Değişim üzerine…

Doğan Barış ABBASOĞLU Haberleri —

  • Güç siyaseti bir değişim yaratmaz, değerlerle hareket eden yapılar değişim yaratır. Özgürlük, eşitlik, kadın özgürlüğü, demokrasi, hak toplumu, komün gibi değerler ve ilerici yapılar güç siyasetiyle uyumsuz; değerler, kolektif zeka ve bilincin geliştirilmesiyle uyumludur.

Beynimiz vücudumuzun sadece yüzde 2’sini oluşturmasına rağmen toplam enerjimizin yüzde 20’sinden fazlasını harcar. Bu nedenle beynimiz, enerjiyi etkili kullanabilmemiz ya da bir nevi enerji tasarrufunda bulunabilmemiz için belirli ve tekrarlanan davranış biçimlerini destekler.

Değişimin beyinde yarattığı biyolojik etki, yumruk yemek ya da bir uzvun kırılmasıyla aşağı yukarı aynıdır.

Bu nedenle insanlar günlük hayatlarını, işlerini, ilişkilerini alışagelmiş yöntemlerle sürdürmeye eğilimlidir. Biyolojimiz bu eğilimimizi cesaretlendirir.  

Hatta ekstrem durumlarda insanlar yaşamın doğal akışıyla oluşan değişikliklere de direniş gösterirler. Psikolojide bu durum Metathesiophobia olarak tanımlanır. İçine kapanık, yeni insanlarla tanışmaktan çekinen, başarısızlık korkusu yaşayan, aşırı korumacı davranışlar sergileyen, geçmişe sürekli öykünen bireylerin sayısı hiç de az değildir.

Toplumlar da değişime dirençlidir

Toplumlar da benzeri bir reflekse sahiptir. Bireylerin alışkanlıkları sevdiği gibi, insan toplulukları da geleneği severler. Gelenek halihazırda devam eden ilişkilerin öngörülebilir şekilde gerçekleşmesini sağlar. Özellikle erkek egemenlikli toplum düzene bayılır. Siyaset kurumları, hukuk; düzenin tekdüze formda devam etmesi için tüm gücünü ortaya koyar.

Değişim fikrini savunmak, değişimi kitlelere benimsetip eyleme geçirmek zordur.

Değişimi savunmak

Bir değişimden bahsettiğimiz zaman önce bu değişimin harici mi iradi mi yoksa politik mi olduğunu belirlememiz gerekiyor.

Harici olarak düşüneceğimiz faktörler topluma, o toplumun öz dinamiklerinin dışındaki güç odaklarından gelen etkilere karşı gelişen tepkileri içerir. Bu doğal da olabilir, beşeri de olabilir. Bu durumda ani bir gelişme ani bir değişim ihtiyacını doğurur ve toplumlar buna refleks gösterir.  

İradi durum ise bir toplumun maddi ve manevi dünyasında bilgiyle birlikte ortaya çıkan bir değişim ihtiyacını ifade eder. Toplumu oluşturan bireyler artık gelenekte, siyasal sistemde kendilerini bulamaz ve bir değişim hareketini iradi olarak ortaya çıkarır.

Politik olan ise bir grubun, genelde toplumun elitlerinin bir toplumun ihtiyaçları konusunda oluşturdukları gündemle toplumu bir değişim yönünde itme, varolan çelişkileri amaçlar doğrultusunda derinleştirme yönündeki eylemleriyle tanımlanabilir.

Değişimin dinamikleri

İnsan topluluklarının tarihte yaşadıkları değişimlerin çok büyük bir kısmının toplumun kendini üzerine bina ettiği temel olguların dış etkenlerle ciddi bir şekilde tehdit altına girmesiyle oluştuğunu biliyoruz. Misal tarımsal üretime dayanan Sümer şehirleri kuraklık sonucu yok oldu. Yine 5’inci yüzyılda Arap yarımadasında yüzyılları bulan kuraklık dönemi nedeniyle Himyaritlerin zayıflaması, Hıristiyan Etiyopya Krallığının işgali gibi tarihsel gelişmelerin büyük bir toplumsal değişimi ifade eden İslam’ın ortaya çıkışındaki etkisi büyüktür.

Yeni bilgiyle değişen toplum

Bir toplumun iç dinamikleriyle, yani yeni bilgiyle, yeni bir anlayışla değişime yönelmesi daha karmaşık bir durumdur. Bu tür değişimler genelde yavaştır fakat olgunluk anlarında çok hızlı ve altüst eden devrim niteliğinde gelişmelere neden olurlar. Bir bilginin ani bir şekilde siyasal, politik açıdan insan hayatını, alışkanlıklarını, eylemlerini değiştirmesi çok nitelikli insana ait bir özelliktir. Değişim bilgisinin toplumlarda ne kadar sürede yer edineceği birçok faktörün etki ettiği bir süreçtir.

Bir elit ya da bir çıkar grubunun kendi bekasına dayalı geliştirdiği değişim süreçleri ise iki uçta ifade edilebilecek sistemleri gerektirir. Neo-liberalizm ve otoriter rejimler bu alanda ortak bir noktayı paylaşırlar. Bugün neo-liberal sistemlerde yaşayan insanların da otoriter rejimlerdeki insanlar gibi değişim konusundaki bilinçli etkileri sınırlıdır. Sömürü, manipülasyon, köktencilik, dehümanizasyon, değersizleştirme bu değişim dinamiği açısından belirleyicidir.

Kolektif zeka ve bilinç

Bir sorunun çözümü için öncelikle sorunu, sonra çözümü daha sonra da yöntemi tanımlamak gerekir. Bu yaklaşım toplumsal sorunlar için de geçerlidir.  

Bir toplum sorunlarını nasıl çözer?

Bazen toplum bilgiyle yaşadığı koşulları değiştirir. Bazen koşullar onu değiştirir. Bazen de toplum çevresini tamamen değiştirir. Örneğin kitlesel göçler böyle bir şeydir.

Genel olarak bir değişim fikri öncelikle değişimle neyin hedeflendiği konusunun bir öngörü olarak toplumun önüne konulmasıyla başlar. Eğer toplumdaki bireyler etkin olarak yaşanan değişimden ortaya çıkacak sonuçları öngören bir bilinçten yoksunsa bir değişim hareketi gerçekleşemez. Kolektif zeka ve bilincin geliştirilmesi değişim hareketi için elzemdir. Hele hele halihazırda yerleşik, kurumlaşmış egemenlikli bir yapıyla mücadele ediyorsa.

“Uygarlık” öncesi insanlar için hayatta kalıp, iyi bir yaşam sürdürüp sürmeyecekleri açısından siyasal konudaki tercihleri önemsizdi. Günümüzde ise siyasal tercihler insanların, toplulukların yaşamlarının gidişatını belirleyen bir noktada olduğu için değişim ve değişim karşıtı güçler arasındaki ayrışma derindir. Bir sistemi temelden değiştirme iddiasında olan güçler açısından bu dinamik ek olarak son derece yakıcıdır.

İğrenme ve ayrışma

Biyolojimizin bize kazandırdığı en yararlı duygulardan biri iğrenme duygusudur. Bu duygunun temel amacı vücudumuzu zararlı olan şeylerden korumaktır. Misal bir insan bozuk eti yiyemez. Kötü kokulu şeylerden uzak durur, ona zarar vereceğini düşündüğü şeylerden iğrenir.

Geçmişimizde sadece biyolojik olan bu duyguyu, ırklar, etnik ve sosyal gruplar, cinsler ve siyasal tercihler anlamında varlığını gözlemleyebiliyoruz. Değişik tercihlere sahip olan gruplar, egemen yapılar tarafından varlığa yönelik bir tehdit ya da bir beka sorunu olarak gösterilip bir ayrışma sağlanıyor. Bir tehdit olarak algılanan ve benimsetilen gruba karşı gösterdiğimiz yaklaşımın böyle çok doğal bir kökeni var.

İğrenme temelli ayrışma genelde muhafazakar bir duygu olsa da belli bir etki alanı sağlamış ve oturmuş değişim güçleri açısından da geçerli olabilir. Ama bu ayrışma aşağı yukarı her zaman değişim karşıtı güçler açısından faydalı olmuştur ve otoriter rejimler açısından önemli bir manipülasyon aracıdır.

Rasyonel karar ve değişim karşıtlığı

Değişim karşıtı güçler insanların önüne değişimi bir tehdit olarak koydukları zaman, bir tehdit durumu karşısında insanların rasyonel kararlar vereceği öngörüsünde bulunur. Birçok durum için bu geçerlidir. İnsanlar tehdit altındayken insani ve toplumsal değerlerle çelişen kararlar alabilirler. Kararlarıyla fayda sağlamak isterler. Peki bu her durum için geçerli midir?

1980li yıllarda ekonomi dünyasında bir Chicago Ekolü vardı. ABD’deki Chicago Üniversitesinden çıkan bu ekolün temel prensibini “rasyonel karar teorisi” oluşturuyordu. Bu teori insanların kendi ekonomik çıkarları için mükemmele yakın bir rasyonaliteyle hareket edeceklerini öngörüyordu. Bu teori konusunda yapılan çalışmalar Nobel Ödülü bile aldı. Ama bu teoriyle basit bir sorun vardı: Baştan aşağı yalandı.

Bu teoriye karşı şöyle bir deney geliştirildi. Düşünün size 100 lira veriliyor. Ama bu paraya yalnızca bir yabancıya bir kısmını verdiğiniz zaman sahip olabiliyorsunuz. Yabancı kişiye ne kadar para vereceğiniz tamamen size kalmış. Eğer yabancı kişi teklif ettiğiniz parayı kabul etmezse hiçkimse paraya sahip olamayacak.

Rasyonel karar teorisi, bu durumda yabancı kişinin kendisine teklif edilen para ne olursa olsun kabul edeceğini öngörür. Çünkü biraz parayla elde edilen fayda, hiç fayda elde etmemekten daha iyi olamaz.

Bu bir deneye çevrildiğinde kimi insanların yabancılara oldukça cömert teklifler yaptığı, kimi insanların ise adil olmadığını düşündükleri önerileri reddettiği görüldü. Neo-liberal yaklaşımın temel dayanaklarından biri deneyle uyuşmadı.

Peki bu neden oldu? Çünkü insanlar her ne kadar bir durumdan fayda sağlayacak olsa da bir karar verirken sosyal normları, adalet duygusunu da hesaba katar. İnsan soğuk rasyonel bir varlık değildir.

İnsanlar için değerler ve adalet duygusu önemlidir. Neo-liberalizmin tüm uygulamalarına, otoriter rejimlerin tüm baskılarına rağmen toplumlar, bireyler bu taraflarını yaşatırlar. Değişim güçleri bu temel değerler konusunda tutarlı olmak zorundadır.

Güç siyaseti değişim iradesini zayıflatır

Bugün değişim iddiasında olan kesimlerin önemli bir zaafı güç siyaseti konusundaki iştahlarıdır. Özellikle ezilen halkların hakları ve özgürlüğü anlamında etkin kılınmaya çalışılan milliyetçi eğilim insanları ortak değerlerde buluşmadan uzaklaştırıp, değişim karşıtı odakların tehdit algısı yaratma politikalarına hizmet eden bir konumdadır. Güç siyaseti bir değişim yaratmaz, değerlerle hareket eden yapılar değişim yaratır.

Özgürlük, eşitlik, kadın özgürlüğü, demokrasi, hak toplumu, komün gibi değerler ve ilerici yapılar güç siyasetiyle uyumsuz; değerler, kolektif zeka ve bilincin geliştirilmesiyle uyumludur.

Değişimi öngören, değişim hedefleri olan kesimleri temsil etme iddiasındakiler güç siyasetiyle uyumlu hale gelemezler. Gücü esas alan, güce dayanan zaten gücü elinde tutana yakın durur. O düşünceyi yaşatır. Değişimi esas alan ise değerlere yakın olur.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.