Cephe gerisindeki bizlerin görevi 

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Dünyanın bütün ülkelerinde yaşayan Kürt halkı ve onun enternasyonal dostları, bu “vicdan meydan savaşının” birer savaşçısı olarak, halkları aydınlatmak, Erdoğan rejiminin insanlık dışı yüzünü herkese göstermek, halkların kendi hükümetlerini bu vahşete karşı çıkmaya zorlamak için elden geleni yaptıkları zaman, kimyasal silahlar kesinlikle susacaktır.

Birinci Dünya Savaşı’nda önce Alman ordusu, sonra Fransızlar ve İngilizler birbirlerine karşı kimyasal silah kullandılar.

Fakat İkinci Dünya Savaşı, birinciyle kıyaslanmayacak kadar acımasız olduğu ve eşi görülmemiş kitlesel ölümlere yol açtığı halde, üstelik ortada bu silahları yasaklayan her hangi bir anlaşma yokken, Yahudileri gaz odalarında boğan Naziler bile savaşta kimyasal silah kullanmadı.

Eğer Hitler son aşamaya ulaştırdığı nükleer silahı elde edebilseydi, yenilginin eşiğinde onu kullanmaktan bir an bile çekinmeyecekti. Kaldı ki, ABD, Japonya’nın Sovyetler tarafından Mançurya’da yenilmiş olmasına rağmen, atom bombasını, savaş sonrasında Sovyetleri bloke etmek amacıyla kullanmıştı.

İyi de neden savaşta kimyasal silah kullanmadılar? Çok açık: Çünkü bu silahların kullanılması savaşın sonucuna nitel olarak tesir etmeyecekti. Bunlar her ne kadar kitle imha silahları olsa bile, ancak kullanıldıkları nisbeten sınırlı bir alanda etkide bulunuyordu. Ancak, bu silahlar askerler üzerinde tarifi mümkün olmayan acılara, kimi zaman saatler süren can çekişmelerle ölüme sebep oluyorlardı. Savaşta insan öldürme eylemi böylece “işkenceyle” öldürme eylemine dönüşüyordu. Bir bunkerde ya da makinalı tüfek yuvasında düşmanı mazgaldan atılan bir el bombasıyla öldürmek yerine, buraya kimyasal silahla saldırmak aslında “ölüm” açısından aynı sonucu verecek olsa da, oradaki askerlerin el bombasıyla ölmesi başka, kimyasal silahla ölmesi bambaşka sonuç veriyordu: Birinde ölüyordun, diğerinde cehennem azabı çekerek can veriyordun.

Thomas Hobbes devlete “Leviathan” demişti. Leviathan Sümer ve Babil mitolojisinde “canavara” verilen isimdi. Kıtab-ı Mukades de bu “canavarı” aynı şekilde adlandırmıştı. Demek ki, hepsi birer “canavar” olan devletler bile, ister düşman, ister kendi askeri olsun, onların kimyasal silahlarla “işkence” çeke çeke ölümleri karşısında “rikkate” gelmişti. Hitler bile…

Ancak bu “acıma” duygusunun arkasında “ben kimyasal silah kullanırsam, o da kullanır dengesi” yatıyordu. Bu denge bozulduğu anda, “Leviathan” kimyasal silahları gözünü kırpmadan kullanmıştır. Tıpkı başında Erdoğan’ın bulunduğu devlet gibi.

En büyük dengesizlik, devletle sivil halk arasındaki dengesizliktir. O nedenle Saddam silahsız Kürtlere karşı acımasızca bu silahlarla soykırım yapmıştır.

Dengesizlik Türk ordusu ile gerilla arasında da var. Ancak bu dengesizlik kimyasal silahların yalnız Türk ordusunda olmasından, HPG’nin kendisine karşı bu silahlarla cevap verme imkanı olmamasından doğmuyor. Daha önce de yazdığım gibi, kimyasal zehirli gazlar sadece devletlerin tekelinde olmaktan ne zamandır çıkmıştır. Japonya’da terörist bir tarikat bu silahları kullanmıştır. Adana’da El Nusra elemanlarının cephaneliğinde “sarin gazı” tüpleri ele geçirilmiştir. Dengesizlik TSK’nın yasaklanmış kimyasal silah kullanmasına karşı, HPG’nin bu yola “savaş hukuku ve ahlakı” gereği bilinçli olarak başvurmaması nedeniyle ortaya çıkmaktadır.

HPG çok uzun bir zamandan beri devletlerarası savaş hukukuna harfiyen uyuyor. Anti-personel mayınlarla ilgili sözleşmeyi resmen imzalamıştır. Sivil hedeflere askeri eylemler yapmamaktadır. Elindeki esirleri öldürmemekte, onlara işkence yapmamakta, beslenmelerine ve sağlıklarına, hatta aileleriyle haberleşmelerine imkan sağlamaktadır. Türk devleti ise son görüntülerin de gösterdiği gibi, savaş suçu işliyor, gerillaya karşı kimyasal silahları, fosfor bombalarını kullanıyor.PKK’li esirlere işkence yapıyor, onları askeri sırları itirafa zorluyor, zindanlarda öldürüyor. En büyük “savaş esiri” olan Öcalan’ın üstünde, eşi görülmemiş bir “İmralı işkencesi” uyguluyor. Kurdistan bodrumlarında sayısız sivil insanı, çocukları, kadınları, yaşlıları yakarak katletmiştir. Silahsız ve sivil alanlarda çalışan PKK’li diplomatlara, gazetecilere, bilim insanlarına, jineoloji alanında araştırma yapan kadınlara karşı SİHA’larla suikastler düzenlemektedir.

Türk devleti HPG’nin kendisine karşı, tıpkı kendisinin kullandığı yasaklanmış  silah ve yöntemlerle cevap vermeyeceğine, yani onun savaş hukukuna ve ahlakına “güvenerek” 14 Nisan’dan beri savuş hukukunu çiğniyor ve “canavarca” katliamlar yapıyor.  Biliyor ki, HPG savaş hukukuna aykırı en küçük bir adımla bu barbarlığa karşı yanıt verdiğinde, yalnız Türk psikolojik savaş aygıtı değil, NATO ve AB devletleri dünyayı ayağa kaldıracaktır.

Ne yazık ki, bırakalım savaş hukukuna aykırı adımları, HPG savaşçıları Kurdistan sınırlarını aşıp da, Türk topraklarında ya da metropollerinde askeri bir hedefe ya da polis noktasına, kendi canlarına kıyarak silahlı bir eylem yaptığı zaman bile, müthiş bir koro, ortamı velveleye veriyor.

Biliyoruz ki, HPG, dünyanın ayağa kalkmasından ve güya “şiddete karşı” koronun ortalığı velveleye vermesinden dolayı değil, bu savaşın aynı zamanda “ahlaki politik toplumu inşa” savaşı olduğunun bilinci ve bu savaşta insanlık vicdanını kazanmanın en büyük zafer olacağına inancı yüzünden “Türk Leviathan’ına” onun kullandığı insanlık dışı silah ve yöntemlerle cevap vermiyor.

Siz Avrupa devletlerinin “sessizliğine” bakmayın. Onlar Türk devletiyle HPG arasındaki savaş hakkında kendi vatandaşlarının her geçen gün daha kesin bilgilerle donandığını, gerillanın “demokratik uygarlık” ilkelerine sonuna kadar bağlı kaldığını, savaşta Türk devletinin “suç” işlediğini ve PKK’nin buna “suç işleyerek” karşılık vermediğini gördüklerini çok iyi biliyor.

Demek ki, gerillanın kimyasal silahlara karşı savaşı, yalnız Zap-Avaşîn alanında değil, bu savaş insanlığın vicdanında sürüyor. Bu vicdanı Türk devletinin kimyasal silahları ve devletlerin menfaatleri mi öldürecek, yoksa bu silahlara kahramanca direnerek insanlık vicdanını gerilla mı kazanacak?

İşte günümüzün en temel ve insani sorusu budur.

Dünyanın bütün ülkelerinde yaşayan Kürt halkı ve onun enternasyonal dostları, bu “vicdan meydan savaşının” birer savaşçısı olarak, halkları aydınlatmak, Erdoğan rejiminin insanlık dışı yüzünü herkese göstermek, halkların kendi hükümetlerini bu vahşete karşı çıkmaya zorlamak için elden geleni yaptıkları zaman, kimyasal silahlar kesinlikle susacaktır.

Türk devleti gerillaya karşı zafer kazanamaz. Ama gerillanın nihai zaferi kazanması için cephe gerisindeki hepimizin insanlığın vicdanını kazanması gerekir. O halde kazanalım.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.