Devlet ve demokratik toplum
Demir ÇELİK yazdı —
- Demokratik Toplum, bilinmez bir tarihteki devrimi beklemek yerine, toplumun kendisini değiştirmenin ve dönüştürmenin potansiyeline ve mekanizmalarına sahip olduğundan Demokratik Sosyalizme giden yolun taşlarını da döşemiş olur.
Devlet olgusunun Kürdistan’da ortaya çıkmasına rağmen, Kürtlerin bugün devletsiz ve statüsüz kalmalarının kendine has nedenleri vardır. Paleolitik Çağdan günümüze kadar Kürdistan’ın kesintisiz düzeyde insanlığın yaşadığı en temel mekân olduğu; Göbeklitepe, Çayönü, Çemi Xallan ve Newala Çori yerleşkelerinde yapılan arkeolojik, etnografik ve antropolojik araştırmalarla bu gerçeklik açığa çıkmış bulunmaktadır.
Devlet, insanlığın milyonlarca yıllık geçmişinin sadece son altı bin yılından beri var olan bir olgudur. Hâlbuki toplumsal yaşam, nicelik ve nitelik olarak farklı boyutlarda da olsa, devlet olmadan da hep vardı. İnsanlık, devlet ve iktidar ortaya çıkmadan önce milyonlarca yıl boyunca demokratik, ekolojik ve ekonomik toplum olarak komünal yaşam temelinde varlığını sürdürmüştür.
Demokratik, ekolojik ve ekonomik toplumda birinci ve ikinci doğadaki çokluğun ve çeşitliliğin fonksiyonu ile toplumsal ve siyasal istikrar yaşanıyordu. Devletli sınıflı uygarlıkta ise çokluk ve çeşitliliğe, tekçilik dayatıldığından, sürekli olarak yapısal ve tarihsel kriz yaşanır, dolayısıyla toplumsal ve siyasal istikrarsızlık süreklilik arzeder. Devletli, iktidarcı sistem, toplumsal doğayla uyuşmazlık ve çatışma içindedir. Çelişkili ve çatışmalı süreçlerle devletçi sistem toplumsal doğayı kırıma uğratmaktadır. İkinci doğanın toplumsal formları, yapıları gereği devlet dışıdırlar. Özü itibarı ile iktidarcı, egemenlikçi, milliyetçi, cinsiyetçi ve sınıfçı zihniyete kapalı olan toplumsal formlar, doğal topluma erişinceye dek hiyerarşikçi yapılar ve onun zihniyeti ile hep mücadele içinde olurlar. Birlikte var olma, kolektif olma, komünal olma, karşılıklı dayanışma ve paylaşım içinde bütüne varma, tüm toplum formlarının ortak karakteridir. Buna uygun düşmeyen hiyerarşikçi iktidarcı yapılar ise hem insanlığın, hem de eko-sistem kırımının potansiyelini taşımaktadırlar. Ulus devlet, tarihte eşi ve benzerine rast gelinemeyecek düzeyde birinci ve ikinci doğanın ekonomik, sosyal, kültürel, maddi ve manevi değerlerinin tümünü sömürüye açmıştır. Bunu da mutlak iktidarlaşma ile sağlamaya çalışarak yapmaktadır. Devlet ve iktidar ortaya çıktığından beri, insanlığın tüm ahlâki ve politik değerleri çürümeye ve çözülmeye uğratılır, toplum kimlikten ve kişilikten düşürülür. Altı bin yıldır hiyerarşikçi sistem, insanlığın kök değerlerine el koyarak yükselirken, toplum ve insan toplumsallığı da çürümeyi yaşar. Bu anlam da hiyerarşikçi devletli sistemin köleleştirdiği kadın ayağa kalktığında ve özgürleştiğinde, toplum da özgürlüğüne kavuşmuş olur. Bu tarihi hakikat bize toplumun özgürlüğünün kadın özgürlüğünden geçeceği gerçeğini hatırlatmaktadır. Bu temelde de, kapitalist moderniteye karşı demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü mücadele en temel mücadele hattı olarak toplumsallaştırdığımızda, toplumsal ekoloji ve demokrasi de somut ve yaşanan hakikat olmuş olur.
Şüphesiz hiyerarşinin amacı yönetmektir, ister gönüllü, isterse zoraki olsun bazı kesimlerin lehine özgürlüklerin sınırlandırılması veya ortadan kaldırılması amacını taşır hep. Oysa sorunu sadece bazı rejimsel değişikliklerin hikayesi olarak ele almak yanlış olur. Sorunu doğa ile ilişkili ve onun parçası olarak ele almak, doğası gereği devlet ve iktidar dışı yol yöntemleri esas almayı gerektirir. Ancak altı bin yıldır tüm kötülüklerin kaynağı olan devlet ve iktidara karşı ayağa kalkanların, kurtuluşu devleti ele geçirmede ve iktidara sahip olmada görmesi sonucu özgürlük ve demokrasi gerçekleşmemiştir.
Devletli, iktidarcı sistem toplumsal doğayla uyuşmazlık ve çatışmalı süreçlerle toplumsal doğayı kırıma uğratmaktadır. Devlet; "ikinci doğa" denilen insan toplumsallığı sonucu ortaya çıktığı apaçık ortadadır. İktidar, ya da otorite (güç) sahipleri, toplumun tümüne veya bazı toplum kesimlerine karşı kendisini güvencede tutmak için hiyerarşiye başvururlar. İktidarcı güçler, toplumun kendilerine itaat etmelerini isterler. İtaati; ya fiziki kaba kuvvetle, ya da ideolojik aygıtlarla sağlarlar. İktidarlar ideolojik aygıtlarla toplumda rızalık üreterek, zor aygıtına meşruiyet kazandırmaya çalışırlar. Güç ve iktidar sahipleri; hiçbir toplumsal yapının, kendi hiyerarşikçi ilişkisi olmadan sevk ve idare edilemezliğine bizleri ikna etmeye çalışarak, devleti mutlak ve değişmez olacağı algısını oluştururlar. Bu anlamda ezilen, sömürülen, yok sayılan toplum kesimlerinde umudu satın alarak, devlet ve iktidara biatı sağlarken, toplumu çürümeye ve teslimiyete terk ederler. Toplumsal ilişkilerin sevk ve idare olmaksızın yürütülemeyeceği algısını oluşturarak, kendi mutlak iktidarları ve devletin sürdürülebilirliğine biat ve rızalık üretirler. Halbuki tarihte en katı, karmaşık ve topluma nüfuz eden hiyerarşikçi yapı devlettir. Bu hiyerarşinin de en katmerlisi "ulus-devlet" biçimidir. İnsanlık hayatın her alanında ve tarihin her döneminde bu katı ve hiyerarşikçi yapıya karşı mücadele içinde olmuş, yönetim biçimlerinde ve toplum iktidar ilişkilerinde, değişimlerin yaşanmasına neden olmuştur. Bugün de bu mücadele ve karşı çıkış devam etmektedir.
Artık geleceği inşa etmek için birinci ve ikinci doğanın uyumunu ve toplumun doğrudan kendisini yönetmesi siyasal anlayışı ve yaklaşımı elzem olmuştur. Az devlet, çok toplumsallık olarak ifade edilen bu siyasal örgütlenmede iktidar hala varlığını sürdürmektedir. Ancak güç ve erk yatay dağıtıldığından, dikey hiyerarşinin neden olduğu tahakküm yaşanmaz, parça bütün ilişkisi esasına dayalı ademi merkeziyetçi ilişki söz konusudur.
Günümüzde var olan bireysel ve kurumsal iktidar biçimlerine karşı, insan toplumsallığının özgün ve özerkliğini, birinci doğanın da çeşitliliğin ve çokluğun fonksiyonu olduğu gerçeğini göz önünde bulunduran bir toplumsallığa ihtiyaç vardır. Ancak, kapitalist-emperyalist sistemin egemen olduğu bu süreçte, henüz ne diyalektik doğalcılık, ne de baskı ve zor aygıtlarının asgariye indirildiği ve giderek anlamsız hale getirildiği bir yaşam tarzı söz konusudur. Çünkü henüz devlet tam sönümlenmemiş, devletli iktidarcı sistem devam etmektedir. Hatta devletçi sistemin ulus devlet formunun milliyetçi, dinci ve cinsiyetçi kuşatıcılığı siyasal, toplumsal, kültürel, ekolojik ve kadın kırımı ile insan toplumsallığını olduğu kadar eko-sistemi de yaşanmaz kılmıştır. Devletli sistemin yanında, devlete rağmen toplumun çoklu kimliğine ve çoklu kültürüne dayanan demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü zihniyetle kendisini örgütleyerek yükselen Demokratik Toplum birinci ve ikinci doğanın uyumu esası ile hareket eder. Bizzat hiyerarşiyi ortadan kaldırmak gibi bir tarihsel işleve sahip olacağından, devlet ve iktidar karşıtlığı temelinde birinci ve ikinci doğaya yaklaşır.
Bireysel ve kurumsal iktidar hiyerarşisinde emir, sevk ve idare yukarıdan aşağıya doğru işler ve daha çok merkezileşmeyi esas alır. Demokratik Toplum’ da ise merkezileşmenin tersi bir işlerlik söz konusu olup, sevk ve idare aşağıdan yukarıya doğru, ademi merkeziyetçilik esasıyla hareket eder. Yönetim anonimleşmiş, ortak us ve çaba öne çıkmış, içi boşaltılan eşitlik ve özgürlük değerleri de pratik yaşam içinde anlam bulmuş ve uygulanmış olurlar. Çünkü herkesin söz, yetki ve karar sahibi olduğu, etkileyip değiştirdiği bir ilişkiler ağı söz konusudur.
Demokratik Toplum, makro siyasetin temsilcileri olan devlet, parti, sendika, ordu vb. kurumlara dayanmaz. Bunun yerine mikro siyaset üzerinden yönetim birimleri yerelden genele doğru dikey olmayan yatay örgütlenmede söz, karar ve yetki tüm topluluklarındır. Yerelin sivil demokratik örgütlülüğüne dayalı değişim dinamiği, geneli de aynı sistem içerisine çekme potansiyeline sahiptir. Bilinmez bir tarihteki devrimi beklemek yerine, toplumun kendisini değiştirmenin ve dönüştürmenin potansiyeline ve mekanizmalarına sahip olduğundan Demokratik Sosyalizme giden yolun taşlarını da döşemiş olur.