Entegrasyon, dilsizlik ve statüsüzlük değildir

Demir ÇELİK yazdı —

  • Demokratik Entegrasyon; ne Kürtlerin asimilasyonla Türkleşmesidir ne de Türkçülük içinde erime ve ortadan kalkmasıdır. Aksine; kimliği, dili, kültürü ve öz yönetimiyle Kürt’ün kendi kendisini yönetmesidir.
  • Kazanımlarımızı, bu ırkçı zihniyetin keyfine ve insafına bırakamayız. Meşru savunmayla dilimize, kültürümüze, inancımıza ve kimliğimize sahip çıkmalı, korumalı, geliştirmeli ve toplumsallaştırmalıyız. Bu da ancak bilinçli, örgütlü ve kolektif mücadele ile mümkündür.

Geçen hafta Erdoğan’ın hukukçu baş danışmanlarından Mehmet Uçum eğitim dili ile ilgili ipe sapa gelmeyen açıklamalarda bulundu. Mehmet Uçum: “Türkçenin egemen ve birleştirici tek dil olmasının zorunlu sonucu ve değişmez, değiştirilemez kuralı olarak devletin dili yani resmi dil Türkçedir. Eğitimde zorunlu tek dil de Türkçedir” dedi.

Bu söylem ve yaklaşım bizim yüz yıldır yaşadığımız inkarın, asimilasyonun, katliamın ve soykırımın dili ve söylemidir. Bu söylem ile ne barış, ne Demokratik Toplum, ne de Demokratik Entegrasyon olur. Eğer demokratik hukuki bir süreç isteniyorsa; devlet ve iktidar sözcülerinin tekçi ve inkarcı bu dilden bir an evvel uzaklaşmaları gerekiyor.  

Dil; bir insanı, bir topluluğu, bir halkı ve bir ulusu diğer bireylerden, topluluklardan, halklardan ve uluslardan ayıran en önemli özgünlük ve özellik olup, onun varlığının en temel aracıdır. Halklar ve topluluklar, binlerce yıl kendilerine ait olan bu özgün ve özellikleriyle tarihe not düşmüşlerdir. Binlerce yıllık tarihlerindeki yapım ve yaratım faaliyetlerine, ana dilleri ile ruh ve anlam katmış, kimlik ve kültürel edinimler sağlamışlardır. Ana dilleri ile edebiyat, sanat ve kültürel yaratımlarda bulunmuş, sosyal ve kültürel aydınlanmayı yaşamış, yaşatmışlardır. Dolayısıyla bir dili öldürdüğünüzde bir halkı, onun tarihsel hakikatini, tarihte ve eko-sistemdeki izini ve değerlerini öldürmüş olursunuz. Başta Türk devleti olmak üzere, ulus- devletli sistem, biz Kürtlerden bunu yapmamızı istiyor. Neymiş? Türkçeden başka bir dilden eğitim dili olmazmış! Bu ırkçı ve faşist zihniyeti kabul etmek mümkün olmadığı gibi doğru da değildir. Türkiye’de 20 milyonu aşkın Kürt, anadili ile eğitim alamadığı için ana dili ile okuyamıyor, yazamıyor, önemli bir kesimi ise ana dilini konuşamıyor bile. Bugün için az çok okuyup yazan ve konuşan olsa da, bu inkarcı ve asimilasyoncu zihniyet sonucu, birkaç nesil sonra, Bakur Kürdistan’ında Kürtler kendi anadillerini unutmuş, konuşamaz olurlar. Bunun sonucu olarak hafızasızlaştırma ve belleksizleştirme çok derin yaşanmaya başlanacak, Kürt, Kürt olmaktan çıkacaktır.

Otantik tüm değerlerimiz elimizden alındığı gibi, dilimiz de elimizden alınınca, herbirimiz bu günün egemenlerinin istediği bir ‘iyi Kürt’ oluvermiş oluruz. Onlar değil midir ki, ‘en iyi Kürt ölü Kürt’tür’ diyorlar. Dilini öldürdüğünde Kürt’ü öldürmüş oluruz diye düşündükleri için ana dilde eğitimi yadsıyor, Türkçeyi dayatıyorlar. "Kürtler, evlerinde Kürtçeyi konuşuyorlar, nelerine yetmez" diyecek kadar insanlıktan çıkmış bir zihniyet söz konusudur. "Öğrenmeye evet, eğitime hayır!" diyen bu zihniyet, elinden gelse, evlerimizde de ana dilimizle konuşmamıza müdahale edecek. Eğer 20 milyonu aşan büyük toplumsallığımız olmasaydı, bunu da yapmaya kalkışırlardı. 1925 Şark Islahat Planı ile dil ve kültür yasağını devreye koyan Türkçü-Siyasi İslam, sonrası yıllarda köylerimizin, dağlarımızın, ovalarımızın, kasaba-ilçe ve illerimizin isimlerine Türkçe isimler koyarak, bizi hafızasızlaştırmaya, belleksizleştirmeye kalkıştılar. Çocuklarımıza ana dilden isim koyma hakkımızı; "x,q,w var" diyerek yasak koydular. Okullarında x,q, w ihtiva eden İngilizceyi, Fransızcayı ve Almancayı öğretmekten geri kalmayan bu tutarsız ve iki yüzlü yaklaşım sahipleri, her seferinde "İslam kardeşiyiz" diyerek aklımızı ve insani duyarlıklarımızı çeldiler. Bizi biz olmaktan çıkardılar. Dil; aileden başlanarak, okulda, sokakta, pazarda, sosyal ve kültürel ilişkilerde konuşulmuyorsa unutulmaya mahkumdur. Dilin kendisini koruması, geliştirmesi, tarihe iz düşmesi, sanatta, edebiyatta, bilimde ve siyasette söz kurması, ancak ve ancak eğitim dili olması ile mümkündür. 

Kürt Siyasal Hareketi’nin 27 Şubat’ta başlanarak tarihi adımlarına yenilerini katarak, Onurlu Barış’a yol aralamaya çalışması, Demokratik Toplum inşası ve Demokratik Entegrasyon’a giden yolun taşlarını örmesi anlamlı ve değerlidir. Çünkü bizim Demokratik Entegrasyondan anladığımız; Kürtlerin halk olmaktan ileri gelen haklarının hukuki olarak tanınması ve anayasal güvenceye alınmasıdır. Bu anlamda, Demokratik Entegrasyon; ne Kürtlerin asimilasyonla Türkleşmesidir ne de Türkçülük içinde erime ve ortadan kalkmasıdır. Aksine; kimliği, dili, kültürü ve öz yönetimiyle Kürt’ün kendi kendisini yönetmesidir. Ancak devlet ve iktidarın sözcüleri, bu gerçekliği ters yüz ederek Türklük içinde eritme, kültürel başkalaşımı ve yabancılaştırmayı dayatmak istiyorlar. Dolayısıyla iktidarcı ulus- devletli sistem, Kürt-Türk ittifakından; Kürtleri hafızasızlaştırma ve belleksizleştirmeyi anlamakta ve amaçlamaktadır.

Türk devletinin ve iktidarın bu tekçi, kaba merkeziyetçi, inkarcı ve asimilasyoncu söylem ve yaklaşımları oldukça tehlikeli ve ırkçıdır. Bu nedenle kazanımlarımızı, bu ırkçı zihniyetin keyfine ve insafına bırakamayız. Meşru savunmayla dilimize, kültürümüze, inancımıza ve kimliğimize sahip çıkmalı, korumalı, geliştirmeli ve toplumsallaştırmalıyız. Bu da ancak bilinçli, örgütlü ve kolektif mücadele ile mümkündür.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.