Aday kriterleri üstüne bir deneme
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Seçilmiş kişi halkın bir ferdidir. İyisi de olur, kötüsü de. Şahsi menfaat peşinde koşan da vardır, halkın menfaatleri peşinde koşan da. Kimisi halkın menfaatini koruyacağım diye yalan da söyler, kimisi halkın menfaatini koruyacağım derken tepeden tırnağa samimidir.
Halk başka, seçilmiş kişi başkadır.
Halkın menfaati ve bu menfaatin gereği talepleri anasının ak sütü gibi helaldir.
Seçilmiş kişi halkın bir ferdidir. İyisi de olur, kötüsü de. Şahsi menfaat peşinde koşan da vardır, halkın menfaatleri peşinde koşan da. Kimisi halkın menfaatini koruyacağım diye yalan da söyler, kimisi halkın menfaatini koruyacağım derken tepeden tırnağa samimidir.
Hiç tanımadığın aday kavun değil ki, koklayıp olgun mu değil mi anlayasın. Adayı seçim kampanyasında kürsüye çıktığında görüyorsun. Haline tavrına, havasına suyuna bakıyorsun. Sözünü duyuyorsun, özünden haberin yok. Basıyorsun mühürü, adayı seçiyorsun; artık TBMM’ye mi olur, Belediyeye mi olur, gönderiyorsun.
Tamam işte, gönderdikten sonra başlıyorsun tanımaya. Artık bahtın neyse o çıkar falına. Kimi zaman “tam isabet” diyorsun, kimi zaman “oy veren elim kırılsın e mi” diyorsun. Talih oyunu gibi bir şey yani.
Seksen milyonluk ülke. Her partinin listesinde 550 aday. Liste seçime bir ay kala karşına çıkmış. Bir tek şansın var. Desteklediğin partiye güvenmek. Partinin tamamına da değil. En tepe yönetime, hatta tek bir lidere güvenmekten başka şansın yok. “Listeyi o yaptı, demek ki iyi yaptı” diyerek körlemeden sandığa oyunu atıyorsun.
Attığın oy isabetli olur ya da olmaz. Ama birey olarak seçmen oyunu kendi şahsi menfaatini de kapsayan halk menfaati için kullanır. Hiçbir seçmen “bu listeyi bana rüşvet versinler” diyerek desteklemez. Kimisi “özgürlük versin”, kimisi “ekmek” versin diye oy kullanır.
Ya seçilen! Eğer tıyneti bozuğun biriyse “kapağı bir meclise atayım, köşeyi döneyim” diye aday olmuştur. Ne sen bunun farkındasın, ne halk bunun farkında. Demagog çulsuzdur, bir yıl sonra bir de bakmışsın saraya kurulmuş. Bir eli yağda bir eli balda.
Meşrutiyet’ten beri her seçimde başımıza gelen bu değil mi?
Eğri oturalım, doğru konuşalım. Halkın kelle koltukta kurup desteklediği, yönetenlerin nöbetle zindana girdiği, kimisi yargısız infaza uğradığı bizim partilerimizin bile adaylarını hakkıyla tanıdığımızı söylememiz mümkün mü? Kimisini elbette tanıyoruz. Kasabamızda yıllar ve yıllar boyunca diyelim ki Özgür Gündem gazetesi dağıtmış. Onu her sabah kapımızın altından gazete atarken görmüşlüğümüz var. Başına gelmedik kalmamış. Hizb-ul Kontra’nın namlusu ensesinde. Oradan ilçe yönetimine seçilmiş. Ardından İl başkanı olmuş. Derken Genel Merkez’de. Bakıyoruz gazete dağıtırken de “bir lokma bir hırka” yaşamış, önce Belediye’ye, ardından TBMM’ye gittiğinde de yine “bir lokma bir hırka” yaşamaya devam etmiş. Şansımız olmuş ki, parti yönetimimiz onu buralara kadar getirmiş. Başımız gözümüz üstüne.
Adayımız avukattır, doktordur, mühendistir, dahası aşiret reisidir. Soyadı Türk, kendisi Kürtoğlu ya da Kürtkızı Kürttür. Defalarca göz altına alınmıştır. Seçilmiş, ama bir ayağı seçildiği Meclis’teyse, öteki ayağı ve tüm bedeni, ne zaman tepemize bombalar yağdıysa yanımızda olmuştur. Ölümü ensesinde hissetmiş, bana mısın dememiştir. Varlıklıdır, arabası vardır, lakin görevi devredip kasabamıza geldiğinde o güzelim araba hurdaya dönmüştür.
İşte bu seçilmiş kişiyle halk aynı paranın iki yüzü gibidir. Halkın menfaati ile onun menfaati tıpkısının aynıdır. Gerçek halk temsilcisidir. İsimlerini sıralamaya kalksam, sayıları az değildir. Ötekileri sıralasam utanırız. Öyleleri vardır. Beterleri de. Sızıntılar, teslim alınanlar.
Zurnanın zırt dediği yere geldik. Rejim faşist. Devlet kavi. İstihbarat “hinzır”. Sızıntı da olur, satın almalar da olur. Bizim bozukluğumuzdan değildir. Ne demişler “pire itde, MİT yiğitte bulunur.” Çaresi vardır. Gün yirmi dört saat çalışmayana, bir yerine nişadır sürülmüş gibi o serhıldan senin, bu barikat benim diyerek tabanlarını kaldırmayanlara, çok konuşup boş konuşana, “ben” diye başlayıp “ben” diye bitirene, varını yoğunu halk uğruna tepmeyenlere, mebus maaşını “yatırım” belleyene, ev bark edinip, yüklü emeklilikten başka bir şey düşünmeyene ve “ahlaki politik toplumun” güvenilir bir mensubu olmayı beceremeyenlere, gözü işte eli oynaşta olanlara, “eline, beline, diline” hakim olamayanlara “adaylık” vermeyeceksin. Öyle bir hummalı faaliyete sokacaksın ki, en değme “polis hafiyesi” tıpkı bir “gerilla ya da milis” gibi koştursun. Sonunda da “ya hu devlete mi hizmet ediyorum, PKK’ye mi?” diye diye bunalıma girsin. Çalışan demir paslanmaz, dinamo gibi partide sızıntılar barınamaz.
Yine önümüzde bir seçim var ya…O nedenle aklıma gelenleri yazayım dedim.