Direnmek haktır
Demir ÇELİK yazdı —
- "Kürdistan Statüsü"nü engellemeye çalışmak, Türk devletinin bekası için olmazsa olmuştur. Onu bu beyhude sevdasından caydırcak tek güç, dün olduğu gibi bugün de direnmek ve mücadele etmektir.
Avrupa’da yaşanan reform ve rönesans hareketlerine karşı çıkan, sanayi devrimini es geçen Osmanlı, 18. yüzyıldan itibaren gerilemeye başlar. Gerilemeyi engellemek, çöküşünün önüne geçmek amacıyla 1839 yılında Tanzimat Fermanı’nı, 1856 yılında da Islahat Fermanı’nı ilan etmek zorunda kalır. Ancak her iki fermandan da beklenen gelişmeleri gerçekleştiremez. Bu nedenle ileriye doğru atılması gereken adımlar yerine daha da merkezileşerek felaketların yaşanmasına yol açar. Kürt sancaklarını dağıtır, Dersim’in özerk statüsünü tanımaz, dağıtmaya çalışır. Bunun sonucunda Kürtler, Dersim- Kürt Alevileri, gayri Müslimler ve bir bütünen Aleviler son iki yüz yılda katliam, soykırım, siyasal entegrasyon, asimilasyon ve kültürel kırım sonucu ağır siyasal ve toplumsal travmalar yaşadılar. Bunca acı ve yaşanmışlığa karşın Kürt Halk Önderi, 27 Şubat’ta "Barış ve Demokratik Toplum" çağrısı ile halkların ve inançların ortak yaşam istencini ve temel talebini dile getirmiş, toplumsal mutabakatla onurlu barışın ve kadim sorunların çözümünün mümkün olacağını göstermiştir. Mevcut uluslararası konjonktürde Kürt siyasal hareketinin büyük olanaklar ve imkanlar sahibi olduğu koşullarda 27 Şubat çağrısının bu anlamda çok büyük anlamı ve değeri vardır. Bunu anlayana elbette ki sözümüz yok. Ancak inkarcı ve katliamcı zihniyet, bu gerçekliği anlamaya çalışmak yerine kendi ırkçı hezeyanlarıyla soruna ve sürece yaklaşmaktadır. Kürt siyasal hareketinin zayıf düştüğü, tek çıkar yolunun kendisini fesh ederek teslim olması yönlü söylemi, olsa olsa yaşanan gerçekliği ters yüz etmektir.
Algı oluşturma ve süreci manipüle eden bu yaklaşımın aksine Kürt siyasal hareketi; uzun erimli insan toplumsallığını esas alan mücadelesi, demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü perspektifi ile yarattığı değerler onu dünya mazlum ve mağdurlarının umudu konumuna taşımıştır. Dört parça Kürdistan’da, Türkiye ve Ortadoğu’da ve de Avrupa’da milyonların özgücüne dayanarak kendilerini yönetmenin, haklarına kavuşmanın örgütlü toplumsallığı söz konusudur. Artık sıradan bir ulusal kurtuluş hareketi olmayı çoktan aşmış, kadın, gençlik, emek, inanç ve ekoloji hareketleri ile kendisini meclisler ve kongreler üzerinden yöneten en büyük devletsiz toplumsallığı söz konusudur. Değişimci ve dönüştürücü dinamizminin yol açtığı bu gerçeklikte artık isim ve semboller yerine demokratik toplum değerleri ile geleceği örmek ve örgütlemek gerekiyor.
Başûr ve Rojava işgal girişimi Kürt Siyasal Hareketi’nin dünya demokrasi hareketinin en temel gücü olması sayesinde geri püskürtüldü. Bugün onca riske ve tehlikeye rağmen bölgesel ve küresel bir güç düzeyine gelmiş olması onu hem askeri alanda, hem de siyasal alanda yenilmez kılmıştır.
Parçaya dayalı, bölgesel, aile, aşiret ve mezhep öncelikli önceki ulusal kalkışmaların başarısızlığına karşın bugün Bakur, Başûr, Rojava ve Rojhilat’ta "Kürdistan Statüsü" talebi ile Kürtler ayaktadır. Rojava’da Kürdistan eksenli yaşanan ulusal ruhi şekillenme, siyasal ve kültürel asgari müştereklerde ortaklaşılması doğan yeni güneş gibi umudumuzu büyütmüştür.
Bugünkü uluslararası konjonktürde Kürdistan’ı parçalayan ulus- devlet sınırlarına dayalı statüler aşınmakta, "Kürdistan Statüsü" için önemli fırsat ve olanaklar açığa çıkmış bulunmaktadır. Söz konusu çağrı sonrasında Kürt ulusal duyarlılığı gelişmiş, direniş ve birlikte mücadele ile kazanılacağının umudu pekişmiştir. Hem mücadelenin tüm Kürdistan’ı kapsaması, hem bilgi ve iletişim çağının sınır tanımayan teknolojik gelişmeleri, hem de ulusal direniş hattı sayesinde Kürt toplumsallığı ve kültürel bütünleşmesi daha da güçlüce yaşanacağa benzerdir.
Bütün bu olumlu gelişmeleri engellemek amacıyla devlet bir yandan Kürt- Türk ittifakından bahsetmekte, öte yandan da MİT aracılığıyla selefist yapıları Kürdistan karşıtlığında örgütlemektedir. El Kaide ve Daiş’ten devşirilen cihadistleri Minbiç ve Tel Rıfat’a saldırıda kullanmış, Tişrîn Barajı’nı düşürerek Kobanê’ye uzanmak istemişti. Bu isteği ve arzusu gerçekleşmeyince İhvancı yapıları kendisine yedekleyerek SMO aracılığıyla Arap Alevilerin yaşadıkları Hama, Humus, Lazkiye bölgesini işgal etmek istemiş. Bunun sonucu olarak onbinlerce Arap Alevi katledilmiş, onbinlercesi yerinden yurdundan sürülmüş, köyler ve kasabalar boşaltılarak selefist cihadistler yerleştirilmiştir.
Türk devleti şayet başarmış olsaydı, bu selefist örgütler aracılığıyla Başûr’daki statüyü, Bakur’daki demokratik kazanımları dağıtmayı, Rojava’da ete kemiğe büründürülen sistemi parçalamayı hedefine koymuştu. Bu hedefine ulaşmayınca ve amacı gerçekleşmeyince yönünü Arap Alevilerin yaşadığı bölgeye çevirmiştir.
Anlaşılacağı üzere iktidar halklar ve inançlar savaşında ısrarcıdır. Kürdistan ve Alevi karşıtı stratejisinin başarılamaması halinde Bakur, Başûr ve Rojava’nın "Kürdistan Statüsü" ile taçlanacağını onlar da en az bizim kadar iyi biliyorlar. Ancak savaşı yürütecek siyasi ve ekonomik gücü kalmadığından... Aynı zamanda da uluslararası ilişkilerde belirleyici aktörler arasında olmaması nedeni ile Kürtlerle ittifakı savunur görünüp "Kürdistan Statüsü"nü engellemeye çalışmak, Türk devletinin bekası için olmazsa olmuştur. Onu bu beyhude sevdasından caydırcak tek güç, dün olduğu gibi bugün de direnmek ve mücadele etmektir.