımı okutmak için merak duymanızı sağlıyorum. Merak etmeseniz, yazımı neden okuyacaksınız ki? Madem meraklandınız, bu fakir yazarınızı takdir etmelisiniz.

“Püf noktası” nedir?

Şimdiki sanayi ürünü bardaklarda ve şişelerde mevcut olmayan bir “noktadır.” Vaktiyle cam “pipo” denilen bir ince boruya erimiş cam bulanarak ve üflenip balon haline getirilip, sonra maharetli cam ustasının bu balonu hareketlendirmesiyle şişe, vazo, bardak şekline sokulurdu.

İşte bu üfleme sırasında camın içinde bazan belli belirsiz bir hava boşluğu meydana gelirdi. İşte bu nokta elinizdeki vazo ya da şişenin en zayıf noktasıdır. Küçük bir darbede eskiden imal edilmiş bu gibi cam eşyaların kolayca kırılması bu yüzden olurdu. Vaktiyle ince çay bardaklarına sıcak su koyar koymaz çoğu zaman bu yüzden kırılırdı. Bir zamanlar kalın camdan “kırılmaz bardaklar” üretilmişti. Yere düştüğünde kırılmayan bu bardaklar, bazan düştüğünde tuzla buz olurdu. Hep bu yüzden.

Acaba diyorum, Abdülcanbaz, bu yazının başlığını sırf beni tuzağa düşürmek için yazmadı da, “yeni sürecin püf noktasını” bildiğini ilgili mercilere göstermek ya da hissettirmek için mi yazdı diye düşünmeden edemiyorum.

Siz ne düşünüyorsunuz?

“Yeni sürecin püf noktası” var mıdır?

Quto soruma cevap verdi: “Olmaz olur mu Veysi abe, yeni sürecin püf noktası bana öyle geliy ki, Erdoğan’ın kendisi, yüzümüze tüküriy, Avril baranı dememizi bekliy”.

Düşündüm. Çocuk doğru söylüyor. Elindeki camcı “piposunu” öyle bir nefretle üflüyor ki, sarayın kurşun geçirmez camları bile böyle bir üflemeye dayanamaz.

Adamın ciğerleri kuvvetli. Biliyorsunuz, kendileri çağımızın en ünlü futbolcusudur. Ciğerlerini bir nefesle doldursun, futbol sahasını yüz kere fır döner ki, ikinci defa nefes bile almaz. Dünyayı balon yapıp bir üflesin, vallahi kıyamet kopar.

Yani “yeni sürecin püf noktasıdır.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.