Övündüğünüz 'Cumhuriyet' kirlidir

Demir ÇELİK yazdı —

  • Ulusalcı tayfanın öykünüp övündüğü Türk ulus devlet tarihi, halkların ve inançların kıyımı tarihidir. Tekçi devlet ve zihniyeti aşılmadıkça Türkiye demokratik hukuki sisteme kavuşamaz.

DEMİR ÇELİK

CHP, kuruluşuna ön ayak olduğunu söylediği ceberut sistemle yüzleşip hesaplaşırsa halklar lehine hayırlı bir iş yapmış olur. Ulus üniter devlet, halkların soykırımı üzerinde inşa edildi. Bu inşa, fiziki soykırımın aynı sıra siyasal, ideolojik ve sosyo- kültürel alanda yürütülen asimilasyon ve ötekileştirme uygulamalarıyla 100 yıldır sürüyor.

İttihat ve Terakki, önce 'Müslümanlık Sözleşmesi' ile Êzîdîler, Ermeniler, Asurî-Süryanileri ve 1919’da Pontus Rumları soykırımdan geçirdi. Ulus devlete karar verenler; Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas kongrelerinde, halklara eşit haklar temelinde birlikte olma sözü verdi; Müslüman halkları birlikte mücadeleye ikna etti. Mustafa Kemal’in bu girişimlerinin olduğu dönemdeki uluslararası konjonktür de lehlerineydi. Mustafa Kemal, verilen sözleri unuttu. İçeride ve dışarıda oluşan bu olumlu iklimi fırsata dönüştürüp 'Müslümanlık Sözleşmesi' ile yedeklemeye çalıştığı Türk olmayanlara, 'Türklük Sözleşmesi'ni dayattı. Böylece tedip-tenkil-tehcir politikasını Koçgirî’den başlattı.

Londra ve Lozan koferansları

İtilaf devletleri, Sevr'in uygulanmaması ve Koçgirî sonrasında 21 Şubat 1921'de Londra Konferansı düzenledi. Osmanlı ve Ankara hükümetlerinin dahil olduğu bu konferansta, Kürtler temsil edilmedi. Türk heyeti, Kürtleri de temsil ettiğini iddia ederek, "Kürtlerin ekseriyet teşkil ettikleri yerlerde, ahali arzu ederse Türkiye'nin buralar için muhtariyet-i mahaliyeden bahsetmeye amade olduğunu…” dedi. İtilaf devletleri, bu şartın yerine getirilmesinin gereğini yapmadı, çünkü Kürtlerin hem ulusal birliği hem de önderliği yoktu. Elbette emperyalist sistem, Sovyet sistemine karşı Türk egemenleri askeri, siyasi, ekonomik ve diplomasi alanında destekliyordu. Lehine devam eden konjonktürde II. Lozan Konferansı 23 Nisan 1923'te başladı. Konferansı süresince Kürdistan hiç gündeme alınmadı. II. Konferans, 24 Temmuz 1923'te antlaşmayla sonuçlandı.

Lozan'daki işgüzarlık

Lozan'daki Türk heyetine, Kürt olduğu söylenen İsmet İnönü başkanlık ediyordu. Lozan Antlaşması; Alevileri ve Kürtleri azınlık statüsünde bile görmeyen, halkların inkâr, soykırım ve asimilasyonunda tekçi ulus devlete yol veren ve kollayan bir işlev gördü. Bu antlaşmada Kürtlerin ve Türklerin temsilcisi olduğunu söyleyen İsmet İnönü, sonraki yıllara damgasını vuran bir tezle kadim sorunlara yaklaştı. Toplumsal bir hakikatı inkâr etmenin ve yasaklamanın aynı zamanda sorunu algılama ve görünür kılma anlamına geleceğini düşünen heyet, Lozan'da farklı olanı görünmez kılma ilkesiyle hareket etti. Kürtlerin ve Alevilerin, o dönemdeki Türkiye nüfusunun önemli bir kesimini oluşturduğunu bilen Kemalist akıl, onları topyekûn ortadan kaldıramayacağını da biliyordu. Bunun için farklı olanı kendinden sayma ve kendine benzetme yoluyla görünmez kılmaya çalıştı; herkesin Türk, herkesin Müslüman olduğunu ileri sürdü. Dönemin emperyalistleri, Sovyet Sistemini kuşatma amaçları için Türk heyetinin bu söylemini esas alıp iki büyük toplumsallığı görmezden geldi.

Lozan sonrası kıyım

Lozan'dan sonra kültürel soykırım uygulamalarıyla Alevileri İslam’ın alt mezhebi olduklarına; Kürtleri de dağlı Türk olduklarına 'iknaya' çalıştı. Fiziki ve siyasi soykırımı, bekası için ‘bitmeyen görev’ bilen Kemalist devlet, Lozan Antlaşması sayesinde Kürtleri devşirip Türkleştirmenin; Alevileri de Türk ve İslamlaştırmanın olanak ve imkanına kavuştu. Elde ettiği uluslararası destek sayesinde, önce hilafeti kaldırdı, aynı gün (3Mart 1924) Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurdu. Artık 'tek devlet' ve 'tek millet'in yanına 'tek dini' de eklemiş oldu. Hızını almayarak 1925'te Alevi inanç ocaxlarını kapattı, inancın yol önderi pîrlerine dedeliği, inanca ise Sünni İslam'ı dayattı. Uluslararası konjonktürün lehine olmasını fırsat bilen devlet, Eylül 1925'te Şark Islahat Planı'nı devreye koydu. Değişen hükümetlere rağmen değişmeyen bu planla başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere halklara ve inançlara fiziki, siyasi ve kültürel soykırım yaşatıldı. Bu zihniyetle hareket ederek çoğu zaman olağanüstü hal, sıkıyönetim, askeri ve siyasi darbelerle Kürdistan’ı sömürgeciliğe tabi tutarken, tüm toplumu da zaptu rapt altına aldı. Bu nedenle Koçgirî'den başlayarak, Şêx Seîd, Agirî, Zîlan ve Dêrsim başta olmak üzere tüm Kürdistan'da ilk 20 yılda soykırım yaşatıldı. Bu stratejiyle 100 yıldır halklarımıza yaşatmadığı acı kalmadı.

Irkçılığın resmileşmesi

Soykırımcı bu zihniyeti, dönemin cumhurbaşkanından başbakanına, askeri-sivil bürokrasiden aydınlarına kadar hepsinde görmek mümkündür. İsmet İnönü, "Erzincan’ın Kürt merkezi olması ile asıl korkunç olanı, Kürdistan’ın meydana gelmesinden ciddi olarak kaygılanmak yerindedir. (…) Milliyet yegane vasıta-i iltisakımızdır (milliyetçilik tek birleştiricimizdir). Diğer unsurlar Türk ekseriyeti karşısında haiz-i tesir (etkileme gücüne haiz) değillerdir. Vazifemiz; Türk vatanı içinde bulunanları behemehal Türk yapmaktır. Türklere ve Türkçülüğe muhalefet edecek unsurları kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız evsaf; her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır" diyebiliyordu. İnönü'nün Nisan 1925'te gazetelere verdiği bu demeç, tüm cumhuriyet kadrolarının temel düşüncesidir. Bu zihniyetin yol açtığı düşünce, daha da ileri götürüldü. Faşizan uygulamalara teorik ve ideolojik gerekçeler oluşturuldu. Başbakan İsmet İnönü, 31 Ağustos 1930 tarihli Milliyet gazetesine devletin inkârcı politikasını, "Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur" cümlelerini sarfedebildi. 21 Haziran 1934 tarihli Resmi Gazete, 'Atatürk'ün Sığınmacı Yasası' üst başlığıyla yayınlandı ve "Türk soylu olmayanlar istediği yere yerleşemez. Anadili Türkçe olmayanlar müstakil mahalle kuramaz, işçi ve sanatçı kümesi oluşturamaz. Ecnebilerin bir belediyedeki nüfusu yüzde 10'u geçemez" ırkçılığına hükmetti.

CHP gerçeklikle yüzleşmeli

 Kesintiye uğramadan süren bu faşizan yaklaşım, CHP'nin kurucu partisi olmakla övündüğü tekçi ve katı merkeziyetçi Türk ulus devletinindir. 'Sosyal demokrat' olduğunu iddia eden ve Sosyalist Enternasyonal üyesi olan CHP, bu gerçeklikle yüzleşmek yerine, inkarcı, katliamcı ve soykırımcı zihniyette ısrar ederse demokrasinin ve ortak yaşamın önünde engel olmaya devam etmiş olur. CHP, söz konusu inkarcı, katliamcı ve soykırımcı bu zihniyeti aşamadığı için değişim ve dönüşüm süreçlerini es geçti. Halbuki onlar da çok iyi biliyor ki; zamanı gelmiş gelişme ve düşüncenin önünde hiçbir güç duramaz. O ana kadar eskide ısrar; zaman, emek ve kaynak israfıdır. CHP, olası iktidar seçeneğinde başarılı olmak istiyorsa herkesten çok şapkasını önüne koymalı, tarihinin kirli kısmıyla yüzleşmeli, halkların ve inançların ortak yaşam iradesinin yanında olmayı becerebilmelidir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.