Umudu diri tutmalı
Demir ÇELİK yazdı —
- Ya savaş Kürdistan’a yol açacak, ya da Kürdistan direnişi savaşı sonlandıracaktır sözünün geçerli olacağı bir zaman diliminden geçtiğimizi unutmadan yarınlara hazırlanmalıyız.
Alman Imparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı’nı kaybetmesi sonucu Alman ekonomisinin içine düştüğü ekonomik darboğazı ve maruz kaldığı siyasal kuşatılmışlığı aşmak amacıyla Hitler 1939’da Polonya’yı işgal ederek, 2. Dünya Savaşı’na neden olmuş, on yıl içinde bütün Avrupa’yı kasıp kavurmuş, halklara soykırımı yaşatmıştı.
O tarihten çok daha önceleri ırkçı anlayış ve zihniyetle hareket eden Türk ulus- devleti de, toplumun çoklu kimliğini ve çoklu kültürünü ret ederek, halklara ve inançlara soykırımı yaşatmıştı. Aradan geçen bunca zamana rağmen söz konusu bu ırkçı zihniyetini aşamadığı için çeperini ve çevresini çatışma ve savaş alanına dönüştürmeye, soruna askeri ve güvenlikçi politikalar eksenli yaklaştığından, içine düştüğü darboğazı aşmak için her seferinde çıkışı Kürdistan’ı bir bütünen işgale kalkışıyor. Bunu kendi bekası için olmazsa olmaz gören Kemalist- militarist devletin yüzyıllık bu jeo-stratejisini günceleyen AKP-MHP faşist bloku da, ‘ikinci kurtuluş savaşı’ ve ‘Türkiye Yüzyılı’ söylemi ile halklarımıza hayatı zehir ediyor.
Türk devleti, ikibinli yıllarda Kürt statüsü ihtimali iyice açığa çıkınca, uluslararası meşruiyeti hiçe sayarak, neo- Osmanlı yayılmacı politikası ile çevresini ve çeperini işgale ve ilhaka kalkıştı. Ortadoğu ve Suriye’deki gelişmeler, özellikle de Rojava’da demokratik ulus perspektifi gereğince yaşanan halklar ve inançlar buluşmasını içine sindiremeyen devlet, Kürdistan karşıtlığı stratejisini güncelleyerek, Başûr ve Rojava’yı da işgal etmeyi ve Kürdistan statüsü önüne geçmeye çalıştı.
Kürt Siyasal Hareketi, 21.yüzyılın başından bu yana, ikili iktidarın de-facto koşullarında, Bakur Kürdistan’ında demokratik konfederalizmi inşaya, demokratik özerkliği ete kemiğe büründürmeye çalışması, buna paralel düzeyde Rojava’nın kantonlar sistemi ile demokratik konfederalizmi demokratik ulus perspektifi ile inşa etmesi, Türk devletini 30 Kasım 2014’te yeni kararlaşmalar içinde olmaya zorladı. Bin yıllık Türk-Kürt ilişkisini hiçe sayarak, Kürt ve Kürdistan karşıtlığında devletin yeniden inşası kararına vardı devlet aklı. Devletin yeniden tahkimini, Erdoğan etrafında “yerli ve milli” olan tüm güçleri konumlandırarak, Kürt ve Kürdistan Statüsü’nü engellemenin siyasal, sosyal, askeri, diplomatik ve kültürel faaliyetleri eşliğinde, topyekûn saldırı konseptini devreye koydu.
Birbiri ile tarihsel ve siyasal amaçları çelişen ve çatışan güçlerin uzlaşması, Kürt Statüsü nedeni ile kutsal devlet etrafında, “yerli ve milli” olanların ittifakına neden olmuş, tüm ulusalcı ve şoven milliyetçi kesimlerin, yüz yıllık jeo-strateji gereğince, ‘Milli Şef’in otoritesi etrafında kenetlenmesine yol açmıştı. Selefi militanlar üzerinden 2018’de Efrîn, daha sonra Serêkaniyê ve Girê Spî, 2024’ te de Minbîc’in işgali, devletin “milli şef” merkezli yeniden örgütlenmesi sonucu gerçekleşmişti. 2024-2025 yıllarında bir yandan SMO ve HTŞ üzerinden Arap Alevi soykırımını yürütürken, diğer yandan da Halep’te geçen hafta sonu olduğuna benzer, Kürtlere katliam ve soykırımı yaşatmaya kalkıştı. Hem de halklarımızın barışa çok büyük değer biçtiği ve umut beslediği, demokratik entegrasyon dediği bu dönemde, devletin alenice bunları yapıyor olması ırkçı zihniyetinde ısrar ettiğini göstermektedir.
Başûr ve Rojava bir bütünen Türk Devleti’nin yayılmacı alanlarına dönüşmeyince, Kürdistan’ın yeniden işgali gerçekleşmeyince, küresel emperyalist güçlerin jeo-stratejik çıkarlarıyla, işgalci bu politik strateji çelişince, devlet, Kürtlerle ittifakını 2024 sonunda güncelemek zorunda kaldı. Ancak bu yönlü kimi olumlu söylem ve adımları atıyor gibi görünse de, asli amacından ve yüzyıllık stratejisinden hala vazgeçmiş değildir. Açığa çıkan yeni dengeler ekseninde, Kürdistan Statüsü ihtimaline karşı, iktidar bir yandan savaş ve işgali gündem de tutmaya devam ediyor, diğer yandan da içeride ve dışarıda düşmanlar yaratarak, düşman karşıtlığında toplumda rıza üretmeye çalışıyor. Ancak toplum, son yıllarda bu rızayı vermemekte, her tür faşizan uygulamaya karşı meşru zeminin kendisine tanıdığı olanaklar ölçüsünde de itirazını yükseltmekte, yeni mücadele araçlarının arayışı içindedir. Bu arayışın yanı sıra, hem Ortadoğu genelinde, hem Suriye ve Rojava’daki gelişmeler, ittifak bloku bileşenlerinde beklenmedik tepkilere neden olacağı da açığa çıkmaya başlamıştır. Kürt Statüsü ihtimali, devlet ve iktidar blokunda ciddi pozisyon değişimlerine, ittifak güçleri arasında önemli çelişki ve kırılmalara neden olacağa benzerdir. Bu nedenle de kesintisiz bir mücadele hattına ihtiyaç olduğu da kesin olan bir durumdur.
Avrupa ve Amerika’nın Suriye’nin geleceğinde asgari müşterekte anlaşmış olmaları, Kürdistan Statüsü ihtimali nedeni ile Türkiye ile AB, Türkiye-Rusya ve Türkiye-Amerika arasında kısmi kimi çelişkilerin yaşanma olasılığı söz konusudur. Ancak bu çelişki ve stratejilerin örtüşmemesi durumu, sonsuza kadar devam edecek değildir. Her an, yeni gelişmelerle birlikte, dengeler ve ittifaklarda pekala değişebilme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle, tek bir seçenek ve tek bir ittifak gücünü değil, çoklu ihtimal ve seçenekleri göz ardı etmemek gerekiyor. Türkiye, Üçüncü Dünya Savaşı’nın de-facto koşullarında, Kürdistan’ı sınır güvenliği gerekçesi ile işgal ve ilhak etmeyi, savaşı fırsata dönüştürerek, Kürdistan statüsünü engellemeyi ve Akdeniz koridorunu denetiminde tutmak istiyor. Bu nedenle tehlikeli sularda gezinmeye devam ediyor.
Körfez ülkeleri, İran ve Suriye petrol ve doğal gaz kaynaklarının Şengal, Deyre Zor üzerinden Lazkiye’ye, oradan da Kıbrıs ve Yunanistan üzerinden Avrupa’ya taşınması projesi, Türk Devleti’nin uykularını kaçırmaktadır. Türkiye’nin bölgede etkin olma isteği ile birlikte Kürdistan karşıtı jeo-stratejisinin farkında olan Rusya, nasıl ki geçmişte sahada Türkiye’yi kullandıysa, bugün de ABD kullanmak istiyor. ABD, bölgede yayılma alanını güvencede tutmak isterken, Türkiye ise daha çok ABD ve NATO desteğini almaya çalışarak, Rojava’yı kendi egemenlik alanına dönüştürmek isteyecektir. Yakın zamana kadar Suriye ve İran yayılmacı olmaması koşuluyla, Türkiye’nin bu işgalini, Kürdistan karşıtı stratejileri nedeniyle destekliyorlardı. Ancak bugün bu iki devletten eser kalmamış, emperyalist sistem devrededir. Emperyal devletler, kendi stratejileri gereği hareket edecekleri açıktır. Bu nedenle güç olmalı, örgütlü mücadeleyi kesintiye uğratmadan sürdürmeyi başarmakta bizim dönem görevimiz olmaktadır. Dolayısıyla; Ya savaş Kürdistan’a yol açacak, ya da Kürdistan direnişi savaşı sonlandıracaktır sözünün geçerli olacağı bir zaman diliminden geçtiğimizi unutmadan yarınlara hazırlanmalıyız.
