Efendinin maskesini takanlar
Şemsettin ÖZER yazdı —
- Sömürge düzeninde yetişmiş bireyler, "arkaik" benliklerinden kaynaklanan bir özgüven yitimi yaşarlar. Bu durum, coğrafya veya etnisite fark etmeksizin, evrensel bir psikolojik şablon dayatır: Kendinden nefret eden birey, efendisinin kimliğini içselleştirir.
Sömürgecilik, yalnızca toprak ve kaynakların gasp edilmesi değil, aynı zamanda zihnin ve kimliğin sistematik bir şekilde çarpıtılması sürecidir. Bu süreç, sömürgeci güçler tarafından, kendi değerlerine saldıran bireyler üreten bir fabrikasyon rolü oynar. Modern psikoloji, bu yapısal kişilik deformasyonunu geleneksel metafizik anlayışın ötesine geçen bir terminolojiyle inceler. Frantz Fanon'un "Siyah Deri, Beyaz Maske" eserlerinden hareketle, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Kürt kimliğine yönelik tutumu ve Rojava politikalarını, sömürge sonrası kimlik krizi bağlamında analiz etmek bir gerekliliktir.
Sömürgecilik ve patolojik kimlik inşası
Sömürge düzeninde yetişmiş bireyler, "arkaik" benliklerinden kaynaklanan bir özgüven yitimi yaşarlar. Bu durum, coğrafya veya etnisite fark etmeksizin, evrensel bir psikolojik şablon dayatır: Kendinden nefret eden birey, efendisinin kimliğini içselleştirir. Kürdistan’da Kürtçenin yasaklanması ve asimilasyonun ilkokulda başlaması, bireyde anaya (dile, kültüre) karşı nefret tohumlarını filizlendirir. Bu, sömürgeci sistemin sürekliliğini sağlamak için işlettiği bir mekanizmadır.
Frantz Fanon, bu kimlik çatışmasını evrensel bir dille anlatır. Siyahî birinin beyaza özenmesi, bir Kürt’ün kendini egemen Türk kimliğiyle tanımlaması veya sömürge elitlerinin "kraldan daha kralcı" tavırları, bu patolojinin tezahürleridir. Hakan Fidan’ın Kürt kimliğine yönelik tutumu ve Rojava’daki politikaları, bu paradigma çerçevesinde anlamlandırılabilir.
Sömürge sonrası kimlik krizinin işleyiş mekanizmaları
1. Kendini inkâr ve taklit: Sömürgeleştirilmiş birey, aidiyetini "aşağı" görerek efendinin dilini, tavrını ve değerlerini taklit eder. Bu, onaylanma arayışının ilk adımıdır.
2. Aşırı telafi: Nefret ettiği kimliğe karşı, efendinin sistemini ondan daha fanatik bir şekilde savunur. Bu, psikolojik bir telafi mekanizmasıdır.
3. Narsisistik öfke: Kendi geçmişine duyduğu utanç, zamanla dışa yönelik bir saldırganlığa dönüşür. Bu öfke, kendi halkına yönelik şiddette kendini gösterir.
Cengiz Aytmatov, “Gün Olur Asra Bedel” eserinde bu süreci anaya yabancılaşma, "mankurtlaşma" olarak değerlendirir.
Hakan Fidan’ın "Rojava’ya talimat var" gibi emir kipleri kullanması, kendini dev aynasında gören bir tavrın yansımasıdır. El-Şam gibi cihatçı gruplarla işbirliği ise sadece Rojava’ya duyduğu nefretin değil, aynı zamanda bir işbirlikçi sınıfa dönüşümün de göstergesidir.
Tarihsel ve sosyolojik bağlam: Kürt işbirlikçiliği
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, Türk olmayan ancak devşirilerek kendi halkına yabancılaşmış figürler, Türk milliyetçiliğinin öncüsü haline gelmiştir. Sahte bir dinî söylemle “ümmetçi” görünüp İslam’la bağdaşmayan pratikler sergileyen devlet destekli oluşumlar (örneğin HÜDA PAR) ve DAİŞ’le işbirliği yapanlar, “siyah derili ama beyaz maske takan” kişiliklerdir.
Türkiye’nin Rojava politikası, sadece bir güvenlik meselesi değil, aynı zamanda derin bir kimlik krizinin yansımasıdır. Türkiye, Rojava’daki demokratik özerk yapılanmayı bir varoluş tehdidi olarak algılamaktadır. Çünkü Rojava, sadece Kürtlerin değil, tüm etnik ve dini grupların eşit temsiline dayanan, kadın özgürlüğünü merkeze alan alternatif bir model sunmaktadır. Bu model, Türkiye’nin jakoben ve homojenleştirici ulus-devlet anlayışına radikal bir alternatiftir.
Rojava: Tehdit algısı ve varoluşsal korku
Rojava'da Kürtlerin özgürlük felsefesi ile özne olabilmesinin kökleşerek bir rönesans yaratması ve evrensel bir düşünce öncüsüne dönüşmesi ihtimali, savaş ekonomisinden ve sermaye düzeninden kazanç sağlayan güç odaklarını derin bir korkuya sürüklemiştir. Türkiye, bu korkuyla, Rojava’yı hedef alan askeri operasyonlarını meşrulaştırmak için Kürt işbirlikçilerini bir araç olarak kullanmaktadır. Tarihsel olarak, tüm özgürlük hareketlerinde işbirlikçiler yalnızca birer figür olarak kullanılmış, kendi iradelerinden koparılmış ve nihayetinde yok edilmiştir.
Türkiye'nin Rojava'ya yönelik saldırıları, sadece askeri değil, aynı zamanda bir ekonomik savaştır; bu anlamda Kürtleri askeri, siyasi, ekonomik bir özne olarak değil, iradesiz ve DAİŞ gibi yapılanmalara iradesini teslim etmiş, efendiye boyun eğmiş bir köle tip istiyor. Bu gerçekleşirse, böylece bölgede insani bir kriz yaratmayı ve demokratik projeyi çökertmeyi amaçlayarak kendisinin de bölgede neo-Osmanlıcılık hayalini gerçekleştirmeyi hedefler. Bu saldırılar, uluslararası hukukun ihlali anlamına gelmekle kalmaz, aynı zamanda soykırım tanımındaki "gruba yaşam koşullarını kasıtlı olarak bozmak" kriterini de karşılamaktadır.
Uluslararası sessizlik ve ikircikli tutumlar
Rojava'ya yönelik saldırılar, uluslararası toplumun büyük ölçüde sessiz kalmasıyla devam etmektedir. Batılı güçler, Türkiye'yi NATO müttefiki olarak jeostratejik çıkarları nedeniyle önemsemekte, ancak aynı zamanda Rojava'daki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile IŞİD'e karşı mücadelede işbirliği yapmaktadır. Bu ikircikli tutum, Rojava'nın maruz kaldığı insan hakları ihlallerinin görmezden gelinmesine neden olmaktadır. Bu ikircikli politikalar, Türk devletinin neo-Osmanlıcılık hevesini kabartmaktadır.
Sonuç: Celladın zinciri
Egemen güçler, kendilerine benzeyen herhangi bir sömürge toplumunun gelişmesine asla tahammül edemezler. Onları yalnızca çıkarlarının hizmetinde birer cellat gibi kullanırlar. Ne var ki, kurbanın altındaki sehpaya tekme atan cellat, bir gün kendisinin de aynı akıbetle karşılaşacağını bilmez; çünkü cellat, efendisinin sopasını tutarken kendi zincirini de sıkılaştırdığını fark edemez.
Hakan Fidan’ın Rojava politikası, bireysel bir tercih değil, devletin iflas etmiş ve deşifre olmuş politikasının bir yansımasıdır. Buradaki esas trajedi, bu figürlerin ne devletten bağımsız hareket edebilmesi ne de Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı gerçek bir alternatif sunabilmesidir. Tarih, işbirlikçilerin kaderini yazmıştır: Onlar, Önderliğin ifadesiyle, ancak “çöplük” olarak anılacaklardır.
Rojava'daki direniş, sadece toprak için değil, aynı zamanda insan onuru ve özgür kimlik inşası için verilen bir mücadeledir. Bu mücadele, sömürgeci zihniyetin her türlü tezahürüne karşı evrensel bir direnç çağrısıdır.
