Çürüme ve çöküşün sonu

Demir ÇELİK yazdı —

  • Baştan sona çürüyen ve çöken ulus-devlet, ya demokratik ulus esasıyla demokratik ve hukuki sisteme kavuşarak ortak yaşama rızalık verecek ya da toplumsal alt üst oluş sonucu, kendisi gibi inkarda, soykırımda ve savaşta ısrar edenlerin akıbetini yaşayacaktır.
  • Onca zulme ve soykırıma rağmen halklar ve inançlar ortak yaşam iradesi göstermişken, demokratik toplumu inşa kararlaşmasındayken, devlet ya rasyonal ve akılcı çözüm yol ve seçeneklerine gelecek ya da çürümüşlüğünün altında kalacaktır. Başka da bir yol görünmüyor.

Son sahte diploma sıkandalı da göstermiştir ki, Türkiye çürümenin de ötesinde çözülme ve çöküşün eşiğindedir. Düşününüz ki, bir devletin en mahrem yapı ve kurumlarından biri olan e-devlet sistemi, paralel mafyatik yapılar tarafından ele geçirilmiş, devletin yerine getirme sorumluluğunda olan asli görevlerini, bu mafyatik yapı çıkara dayalı ilişkiye dönüştürmüş. Bu durum, açıkça paralel devlet yapılanması olduğu, alışılagelmiş militarist ve Kemalist devlet yapılanması ve kurumsallığının çökertildiğinin, yerine ikame edilenin de devletten çok, çete-mafya-polis organizasyonu bir yapılaşma olduğunu göstermektedir. Yurttaşların devlete emanet ettiği, devletin güvencesi altında olan kişisel özel bilgilerinin elde edilmiş olması, bu bilgilerin kopyalanarak yasadışı ve gayri- meşru işlerde kullanılması, ulus- devletin ipinin pazara çıkarıldığının göstergesidir. Kaldı ki, ifşa edilenler, muhtemelen buzdağının yalnızca görünen kısmıdır. Çok daha yaygın, çok daha derin ilişkilerin söz konusu olduğu açıktır. 

En basit ifade ile klasik devlet tarifi; vatandaşının can ve mal güvenliğini sağlayan, kesimlere ve kişilere eşit mesafede duran, adalet, sağlık ve eğitim başta olmak üzere topluma karşı görev ve sorumlulukları gereği hizmet üreten ve üretilen hizmeti vatandaşlarına eşit dağıtan siyasal organizasyon demektir. Peki, yüzyıllık Türk ulus-devleti, bu kriterlere göre demokratik, evrensel hukuka uygun bir devlet yapılanması mı? Yoksa oldum olası inkarcı, katliamcı otoriter ve totaliter olan bir devlet yapılanması mı? Açıktır ki, araştırıp incelediğimizde, Türk ulus-devleti hiçbir zaman diliminde, demokratik ve hukuki sistem olmadığını görmüş olacağız. Bunun da en önde gelen nedeni, toplumun çoklu kimliklerini, çoklu kültürlerini inkar etmesi, tekçi ve katı merkeziyetçi zihniyetini topluma ve topluluklara dayatmış olmasıdır. Farklılıkları ortadan kaldırma, bunun mümkün olmadığı koşullarda asimilasyon ve kültürel soykırımla farklı olanları başkalaşıma uğratma ve tekçi yapı içinde eritme zihniyeti, yüzyıllık temel yaklaşımı ve politik önceliği olmuştur.

Sadece bu son gelişme bile, Türk ulus-devletinin Kürt ve Kürdistan karşıtlığı stratejisindeki ısrarı sonucu yapısal ve kurumsal çürümüşlüğü ne denli yaşadığını göstermesi açısından öğreticidir. Çünkü devlet; Kürt’e, Alevi’ye, 'Ezîdî, Ermeni’ye ve farklı olan diğer halklar ve inançlara karşı, soykırımı kendisine temel yol olarak seçmiştir. 1915-1938 tarihleri arasında halkların, inançların ve farklı olanların kıyımı anlayışıyla topluma ve topluluklara yaklaşan devlet, 1938’den günümüze gelinceye kadar bu anlayışını, uluslararası konjonktürü göz önünde bulundurarak hareket etmiştir. 49’lar davası, 33 Kurşun (Mustafa Muğlalı), Maraş, Çorum, Sivas, Gazi, KCK davaları, Roboski, kayyumlar vb. uygulamalar gibi yüzlerce kez Kürtlere, Alevilere karşı, ‘Bitmemiş Suç Pratiği’ ve ‘Tamamlanmamış Görev’ diyerek katliam, fiziki ve kültürel soykırım uygulamaları içinde olmuştur. Katliam ve soykırımların faillerini cezasızlıkla ödüllendirmiş, Kürt ve Kürdistan karşıtlığında her yol ve işlem mubahtır diyerek faillere arka çıkmıştır. Kürdistan karşıtı olması halinde bireylere ve kesimlere ikbal sunmuş, iktidarın nimetlerinden azami fayda elde etmelerini sağlamıştır. Orduyu, polisi ve güvenlik bürokrasisini kullanamadığı zamanlarda ise, paramiliter yapıları devreye koymuş, onlara ayrıcalıklı şahsiyetler payası vererek, her kapıyı onlara ardına kadar açık tutmuştur.

O nedenle bugün Türkiye mafyatik yapıların at koşturdukları ilkesiz, omurgasız, her tür kirli iş ve işlemin yapıldığı bir ülkeye dönüşmüştür.

Bilim insanlarını, gazeteci ve aydınları, siyasetçi ve sanatçıları muhalif oldukları için cezaevine ya da sürgüne gönderen bu zihniyet, kendisinden yana olanlara akçeli işleri dağıtmakta sınır tanımıyor. Bilim insanlarını barış talep ettikleri için terörize eden bu anlayış, sahte diplomalarla bol keseden prof. unvanı dağıtabiliyor, hak edilmeyen meslek ve kariyer sahibi yapabiliyor. Kendisinden olmayanın malına mülküne çöküyor, hak edilmiş anayasal haklarını gasp edebiliyor, Kürt’ün seçme ve seçilme hakkına el koyabiliyor. Eşit vatandaşlık haklarından yararlandırmadığı gibi dilini, kimliğini ve kültürünü yasaklıyor. Alevinin eşit vatandaş olma hakkını tanımadığı gibi Alevi Bektaşi ve Cemevi Başkanlığı üzerinden kendi kirli sistemine yedeklemeye çalışıyor. Raa/Reya Heq süreğinin tarihi direnişçi çizgisinin hafızasını karartıyor, inanç ve kültürel hafızayı başkalaşıma uğratıyor. Dersim başta olmak üzere Kürdistan’ı insansızlaştırıyor, onbinlerce genci zoraki göçertiyor, yaşam alanlarını yaşanmaz kılıyor, kutsal mekanlarını sular altında bırakıyor. Kadim coğrafyasını terk etmeyenlere ajanlığı, koruculuğu, kumar, içki, fuhuş ve madde bağımlılığını dayatıyor, toplumsal çürümeye neden oluyor.

Baştan sona çürüyen ve çöken ulus-devlet, ya demokratik ulus esasıyla demokratik ve hukuki sisteme kavuşarak ortak yaşama rızalık verecek ya da toplumsal alt üst oluş sonucu, kendisi gibi inkarda, soykırımda ve savaşta ısrar edenlerin akıbetini yaşayacaktır. Onca zulme ve soykırıma rağmen halklar ve inançlar ortak yaşam iradesi göstermişken, demokratik toplumu inşa kararlaşmasındayken, devlet ya rasyonal ve akılcı çözüm yol ve seçeneklerine gelecek ya da çürümüşlüğünün altında kalacaktır. Başka da bir yol görünmüyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.