HTŞ üzerinden Kürt tasfiyesi
Zeki AKIL yazdı —
- Erdoğan yönetimi HTŞ’yi dünyaya meşru göstermeye ve kanlı geçmişlerini unutturmaya çalıştı, çalışıyor. Suriye’nin gerçekliğini, farklı kesimleri dışlayarak, yokmuş gibi göstererek HTŞ’yi hakimi mutlak yapmak istiyor.
Suriye’de iç barışın ve istikrarın gerçekleşmesi önünde en büyük engelin Türkiye olduğu açıktır. Türkiye ise iç ve dış kamuoyuna sürekli bunun tersini anlatıyor, en çok Suriye’nin birliğini ve istikrarını savunan ülke görüntüsü vermek istiyor. Ayrıca Türkiye’nin İsrail’le, Suriye üzerinde bir egemenlik çekişmesi var. Bunun dışında İsrail’le gerçek anlamda bir sorunu da yok. İsrail, Türkiye gibi bütün yatırımını HTŞ’ye yapmıyor. Türkiye ise kayıtsız şartsız yatırımını HTŞ’ye yapmış durumda. Buna Kürt düşmanlığı da eklenince “Suriye neden iç barışına ve istikrara kavuşamıyor” sorusu cevabını bulur.
Bilindiği gibi 10 Mart’ta HTŞ hükümeti ve SDG arasında bir mutabakat imzalandı. Bu mutabakat tek taraflı bir içerik taşımıyor. Ama Türkiye bunu tek taraflı bir anlaşmaymış gibi sunuyor ve SDG’ye dayatıyor. Öyle ki, şimdi Türkiye’de başlayan Kürtlerle barış ve kardeşlik projesi de gelip bu dayatmaya bağlanmış durumda. Halbuki Kürt tarafı aslında sorunu çözmüş. Önder Apo en sonda atılacak adımları en başta atmıştır. Türkiye’nin yapacağı şey buna uygun yasal ve siyasi zemini hazırlamaktır. Ama Türk yöneticileri bu sorumluluklarını yerine getirmek yerine Suriye’de Kürtleri etkisizleştirmek ve tasfiye etmekle meşguller.
Kürtlere inanılmaz bir düşmanlık var. Adeta akıl tutulması yaşanıyor. Hiçbir vicdan ve ahlak kuralına uyulmuyor. İnanılmaz bir kibir ve nobranlıkla sürekli Kürtlere karşı istedikleri gibi konuşuyor ve dayatmalarda bulunuyorlar. Bu Kürtler ki, Suriye’de DAİŞ’e karşı insanlık adına savaştılar ve büyük bir bedel ödediler. Yirmi binin üzerinde şehit ve yaralıları var. Koalisyonla birlikte yürüttükleri bu savaşla DAİŞ’i yendiler ve insanlığı bu beladan kurtardılar. Türkiye bunu unutturmaya ve yokmuş gibi göstermeye çalışıyor. Kürtlerin acılarını, emeklerini hiçleştirmek için yapmadıkları şey bırakmadılar.
Dünyada hiçbir güç SDG’yi terörist olarak görmüyor. Türkiye’nin bütün karşı çalışmalarına rağmen SDG, Suriye’de ve dünyada saygın bir güç. Ortada karıştıkları terör eylemleri yok, dünyanın gözü önündeler, ABD dahil büyük güçlerle ortak çalıştılar. DAİŞ dışında kimseyle de savaşmadılar. Türkiye belasını onlara sürmüş, sürekli saldırmış ve geniş bir bölgeyi işgal etmiştir. Bunu da Kürtler bir statüye sahip olmasın, özgür yaşamasınlar diye yapmıştır.
BAAS rejimi sonlandıktan sonra da Türkiye, Kürtleri hedeflemeye devam etmiştir. Özerk Yönetim’i tasfiye etmek ve Kürtlerin kazanımlarını ortadan kaldırmak için daha aktif ve saldırgan bir pozisyona geçmiştir. Aylarca bu saldırılar sürdü. Ancak istedikleri sonucu alamadılar. HTŞ’yi yedekleyerek Kürtleri dışlamaya ve ortak ezme stratejisini uygulamaya devam ediyorlar. Bütün bunlara rağmen HTŞ de istedikleri gibi Suriye’de hakim olamadı. Mutlak hakimiyet sağlamak için Alevi ve Dürzilere karşı katliamlar düzenlediler. Bu katliamlarda da Türkiye onları yönlendirdi ve destekledi. Bu çevreler ezildikten sonra sıra Kürtlere gelecekti. Niyetin ve hesapların ne kadar acımasız ve soykırıma dayandığı açık.
Bütün bunlara rağmen Özerk Yönetim ayakta kaldı. Ama Türkiye durmak bilmiyor. HTŞ’nin Kürtlerle anlaşmaması için ağırlığını koydu. Günlük olarak HTŞ’yi yönetmeye kalktı. HTŞ yaptığı bütün düzenlemelerde Özerk Yönetim’i dışarda tuttu. HTŞ zihniyet olarak zaten gerici bir güç. Demokrasiye karşı. Bu da Türkiye’nin aradığı bir durum. Erdoğan yönetimi HTŞ’yi dünyaya meşru göstermeye ve kanlı geçmişlerini unutturmaya çalıştı, çalışıyor. Suriye’nin gerçekliğini, farklı kesimleri dışlayarak, yokmuş gibi göstererek HTŞ’yi hakimi mutlak yapmak istiyor.
10 Mart Mutabakatı’na da Türkiye müdahale etti. Hatırlanırsa mutabakattan sonra Türk yetkilileri Şam’a akın ettiler, ardından Şam yönetiminden bakanları Ankara’ya çağırıp mutabakatın imzalandığı gibi uygulanmamasını dayattılar. HTŞ de buna göre davrandı. Şimdiye kadar bir adım atmadı. Türkiye’yle birlikte dayatmaları SDG kendisini dağıtsın, güçlerini HTŞ’nin emrine versin biçiminde oldu.
Bu strateji ve yaklaşımlar nedeniyle şimdiye kadar mutabakat uygulanmadı. Ama bunun faturası SDG’ye kesilmek istendi. Türkiye bu mutabakattan bir savaş gerekçesi çıkarmaya çalıştı. Sorunun çözümü için ABD, Fransa gibi güçler araya girdiler. Paris’te görüşme ayarlandı. Ama Türkiye yine devreye girerek HTŞ’yi alıkoydu ve bu görüşmelerden çekti. Bu tıkanmayı aşmak için ABD girişimlerini sürdürdü. En son Şam’da SDG ve HTŞ yöneticileri bir araya geldiler. Görüşmelerin olumlu yönde seyrettiğini ve devam edeceğini açıkladılar. Türkiye buna da hemen müdahale etti. Tam da bu görüşmenin yapılacağı gün Halep’te Kürt mahallelerine askeri saldırılar düzenlendi. Bunun arkasında da Türkiye’nin olduğu açıktı.
Şam’daki görüşmenin ardından hemen Şeybani, Ankara’ya çağrıldı. Türk dışişleri bakanı görüşme sonrasında yaptığı açıklamada yine SDG’yi suçladı, tehditlerini tekrarladı. Bakan ’’DEAŞ ile mücadele kisvesi altında bölücü bir gündem takip eden SDG'nin artık bu denklemden vazgeçmesi gerekiyor… SDG'nin başka bir gündemle düşünüp, farklı şekilde hareket etmesi yani takiye yapmaması gerekiyor’’ dedi. Dikkat edilirse suçlama ve tehdit tek taraflı. HTŞ’ye dair bir uyarı ve eleştiri yoktur. Dediğimiz gibi vicdanları ve gözleri kararmış. Hak adalet diye kavramlara yabancılaşmışlar. Kürtleri gözlerini kırpmadan bu karanlık zihniyete sahip güçlerin insafına terk etmek istiyorlar.
