Erasmus’u düşünürken “Deliliğe Methiye” 

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • O gün tımarhanelerden gök gürültüsü gibi sloganlar yükseldi: “Hepimiz deliyiz, Erdoğan değiliz… Deliler dışarı, Erdoğan içeri.” O gün ülke “samimiyet çağına” adım atar.

Yolda yürürken, dışardan hiçbir etki yokken kahkahalarla gülen birini görseniz ne dersiniz?

Deli…

Gerçekten de insan, durup dururken aklından geçen bir düşünce yüzünden hafifçe gülümseyebilir. Ama insan kendini kahkahalarla güldüremez. Durup dururken kendinizi ağlatabilirsiniz, aklınıza acıklı bir hadise gelebilir. Aniden suratınız kasılabilir, kaşlarınız çatılabilir, muhtemelen size karşı yapılan bir haksızlığı ya da hakareti aklınıza getirmişsinizdir. Ama ne yaparsanız yapın kahkahalarla gülemezsiniz.

Kahkahalarla gülmek için bir başkasına, bir başkasının bir hareketine, yazdığına ihtiyacınız vardır. Kahkahalarla gülmek sosyalliğin en büyük tezahürüdür.

“Deli” neden durup dururken kahkahalarla güler? Çünkü onun içi kalabalıktır. Zihninde bir mizah kitabı, TV ekranı, bir film seti, tiyatro perdesi, ya da kendi Cem Yılmaz’ını seyretmektedir. İçindeki İsmail Dümbüllü “deliyi” kahkahadan kırar geçirir. Yolda yürürken içindeki Hacivat “yıktın perdeyi eyledin viran, Hülagü Han mısın kafir” diye inim inim inler, aynı anda içindeki Karagöz içindeki Hacivat’a şamarı patlatınca “deli” gülmekten kendini yerlere atar, neredeyse boğulacak gibi olur.

“Deli”nin başkasına ihtiyacı yoktur çünkü. Onun içi “sosyaldir”. Kah Napolyon olur, bir elini gömleğinin içine geçirip ufka doğru sert bakışlarla bakar. Kah Erdoğan olur… diyecektim ki yakın arkadaşım bir “deli”, “delirdin mi be adam, delilerin içinde herkes olur ama Erdoğan olamaz” deyiverdi.

Oysa her “akıllının” içinde bir ya da yarım, hiç değilse çeyrek bir Erdoğan vardır. Hatta diyebilirim ki içinde en azından bir gramlık Erdoğan olmayan hiçbir “akıllı” bulamazsınız. “Akıllıların” şu rejimdeki halini bakın, içindeki bir Erdoğan size göz kırpar.

“Deli”nin içi “insaniyettir”. “İnsana dair her şey” “deli”nin ruhundadır. Erdoğan “delinin” ruhuna giremez.

Neden  derseniz, çünkü Erdoğan diye bir şey yoktur. Çok şey vardır. Birisi “çok şeyse”, “hiçbir şeydir”. “Deli” “hiçbir şeyi” ne yapsın? O sonsuz “bir şeyleri” alır, içindeki “tımarhane cumhuriyetine” yerleştirir. O “bir şeylerin” hepsi kendisidir.

“Cumhuriyeti’nde” hükümrandır, mesuttur. İstediği zaman kahkahalarla gülebilir. Kızabilir. Öfkelenebilir. Ama bilin ki hepsi kendinedir. Kendiyle kavgalıdır, kendine aşıktır, kendiyle eğlenir, düğün dernek yapar, kendiyle karalar bağlar. “Deli” insaniyeti içine almıştır. İnsana dair ne varsa ondadır. “Deli” bir “habbedir”, “kubbeyi” içinde taşır.

Erdoğan’la karşılaşan bir “deli” anlattı: “Adama uzun uzun baktım, aslında matrak bir şeydi, ‘deli’ numarası yapıyordu, ‘şahsım Putin’ olarak başlıyor, ‘Biden olarak’ bitiriyordu; güya Hitler olmuştu, Şarlo’nun Hitleri gibi bir dünya haritalı balonu kıçıyla zıplatıyor, bin bir türlü maskaralıklar yapıyordu; lazımlıkta oturmuş, ‘şimdi Madrid’deyim’ diyordu, daha taharet almadan ‘Şanghaydan sevgilerimle” diye yellenme sesleri arasında sanki karşısında ‘ümmeti’ varmış gibi parmaklarını kah beşiyle ‘Heil’ diyerek, kah dördüyle “ehlen” diyerek, kah da affedersiniz, orta parmağıyla şahadet parmağının arasına baş parmağını geçirerek cümle ‘İslam alemini” selamlıyor, önüne doğru iki büklüm olacağına, ardını dönerek eğilip ecdadına temenna çakıyordu. Bazan ‘bilinmeyen bir dilde serkeftine benzer sözler sarfediyor, sarfeder etmez, ‘Kürt’e yok diyorum, Kürt yok oluyor’ cümlesiyle o haliyle zıp zıplamaya başlıyordu, Mandrake gibi sihirbazlık numarası yapıyordu, ardından ‘huvan suzakınta onunç ay yigirmi törti kutlug kün üze bitiyü tolu boltı: kėnki tözünlerke ötüg bolsun’ diyerekten Uygurca bir şeyler haykırıyor, sonra aklı başına geldiğinde ‘Ne Uygur’u ulan, Uygur muygur yok, Çinli var’ diye aynı tonda bağırışıyordu…”

“Deli” kardeşim, biraz nefeslendi: “Adama baktım baktım, yahu bu adam deliye pek benziyor, lakin ‘samimi deli’ değil, deli bozuntusu, beyninde kırk tilki var, hiç birinin kuyruğu bir diğerinin kuyruğuna değmiyor, böyle deli mi olurmuş”…

Şimdi ben sorayım, siz söyleyin: Yeryüzüne gelmiş, geçmiş bütün mahluklar içinde biricik samimi yaratık kimdir?

Sizi gidi deliler, elbette biliyorsunuz: Delidir.

O halde hep birlikte bağırıp çağıralım, damlara çıkalım, kafamıza huni, boynumuzu çalar saat takalım. Elimize geçeni, aşağıda bize bakıp kahkahayla gülenlerin kafalarına atalım. Ve diyelim ki, “biz olmasak siz kahkahayla gülemezsiniz, çünkü çok akıllısınız, aklınıza turp sıkalım…”

O gün tımarhanelerden gök gürültüsü gibi sloganlar yükseldi:

Hepimiz deliyiz, Erdoğan değiliz… Deliler dışarı, Erdoğan içeri.

O gün ülke “samimiyet çağına” adım atar.

Not: Bu tür mizahi hikayeleri Pazar günleri yazıyorum ve sanıyorum ki aynı gün yayınlanacak. Deli miyim neyim?

İkinci not: Rotterdamlı Erasmus, 16. Yüzyılda yaşamış en büyük hümanist yazar. Ütopik sosyalist Thomas Morus’a konuk olduğu günlerde “Deliliği Methiye” adlı biricik eserini kaleme aldı. Bu kitap Kilise bağnazlığına karşı mizahi ve sert bir eleştiri kitabıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.