Demokratik konfederal komünalizm- 2

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Klasik "burjuva demokratik devrimden sosyalist devrime geçiş" dediğimiz, "iki aşamalı devrim" stratejisinden farklı bir yeni düşünceyle karşı karşıyayız. "İki farklı devrim" kavrayışı yerine, birbirini izleyen "iki devrimci süreçten" söz edilmektedir. 
  • Devrimci sürecin ikinci aşaması olarak "komünalist" devrimci süreç insanlığın "kaybettiği komünal cennete", tarihte istisna olan ve ne zaman gerçekleşeceğini kimsenin bilemeyeceği bir "politik ve sosyal devrimi" beklemeden ulaşma imkanını araştırmanın ürünü olarak formüle edildi.

Başkan Apo'nun 12. Kongre'de okunan raporunu yorumlamaya, "komünalizmin" gerçekleşmesi mümkün olmayan bir "ütopya" olmadığını söyleyerek devam edeceğim. Yazım, "komünalizmden" benim ne anladığıma dair kişisel görüşlerimi dile getirecek. "Başkan Apo'nun komünalizm teorisi, tam da benim dediğim gibidir" gibi saçma bir iddia olmayacak.

1.

Marks nasıl ekonomi-politik teorisini, meta dünyasının milyarlarca meta denizinden bir metayı alarak inşa ettiyse, bana göre Başkan Apo da binlerce yıl önce ortaya çıkan ve bugün bile yalnız insanlığın bilinç altında yaşamakla kalmayan, kapitalist moderniteyle deforme olsa da, günümüzde kimi sosyolojik öğeleri ve gelenekleriyle yaşayan, toplumun en küçük hücresi "komün"ü ele alarak kendi komünalist sosyolojisini inşa etti. Marks’ın ve Apo'nun yöntemi, diyalektiğin "habbe kubbenin içinde değil, kubbe habbenin içinde" tezine dayandı. Tıpkı genler insanın içinde değil, insan genlerin içinde olduğu gibi. Bilim insanın sırrına genlerde erişiyor. Eski Yunan filozofları hakikati "atom"da, Leibnitz "monad"larda, kısaca maddenin en küçük parçasında aradılar.

Buradan hareketle Başkan Apo'ya ait metodolojinin bilimsel karakter taşıdığını düşünmekteyim. Bilimsel teori gerçekleşmesi mümkün olmayan, pratikte denenmesi imkansız ütopyaya değil, bilimsel pratikte denenebilecek olana götürür. Komünalist sosyolojinin tezleri, bilimsel hipotezlerdir ve sosyal pratiğin, yani insan toplumlarının mücadele pratiğinde denenmek ve doğrulanmak, geliştirilmek ve değiştirilmek üzere sunulmuştur. Ütopya olmadığı gibi, dogmatik, mutlak doğru olarak da tanımlanamaz. Çünkü mutlak doğru yoktur. Mutlak doğru olsaydı, hiç bir bilim ilerleyemezdi. Mutlak doğru bilimin ütopyasıdır. 

Burada amacım şu uyarıyı yapmaktır; madem bilimsel teorilerle yüz yüzeyiz, o halde bilime bilimsel yaklaşmalı, "ideolojik savaş" adı altında alıştığımız ağız dalaşına kesinlikle başvurmamalıyız. 

2.

PKK'nin öncülüğünde başlatılan "devrimci demokratik halk devrimi" de denilen mücadelenin ilk aşamasından, yani "silahlı demokratik halk savaşından", "demokratik konfederal komünalizm" dediğim ikinci aşamasına geçişin eşiğindeyiz. 

Böylece klasik "burjuva demokratik devrimden sosyalist devrime geçiş" dediğimiz, "iki aşamalı devrim" stratejisinden farklı bir yeni düşünceyle karşı karşıyayız. "İki farklı devrim" kavrayışı yerine, birbirini izleyen "iki devrimci süreçten" söz edilmektedir. 

Bu geçişin ön koşulu silahlı mücadelenin sona erdirilmesi karşılığında devletin "demokratik konfederal komünalizme" geçişin önündeki anayasal engelleri kaldırmasıdır.

Çünkü bu anayasal engeller "ömrünü doldurmuştur", silahlı mücadele sayesinde, fiilen aşılmıştır. Birinci aşamada "Kürt ulusal kurtuluş savaşı" olarak başlayan, giderek "Kürt sorununu barışçı yoldan çözmenin önündeki engellere karşı savaşa" dönüşen mücadele, Kürt varlığını yok sayan, yok saydığı için onu asimilasyonla ve devlet şiddetiyle yok etmeye çalışan devleti geriletmiş, Kürt halkının varlığı ve dili hukuken değil, fiilen tanınmış, örgütlenme, gösteri, ifade özgürlüğü fiilen kabul ettirilmiş, merkezi ve yerel yönetimlere Kürt halkının katılması fiilen gerçekleştirilmiş, ve bu kazanımları savunabilecek Kürdistan, Türkiye, bölge ve dünya çapında "kadın özgürlükçü, ekolojik, eşitlikçi, laik" bir sivil Kürt varlığı yaratılmıştır.

Şu anda bu noktadan "demokratik konfederal komünalist" devrimci sürece geçişin önünde, bu fiili durumu kalıcı kılacak "hukuki zeminin" devlet tarafından sağlanmamış ve ordunun savaşa son vermemiş olması bir engel olarak durmaktadır. Bu büyük bir engeldir ve bu engelleri aşmak tehlikeli risklerle karşı karşıyadır. Üçüncü Dünya Savaşı’nın İsrail-İran savaşıyla tırmandığı koşullarda bu riskler ciddi biçimde büyümüştür.

Bu durumda "demokratik konfederal komünalist aşamaya" geçişte acil mesele Başkan Apo'nun kesin güvenliğini, onun özgürlüğü temelinde kazanmak, yeni sürecin önderliğini fiili olarak yapabilmesini sağlamaktır. Çünkü PKK kendini feshederek, bugüne kadar kullandığı tüm yetkileri kullanmaktan vazgeçmiş, bu yetkileri kullanma misyonu Başkan Apo'ya devredilmiştir. O'nun bu yetkileri devletin müdahalesi dışında kullanabilmesi ve "komünal" süreci başlatabilmesi, özgür olmasına bağlıdır.  

3.

Devrimci sürecin ikinci aşaması olarak "komünalist" devrimci süreç insanlığın "kaybettiği komünal cennete", tarihte istisna olan ve ne zaman gerçekleşeceğini kimsenin bilemeyeceği bir "politik ve sosyal devrimi" beklemeden ulaşma imkanını araştırmanın ürünü olarak formüle edildi.

Buna göre, silahlı mücadelenin yarattığı fiili kazanımlara dayanarak, devrimci süreci örgütlemeye "toplumun en küçük biriminden", sokak, mahalle ya da köyden başlamak mümkündür.

Şimdi bu imkanın tarihi köküne, bugünkü toplumdaki gerçekliğine, şu andaki somut durumda var olan elverişli şartlara kısa kısa değinelim.

İnsanın insanı sömürmediği, özel mülkiyetin olmadığı, insanların eşit olduğu, kadın hüner ve adaletinin bu söylenilenleri güvence altına aldığı, bundan binlerce yıl önce yaşanmış bir dönem vardı: İlk defa Morgan'ın sistemleştirerek keşfettiği bu dönem "ilkel komünal toplum" dönemiydi. Erkekler kolektif mülkiyeti, kadını köleleştirme sürecinde keşfetti. Böylece bu dönem kapandı.

Ama insanlık "kaybettiği bu cenneti" unutmadı. Komünal topluma hasret en çok dinlerde yaşatıldı. Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık insanlığa, kaybettiği cenneti ölümden sonra vaat etti. Buna insanlık "ibadetle" ulaşacaktı. Ama Museviliğin cenneti bir kavme vaat edilmişti, Hıristiyanlığı Roma İmparatorluğu, İslamiyeti Emeviler "devlet mülkiyeti" haline getirdiği zaman, dinlerin vaat ettiği cennet yerine insan düşüncesi cennete yaşarken ulaşmanın yollarını aradı. En inandırıcı yol, Marks ve Engels tarafından açıldı. "Komünizm" yeryüzü cenneti olacaktı. Ama Ekim Devrimi’yle uyanan bu umut, reel sosyalizmin yetmiş yıllık pratiği sonunda yıkıma uğradı. Fakat "komün" ideali insanlığın bilinç altında yaşıyor ve ezilenlerin, işçilerin, emekçilerin, kadınların mücadelesinde her defasında bilinç altından bilince yükseliyor.

Şimdi dinlerin ve "proleter devrimlerin" komüne giden yolda başaramadığını Apocu "komünalizm" başarma iddiasındadır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.