Devlet nereye koşuyor?

Demir ÇELİK yazdı —

  • Devlet/iktidar, ikili strateji ile hareket etmeye başladı; Rojava’da sonuç almak ve Kürt Özgürlük Hareketi'ni askeri/siyasi tasfiye etmeye çalışmak. Bu, daimi suç pratiğine/düzenine karşı mücadele esastır.

DEMİR ÇELİK

Son iki aydaki gelişmeleri gözlemlediğimde, Türk devletinin/iktidarının sürece yaklaşımında, önceki aylara göre daha mesafeli ve ikircikli davrandığını söyleyebilirim. Bunun nedenlerini irdelemekte yarar var.

Devlet, 2000'lerde oluşan uluslararası konjonktürde, vekil savaşçıları üzerinden PKK’yi askeri alanda yenerek mutlak zaferini ilan edebileceğinin düşüncesiyle hareket etti. DAİŞ’i kullanarak Kobanê’yi düşürmek, Kürdistan’ın Rojava parçasını ilhak etmenin stratejisiyle hareket eden Türk devleti, Başûr’daki askeri üslerini çoğaltıp mekanize savaş aygıtlarıyla tahkim etti; hava saldırısı için Amed'den savaş uçaklarını kaldırmakla yetinmeyip Başûr’daki üslerden helikopter/SİHA da kullanarak ani, hızlı ve daha az maliyetle müdahale olanaklarını elde etti.

Kürt soykırımının başarısı için

Söz konusu askeri stratejiden beklenen başarıyı elde etmek üzere, devleti yeniden re-organize etti; buna da gerekçe oluşturmak üzere, 15 Temmuz 2016’da 'yapay darbe'yi organize etti. Bu sayede hem askeri ve sivil bürokrasideki ‘ayrık otlarını’ temizledi hem de Nisan 2017'deki referandumla tek adam yönetimini perçinledi. Yasama, yürütme ve yargı erklerini tek elde merkezileştirerek, Kürt soykırımında başarılı olmayı önüne koyan bir yapılanma ve aklı devreye koydu. Bu nedenle 2016 öncesinde Erdoğan’a etmedik hakaret bırakmayan Devlet Bahçeli, ani bir u dönüşüyle yeni devletin hizmetine girdi. CHP başta olmak üzere elit siyasi partiler, soykırımda Erdoğan’ın yanında hizalandı. Kürtlere dönük savaşın taraftarlığına soyunan Türk siyaset kurumu, çözümsüzlük girdabında, seçimden seçime Erdoğan’ın tek adam yönetimine meşruiyet kazandırmanın işlevini gördü. Bakûr, Rojava ve Başûr’da karada vekil savaşçılarını devreye koyarak, havada NATO istihbaratı sayesinde İHA ve SİHA’larını uçurarak, hızlı ve ani saldırı konseptiyle sonuç almaya baktılar.

Direnişe ve konjonktüre çarptılar

Zap, Avaşîn ve Metîna’da dört yılı aşan kuşatmayla sonuç almak isteyenler duvara tosladı. III. Dünya Savaşı'nın son dört yılında, özellikle de 7 Ekim 2023’te İsrail-HAMAS, İsrail-Hizbullah ve İsrail- Suriye/İran savaşlarıyla Ortadoğu’da yeni bir konsept ve yeni bir konjonktür oluşuyordu. İran ve Rusya’nın, Suriye ve Ortadoğu’da etsizleştirilmesi paralelinde HTŞ’nin Şam'a taşınması, sevk ve idaresi Türkiye’ye bağlı SMO’nun Suriye’nin kuzeybatısında konuşlandırılması, devleti askeri alanda başarı beklentisi içine soktu. Mevcut konjonktürde bunun mümkün olamayacağı tespitiyle olası risk ve tehlikeleri göz önünde bulunduran devlet, Kürtler ile savaşmak yerine, Kürt-Türk ittifakı ile risk ve tehlikelerin önüne geçmeyi; bu sayede ‘misak-i milli sınırlarım‘ dediği Kürdistan parçalarına yayılmayı ve işgal etmeyi önüne koydu. Bu doğrultuda muhafazakar-milliyetçi kitleleri konsilide etme görevini Bahçeli’ye verdi, Erdoğan’a sessiz kalmasını telkin etti.

Kürt tarafı onları zorlayınca

‘Terörsüz Türkiye’ söylemiyle kastedilenden de anlaşılacağı üzere, Kürt sorununu çözmek değil, sıkışmışlıklarını ötelemek, nefes almak, aleyhlerine olan durumu atlatmak istedikleri açıktı. İktidarın fırsatçı ve pragmatist yaklaşımına rağmen Kürt Özgürlük Hareketi’nin devrimsel hamleleri, onları birşeyler yapmaya zorladı. Durumu idare eden, zamana yayarak çürütmeye çalışmanın yanı sıra uluslararası güçlere kimi tavizler vererek ya da onların stratejilerine uygun pozisyon içine girmeye çalışarak sürecin lehlerine dönmesi beklentisi içine girdiler. Son iki ayda tüccar Trump’ın popülist yaklaşımlarından güç alan devlet, ikili strateji ile hareket etmeye başladı. Öncelikleri, HTŞ ve SMO üzerinden Rojava’yı kuşatmak, uygun zaman ve mekanda askeri saldırıyla sonuç almaktır. İkinci adım ve yaklaşımları ise Kürt Özgürlük Hareketi'ni sürece sahip çıkıyor görünerek, askeri ve siyasetten tasfiye etmeye çalışmaktır.

'Daimi suç' ve 'suç düzeni'

Yüzyıl önce başlayıp günümüzde de devam eden bu ‘suç pratiği‘, ulus devletin tekçi, inkarcı ve katliamcı kurucu zihniyetinin pratiğidir. Artık bu pratik, bir 'hukuk' haline gelmiş olup eksik kalanı tamamlamayı esas alan zincirleme suç fiili ile ‘düşman'ı ortadan kaldırmanın 'daimi suç pratiği'ne dönüşmüş bulunuyor. 'İç düşman' olarak görülen Kürtlerin ortadan kaldırılması için siyasal, sosyal, kültürel, inançsal ve dilsel alanlarda kesintiye uğratılmadan sürdürülen 'daimi suç pratiği' oldu. Ulus devletin 'kurucu suçu', gayri nizami harp üzerinden kendi hukukuna göre kurumsallaştı; eksik kalanını tamamlamak amacıyla 'daimi suç' ve 'suç düzeni'ne dönüştü. Bu 'suç düzeni', Koçgirî'de başladı, günümüze kadar katliam ve soykırımlarla devam etti.

Bize düşen nedir?

Konjonktüre ve içinden geçilen sürece göre kapsamı ve şiddeti değişen bu 'daimi suç pratiği' ile devleti ve elit siyaseti yüzleştirmek ve hesap verir konuma getirmek için daha çok organize olmalı ve mücadele etmeliyiz. Anlaşılacağı üzere bu hamur daha çok su kaldırır. Bu nedenle biz demokratik siyaset yürütücülerine düşen, mücadeleyi esas almaktır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.