Egemenliğin paylaşımı -2

Demir ÇELİK yazdı —

  • İktidarcı formlarla doğal toplum arasında binlerce yıldır süren mücadele, uzun bir süre daha sürecek gibidir. Bu nedenle, iktidar formunu mutlaklaştırmadan, onun yanı başında meşruiyete dayalı yaşam alanlarını inşa etmek esas olanıdır.

Türkiye, Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şart’ını imzalamış, ancak Kürt Statüsü’ne neden olacağı gerekçesi ile kimi maddelerine çekince koymuştur. Anayasal vatandaşlık, idari, mali özerklik ve anadilde eğitimi sağlayan maddelere çekince koyan Türkiye, 2012- 2013 yılı görüşmelerinde ana konu başlıkları olmasına rağmen çekinceleri kaldırmamış, tekçi zihniyet ile iktidarını paylaşmak istememiştir. Kürt Siyasal Hareketi, devletin insafına sığınmadan devletin yanı başında, devletçi iktidarcı sisteme karşı, toplumun öz gücüne dayanarak özgürlüğünü elde etmesinin siyasal mücadelesini esas alan bir pozisyon içinde olur. Demokratik siyaset ve uluslararası meşruiyet esasıyla hareket eden Kürtler, bilinmez bir gelecekte, var olacağı öngörülen bir toplum tahayyüllü beklentisi içinde olmadan, bu sayede yerellerini ve kentlerini yönetmenin önemli deneyim ve birikim sahibi olurlar. Demokratik modernite kavramını geliştirerek, doğal ve demokratik topluma el konulduğundan beri var olan, ahlâki ve politik topluma erişilinceye kadar da sürecek olan mücadele yöntemini devreye koyarlar. Bu mücadelenin yol açtığı değişim dinamiği ile ‘Demokratikleşme’ ve ‘Yerindelik’ ilkesine neden olurlar. Kapitalist modernite ile demokratik modernitenin tarih boyunca kıyasıya mücadelesi, devletçi iktidarcı sistemleri siyasal ve yapısal değişimlere her zaman zorlamıştır. Mücadelenin giderek toplumsallaşması, yeni arayışları da beraberinde getirmiştir. Bugün Üçüncü Dünya Savaşı ile devam eden bu süreç:

  • 1- Uluslararası sermaye ve iktidar biriktirme araçlarının sürekli olarak doğal toplum lehine değişiyor olması,
  • 2- Her tür ulusal sınırın devasa ölçekte bilim ve teknolojik gelişmelerle aşılıyor olması,
  • 3- Devletçi, iktidarcı yapılara karşı halkların demokratik toplum esaslı demokratik mücadelesi yüzünden ‘Yerellik ve Yerindenlik’ yaşanmaktadır.

Bu üç nesnel duruma rağmen otoriter, katı merkeziyetçi devletçi sistemin varlığını devam ettirmek istiyor olması derin siyasal ve ekonomik krizlere neden olmaktadır. Günümüzde devam eden sistem krizinin aşılamamış olmasının yol açtığı bu kaos aralığının devletçi sistemi ciddi düzeyde sıkıntıya soktuğu ve sarstığı da bilinmektedir. Yaşanan kriz yapısal ve tarihseldir. Yapısal ve tarihsel olan bu kriz, tarihi temel çelişki olan devletçi iktidarcı yapılarla doğal demokratik toplum arası çelişki ile daha da derinleşerek devam edecektir. Devlet ve iktidarcı, hiyerarşikçi sistem, tümden kaybedeceğine, toplumsal dinamikler mücadelesinin sistemi alabora etmesine fırsat vermeden seçenekler geliştiriyor olması, devrimsel hamleler olarak görülemez. Bu arayış yıpranan, tökezleyen ve toplum karşısında itibarsızlaşan kapitalist modernitenin kendisini süsleyerek topluma tek seçenek olarak sunması, bu sayede rıza üretmesi çabasından başka bir şey değildir. Bu durum, devletli sistemin mücadeleler sonucunda, katı merkeziyetçi formdan istemeyerekte olsa âdem-i merkeziyetçi yeni formlara açık olmaya evrilmesi sürecidir. Tarihsel temel çelişki olan devletçi iktidarcı yapılarla doğal demokratik toplum arası çelişki, günümüzde:

  • 1- Küresel emperyalist sistem bloku ile ulus- devletler arası çelişki,
  • 2- Bu her iki iktidarcı güce karşı devletsiz halkların çelişkisi yaşanmaktadır.

Bugün genelde Ortadoğu’da, özelde Suriye ve Rojava’da bu iki çelişki iç içe yaşanmaktadır. Kapitalist modernitenin stratejik amaçlarını vekâlet savaşlarıyla yürütüyor olması, küresel emperyalist güçlerle ulus- devletler arası çelişki kadar, bu her iki egemenlikçi anlayışa karşı devlet dışı, iktidar dışı toplum dinamiklerinin kendi alternatiflerini ya da kendi seçeneklerini ete kemiğe büründürmesi mücadelesidir yaşananlar. Yapısal ve tarihsel kriz aşılamadığından hiyerarşi ve tahakküm ile doğal toplum formları arası kaos aralığı da her geçen gün artarak devam etmektedir. Halkların doğal demokratik toplum seçenekleri yeterince gelişmediğinden, demokratik modernitenin kapitalist moderniteye alternatif örgütlü mücadelesi ulusal, bölgesel ve küresel düzeyde oluşmadığından sistem kendi içinde krizi aşmanın bir yoluyla,  iktidarını sürdürmeye bakmaktadır.

Devletçi, iktidarcı ve hiyerarşikçi yapı, her zaman toplumsal dinamikleri bünyesine dâhil etme kapasitesine sahiptir. Devletin demokratik modernite karşısında kendisini yeniden değişime tabii tutması, ona hem varlığına ideolojik gerekçe oluşturmaya, hem de toplumsal yaşamı siyasal, sosyal ve psikolojik olarak yeniden düzenlemesine fırsat vermektedir. Bu özelliği ile toplumun üstünde topluma yabancılaşmış olmasına karşın, toplum tarafından vazgeçilmez olarak görülmeye başlar ki, asıl tehlikeli olan da budur. Devlet, toplumsal mühendislik yöntemleri ve köklü ideolojik aygıtlarıyla, bireye ve topluma, kendisinin mutlak olduğuna inandırır, rıza üretir. İtaat eden birey, itaat eden toplum üzerinden varlığını yeniden biçimlendirmede ve sürdürmede son derece mahir sahibi olduğundandır ki, binlerce yıldır varlığını sürdürebilmiştir. İşte küreselleşme, bu kaos aralığını yumuşatma, halklar mücadelesini sisteme çekme, uçları ehlileştirme ve sisteme dahil etme arayışıyla kendisini yeniden tek seçenek olarak halklara ve topluma sunma girişimidir. Toplum büyüdükçe, toplumsal örgütlenme formu da büyüyecektir. Toplumsal ihtiyacın karşılanması, devletçi, iktidarcı yapılara bırakılmayacak kadar meşru ve tarihseldir. Bu meşruiyet, devlet+ demokrasi paradigmasıyla devleti ne ret, ne de mutlak kabul eder. Halkların ve toplulukların öz güç ve öz yeterliliğine dayanarak, kendi meclisleri ile eşit-özgür yurttaşlar olarak kendilerini yönetmelerinin meşru ve hukuki gerekçeleri her zamandan daha çok evrensel ölçekte yaşanmaktadır. Devlet ve onun ideolojisi olmadan da, toplumun kendisini, devletin yanı başında demokratik, ekolojik ve ekonomik olarak örgütlediği, bir kez daha Kürt siyasal mücadelesi sayesinde görülmüştür.

İktidarcı formlarla doğal toplum arasında binlerce yıldır süren mücadele, uzun bir süre daha sürecek gibidir. Bu nedenle, iktidar formunu mutlaklaştırmadan, onun yanı başında meşruiyete dayalı yaşam alanlarını inşa etmek esas olanıdır. Demokratik uygarlık mücadelesinde özgür toplum arayışımızı, tahakkümcü hiyerarşikçi sisteme ve onun insafına bıraktığımızda, insanlık ve ekolojik felakete yol açmış oluruz. Eğer kapitalist sisteme karşı, özgür bireyi ve özgür toplumu gerçekleştirmek istiyorsak, sınıf çıkarlarına dayalı savaşların ideolojik yaklaşımlarına ve liberal demokrasinin basit sıradan sistemi iyileştirici politikalarına gelmemeli, sürekli mücadele eylemselliği içinde olmalıyız. Bu anlamda Demokratik Özerklik; özgür bireyin ve özgür toplumun, kendisini devletin yanı başında siyasal, sosyal, kültürel örgütlemesinin yolu olmaktadır.  Bu siyasal sistem:

  • 1- Demokratik Toplum Hukuku,
  • 2- Ekolojik Toplum Hukuku,
  • 3- Avrupa Konseyi Bölgesel ve Yerel Yönetimler Özerklik Şartı,
  • 4- BM’nin Yerli Halkların Hakları Sözleşmesi, 
  • 5- Evrensel Hukuk,
  • 6- BM’nin Habitat Formunun İyi Yönetim Kriterleri gibi evrensel değerlerden beslenir ve bu değerlerin yol açtığı meşruiyete sahiptir.

Devletsiz halklar ile iktidar dışı kalmış toplum kesimleri, bu alanların meşruiyeti üzerinden siyasal, sosyal ve kültürel taleplerini geliştirmeleri ve bu haklarını ete kemiğe büründürmeleri meşru ve demokratik bir haktır. Kürt Siyasal Hareketi; yerel yönetimlerin idari ve mali özerkliğe kavuşturulması halinde Demokratik Özerklik’in inşasının meşruiyet kazanacağını, bu meşruiyet üzerinden Kürtlerin kendi kendilerini yönetmelerinin siyasal yolunun açılacağı, dolayısıyla sınırlarla oynamadan, mevcut verili koşullarda ortak yaşamın mümkün olacağını savunmaktadır. Bu nedenle; AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı önemseyerek soruna çözüm perspektifleri geliştirmeye çalışmıştır. Hatırlanacağı üzere DTK, 14 Temmuz 2011’ de Demokratik Özerklik’i ilan etmiş, Kürt sorununun çözümü ve Kürt statüsünde yeni sınırlara ihtiyaç duymadan çözümün mümkün olacağını söylemişti. O tarihten bu yana, başta ulusalcı, milliyetçi kesimler olmak üzere devlet cenahında kıyamet koparılmış, bir kaşık suda fırtınalar kopartılmıştı. Görüleceği üzere herkes ve her kesim kendi öncelikleri ve içinden geldikleri sınıf ile siyasal ve toplumsal kesimlerin hassasiyeti ile soruna yaklaşmaktadır. Kürtlerin siyasal ve kültürel taleplerinden çok, bu kesimlerin kaygıları, korkuları, siyasal konumları çözümsüzlükte belirleyici olmuştur.

Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Özerklik Şartı; halkların ve toplulukların kendi kendisini yönetmesinin ilk adımı olması yanında, devleti de demokratikleşmeye zorlayan bir işleve sahiptir. Bu nedenle, Türkiye gibi katı merkeziyetçi ulus- devletler, yirmi birinci yüz yılın ilk çeyreğinde ya bu özerklik şartına kimi çekinceler koyarak ya da imzaladıkları şartın gereklerini yerine getirmeyerek ayak diremişlerdir. Bize düşen; taleplerimizin uluslararası meşruiyetine dayanarak, Rojava’da ve Bakur’da statü sahibi olmayı başarmaktır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.