Devlet-toplum ilişkisi
Demir ÇELİK yazdı —
- Bugün yaşanan siyasal, toplumsal, ekolojik ve kadın kırımının sebebi ve nedeni bizatihi devlet ve iktidardır. Çok masumane duygularla iktidara taşınanlar, iktidarın doğası gereği açlık, yoksulluk, sefalet ve savaşı üreten mekanizmanın parçası olma şansızlığı ile karşı karşıya kalırlar.
Hiyerarşik siyasal sistem, organik toplumun eşitlikçi komünal değerlerine el koyarak yükselirken, sınıflı toplumun oluşumuna da kaynaklık ederek bugünlerin yaşanmasına neden olur. Hiyerarşik devletli sistem, toplumda rızalık üretmenin potansiyeli sayesinde kendi varlığını sürdürebilmektedir. Din, ekonomi, sağlık, siyaset, hukuk, medya başta olmak üzere sahip olduğu ideolojik aygıtları aracılığıyla rızalık üretmeye çalışarak, toplumu yönetilmeye ikna ederek fiziksel, sosyolojik ve psikolojik olarak kendisini yeniden dizayn eder. Bu sayede topluma vazgeçilmez olduğunun algısını oluşturur. Beş bin yıldır üretilen bu algı sonucudur ki, her toplumsal kalkışma, isyan ve devrimsel hamleler, amaç ve hedefine devleti ele geçirme, devlete sahip olmayı koymuşlardır. Devletli sistemin toplumda yarattığı bu ruh ve zihin dünyası, toplumu seçeneksiz bırakmakla kalmamış, aynı zamanda devletin mutlak olduğu sonucuna götürmüştür.
Zor aygıtlarını elinde bulunduran katı merkeziyetçi, despotik rejimleri yıkma amacıyla toplumsal kalkışmaya kalkanların, eşitlikçi komünal değerlere sahip çıkmak yerine, kendi mutlak iktidarlarını ikame etmeleri, tarih boyunca insanlığın yaşayageldiği en temel travma olmuştur. Bu da devletli sisteme karşı umut kırılması ile birlikte onun mutlak olduğu algısıyla sonuçlanmıştır. Bugün ister sol sosyalist hareketler olsun, ister ulusal kurtuluş hareketleri olsun, çözümü devlette ve iktidarlaşmada görenlerin tümünün içine düştüğü siyasal açmaz, çözümü devleti ele geçirme veya onu reforme etme, restorasyona tabi tutmada görüyor olmaları nedeniyle yaşanmaktadır.
Halbuki devlet, toplumdan ve insanlıktan sapmanın ta kendisidir. Çözümü toplum ve insanlık dışı olan bu siyasal organizasyonda görme ısrarı, sonu gelmez toplumsal ve siyasal kırımlarla insan toplumsallığını karşı karşıya bırakır. Bugün İsrail-ABD ile İran arasında yaşanan savaşta olduğu gibi. Her iki taraf, yönettikleri toplum kesimlerini milliyetçilik, dincilik ve cinsiyetçilik üzerinden kendi etrafında yeniden konsolide ederek, hegemonik güçlerini tahkim ederlerken, kaybeden toplum, kaybeden insanlık olmaktadır. Açıkçası devletli sistem aradan geçen binlerce yıl boyu, kendisini güncelleyerek yeni siyasal işlevler kazanırken, toplum yaşadığı onca zulümden yorgun düşmüş, çıkış bulamama ve çözüm geliştirememe sonucu “denize düşenin yılana sarılması” misali devlet ve iktidara erişimi tek çıkış yolu görmektedir. Çünkü oluşturulan algıyla toplum, devlet olmadan hiçbir şeyin olmayacağına ikna edilmiş bulunuyor. Devletli sistem; toplumu, ekonomiyi, siyaseti, hukuku yönetmekle kalmamış, tüm alanları siyasallaştırarak toplumu ve toplumsal yaşamı sömürgeleştirmekle kalmamış, doğaya ve insana dair ne varsa gasp etmiş, tüm değerleri kendisininmiş gibi pazarlamaktadır. Her ne varsa devlet sayesinde oluştuğuna, her ne yaşanıyorsa devlet sayesinde yaşandığına ikna edilen toplumu kendi yedeğine alarak ve bünyesine dâhil ederek varlığını sürdürmektedir.
Bu sayede, toplumsal değerler belirsizleşirken insanın eşitlikçi komünal değerleri görünmez kılınır, toplum devletten ayırt edilemez düzeye düşürülmüş olur. Çözümü kendi devletini kurmada veya devleti ele geçirme eylemselliği ve kalkışmasında gören hareketlerin, tarihte yaşadıkları travmalarının bir benzerini bizlerin yaşamasından başka bir sonuca bizi götürmez.
Bugün yaşanan siyasal, toplumsal, ekolojik ve kadın kırımının sebebi ve nedeni bizatihi devlet ve iktidardır. Çok masumane duygularla iktidara taşınanlar, iktidarın doğası gereği açlık, yoksulluk, sefalet ve savaşı üreten mekanizmanın parçası olma şansızlığı ile karşı karşıya kalırlar.
Bugün dünyada ikiyüz aşkın devlet veya yarı devletli sistem var. Ancak hala insanlık özgür değil. Toplum açlık, yoksulluk ve sefalet içerisindeyken, toplumsal, siyasal ve ekolojik kırımda sınır tanınmıyorken, devletler her tür savaş aygıtını ve silahını üretmekte sınır tanımıyor. Kimin önce atom bombasının düğmesine basacağının kaygısı ile bizler hop oturup hop kalkarken, egemenlikçi sistem kirli pazarlıklarla geleceğimizi çalmaya devam ediyor. Dolayısıyla tüm kötülüklerin kaynağı ve nedeni olan bu hiyerarşik aygıtın bir benzeri de bizim olsun isteğinden çok, insanlığın kök hücresi değerleri ile insanlıktan sapma olan bu sistemden nasıl kurtuluruzu dert edinmemiz gerekiyor.
Bu durum bizi, Kürtlerin, Kürdistan’da kendi kendilerini yönetmemesi sonucuna götürmemelidir. Aksine Êzîdî Kürtler, Kakai ve Yarsan Kürtler ile Raa/Reya Heq (Aleviler) Kürtler, binlerce yıl milliyetçi, dinci ve cinsiyetçi devletli sistemin kuşatmasına karşı öz güçlerine dayanarak, meşru savunmalarını geliştirerek insanlığın kök hücresi değerlerini bugünlere taşımışlardır. Bu durum bize yol gösterici hakikat olmanın politik hattını göstermektedir. Devletli sisteme rağmen, sistemin yanıbaşında toplumu ve toplumun değerlerini esas alan siyasal paradigma, dün nasıl ki mazlumların direniş hattı olmuşsa, bugün de çözümün ve çıkışın yolu olmanın dinamizmine sahiptir.
Dolayısıyla esas olan, insanlığın komünal değerleri ekseninde insan toplumsallığını gerçek anlamda yeniden inşa etmektir. Bu inşa faaliyeti aynı zamanda ‘çokluk içinde birlik’ yasasının yeniden hayat bulması anlamına geleceği için eko-sistemin doğal seleksiyonla kendi kendisini sürdürmesinin önündeki engellerin de kalkması sonucu olarak doğal ve demokratik toplumun ete kemiğe bürünmesi demek olacaktır.
