‘Beyaz Türk’-‘Esmer Türk’ 

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Şu son “Adem ile Havva” kışkırtması, Sezen Aksu’nun evinin önüne yığılanlar bile bize tehlikeyi gösteriyor. “Hapse atın, evine barkına el koyun” avazeleri 6-7 Eylül pogromunun yankısı gibi.

Bütün kamuoyu yoklamaları AKP’de erime ve fakat CHP’de çoğalma yok diyor.  

Neden acaba? 

Muhafazakarlık çok kuvvetli de o nedenle mi?  Bunun rolü var olmasına var da, o muhafazakar dedikleriniz gerçekten dinin vecibelerini, diyelim ki Taliban gibi mi uyguluyor? Geçtiğimiz gün müftü müdür nedir, birisi alkollü araç kullanmaktan yakayı ele verdi, adamı memuriyetten attılar. Ben size en çok alkol tüketilen illerden birinin Konya olduğunu hatırlatmak isterim.  

Dahası, şu son Özal ve AKP döneminde muhafazakar kitle iyice baştan çıktı. “Pudra şekeri”ydi, vurgunculuktu, yolsuzluktu, rüşvetçilikti, mafyacılıktı, tarikat yurtlarında oğlan çocuklarına tecavüzdü, badecilikti filan gırla gidiyor. Ama bunlar bir türlü “laik” olmuyor.  

O halde mesele “muhafazakarlık” meselesi değil. Millet meselesi.   

Birbirine benzemeyen üç millet var Türkiye’de. Birisi laik-modern Türk milleti, ikincisi muhafazakar esmer Türk milleti, üçüncüsü de demokratik ve “zenci”  Kürt milleti. Ancak konumuz “iki Türk milleti”yle sınırlı.  

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu dönemde Anadolu nüfusu henüz modern anlamda “millet” değildi. Cumhuriyet yönetimi bu nüfusun içinden “milletin fertleri” olmaya en hazır olanlardan Türk milletini yukarıdan aşağıya inşa etti. Bu inşa 1950 yılına geldiğimizde nüfusun yüzde yirmibeşini ancak kapsayabildi. O güne kadar Anadolu kasaba ve köylerindeki nüfus kendi haline bırakılmıştı. Devletin “milletleştirme” çabalarının dışında kalmıştı. Menderes döneminde kapitalizm gelişti. Yollar yapıldı. Nüfusun bu yüzde ellilik bölümü bu süreçte “millet” oldu. Doğan “yeni burjuvazi” bu nüfusu etrafında topladı. 

Bu iki millet (bunlara bizim mahalle, sizin mahalle deniyor) hiçbir zaman “kederde ve kıvançta” kendini “tek millet” olarak hissetmedi. Hatta birbirine neredeyse düşman gözüyle baktı.  

Bu iki ayrı milletleşme süreci Türk politikasında büyük rol oynamakta. 

Eğer Türkler Cumhuriyetle birlikte “tek millet” olarak varolsaydı ve ideolojik, politik akımlar bu sosyolojik tabana dayansaydı, politik partiler arasındaki mücadele “yüzde yirmibeşlik laik akım” ile “yüzde ellilik muhafazakar akım” olarak donup kalmazdı. Konjonktüre bağlı olarak çok ciddi kaymalar ortaya çıkardı.  

Ama iş “iki farklı milletleşme sürecinden geçmiş” olan iki farklı millete dayanınca,  namaz kılan Beyaz Türk namaz kılan Esmerle, kafayı çeken Esmer de “ayyaş” dediği Beyaz Türkle kendini “aynı milletin” mensubu gibi göremiyor.  

CHP’nin çok partili rejime geçildikten sonra bir türlü halk çoğunluğunun mutlak desteğini alamaması, bu partinin beceriksizliğinden dolayı değil, çoğunluk “millete” “yabancı” bir “milletin” temsilcisi olmasındandır. Oylarının yüzde yirmibeşlerde kalması da, Cumhuriyetin inşa ettiği laik-modern Beyaz Türk milletinin nüfus içinde yüzde yirmibeşlik bir yer tutmasındandır. 

Bir de şu var: CHP özellikle sosyalistlerin Beyaz Türk milletini “karşıt sınıflara bölmesini” önlemek için varını yoğunu bu yüzde yirmibeşlik Türk milletinde egemen olmaya harcadığı ve milliyetçi Kemalizm bayrağına sımsıkı sarıldığı için, yüzde ellilik nüfustan kaçınılmazlıkla uzak kalmıştır.  

Buna karşılık Menderes’ten Erdoğan’a kadar tüm sağ kanat politikacılar, yüzde ellilik Esmer Türk milletinin içinde mevzilenmiştir. Tıpkı CHP gibi, bunlar da Esmer Türklerin sınıfsal ayrışmasını milliyetçi islamcılıkla perdelemiştir. 

Ve şimdi yeni dünya şartlarında bu iki ayrı Türk milleti arasındaki çelişkilerin olağanüstü derinleşmekte olduğunu görüyoruz. Faşist rejim temsil ettiği çoğunluktaki Türk milletini tehlikeli şekilde kışkırtmakta, ülkeyi adım adım iç savaşa doğru sürüklemektedir. 

Yalnız şu son “Adem ile Havva” kışkırtması, Sezen Aksu’nun evinin önüne yığılanlar bile bize tehlikeyi gösteriyor. “Hapse atın, evine barkına el koyun” avazeleri 6-7 Eylül pogromunun yankısı gibi. Ekrem İmamoğlu’na “Pontus” dendiğini not edelim. 

Türkiye’nin nüfus yapısında devrimci bir değişiklik olmadıkça, gelecekte durum çok daha ağırlaşacaktır. MÜSİAD’çıların TÜSİAD’çı sermayeye ve pazara saldıracakları günler yaşanacaktır. Faşizm aynı zamanda en dinci, en emperyalist ve en militarist sermayenin terörist diktatörlüğüdür. 

Çözüm nedir? Çözüm Abdullah Öcalan’ın “demokratik ulus” programındadır. Üçüncü yolun öncüsü Kürt ulusudur. İki karşıt Türk milletlerinin içindeki emekçi sınıflar bu kollektif öncülüğe adaydır. Demokratik Cumhuriyet demokratik ulus temelinde kurulduğu zaman eşitlikçi sınıf mücadelesinin önündeki en büyük “düşman milletler” engeli kalkacak, buradan “kadın özgürlükçü, ekolojik, komünal/sosyalist, ahlaki politik topluma” yürümek mümkün olacaktır. Sonrası Ortadoğu ve Kafkasya’nın Konfederal temelde “demokratik uluslaşma” sürecine girmesidir. İşte o gün demokratik ulusta birleşen farklı milletlerin işçi sınıfları zincirlerini kıracak, yeni bir güçle tarih sahnesinde devrimci misyonunu oynayacaktır. 

Aktüel olarak ise, HDP, yüzde yirmibeşlik Türk milletinin sınırları içine hapsolmuş Türkiye sosyalist hareketiyle ittifak kurarak, böylece solu bu dar havuzdan çıkararak ve bu ittifakı genişleterek “iki Türk milleti arasındaki tarihsel kavganın” alternatifini yaratıyor.  

Asıl iş budur. Kamuoyu yoklamalarıyla kendinizi yormayın.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.