Kürt-Türk kardeşliği bu mudur?
Zeki AKIL yazdı —
- Ankara HTŞ’yi ayakta tutmaya ve Suriye’ye egemen kılmaya çalışıyor. Suriye’yi aynı zamanda arka bahçesi gibi olarak da kullanmak istiyor.
- Eğer Kürtleri kardeş olarak kabul ediyorlarsa onların güvenliğini de düşünmeleri ve garanti istemeleri gerekmez mi? Ama söylenenler ve sahada olanlar kardeşliğe denk düşmüyor. Tersine klasik Kürt düşmanlığı devam ediyor.
- SDG’nin istediği yasal ve anayasal bir güvencedir. Bunlar sağlandıktan sonra zaten sorun kalmaz. Bu güvenceler verilene kadar ordunun bir parçası olarak bölgede kalıp bir güvenlik garantisi olarak kalmak istiyor.
Türkiye, Suriye’nin içişlerine çok fazla müdahale ediyor. Suriye’de ortaya çıkan tarihi fırsatın halkların elinden kaçırılmasına çalışıyor. Baas rejimi yıkıldı, yeni ve demokratik bir Suriye’nin inşa olanakları doğdu. Ancak Türkiye bütün desteğini HTŞ’nin arkasına vererek demokratik seçeneği ortadan kaldırıyor. HTŞ bilindiği gibi El Kaide’nin bir versiyonudur. Zihniyet olarak demokrasiye karşıdır. Bir mezhebe dayanan katı bir dini yorumla diktatörlük kurma arayışındadır. Ancak HTŞ, Suriye’ye hükmedecek bir kapasitede değil. İdlib eksenli örgütlendiği için Suriye’nin tümüne hitap edemiyor. Şam’ı elinde tutsa da Suriye ve Şam halkı tarafından da kabul görmüş ve sindirilmiş değil.
HTŞ bu kısa yönetim süresine iki katliam sığdırdı. Alevilere karşı yapılan katliam ve ardından Dürzilere yapılanlar. Bu katliamlar hem Suriye halkları hem de dünya kamuoyunda HTŞ’ye karşı duyulan güvensizliği artırdı. Alevi ve Dürzilerin Suriye vatandaşları olarak taleplerinin karşılanması ve sorunlarını diyalogla çözme yerine katliamla karşılık verildi. Yaşam alanları talan edildi, yakılıp yıkıldı. Kadın çocuk, yaşlı demeden insanlar katledildi. Bu katliamlar Türkiye tarafından sonuna kadar desteklendi. Yapılanlara göstermelik de olsa bir kınama ve eleştiri gelmedi.
10 Mart’ta Şam yönetimi ve SDG arasında bir mutabakat imzalandı. Bu mutabakata göre Kürtler Suriye’nin asli unsurlarından biri olarak kabul edilecek ve varlıkları anayasal güvenceye alınacaktı. Ancak mutabakat imzalandıktan sonra HTŞ tarafından hazırlanan geçici anayasada Kürtler ve hakları yer almadı. HTŞ yaptığı bütün işlerde, hükümet kurma dahil Kürtleri ve diğer toplumsal grupları katmadı, onları yok saydı. Türkiye bütün bunları tavsiye etti, destekledi. Öyle ki, Türk MGK kararlarında bile Suriye’de merkezi, tekçi bir sistemin kurulması kararı alındı.
Son günlerde Şam yönetimi ve SDG-Özerk Yönetim arasında görüşmeler canlandırılmaya ve sorunların aşılmasına çalışıldı. Bunun için Şam’da Tom Barrack arabuluculuğunda bir toplantı yapıldı. Bu toplantı sonuçsuz dağıldı. Ardından Paris’te toplanmak yönünde bir karar alındı. Türkiye üçüncü tarafın katılmasını istemedi. Bunun için toplantıyı engellemeye çalıştı. Sonunda Şam hükümeti toplantıya katılmayacağını bildirdi ve ertelenmesini istedi. ABD ve Fransa bunu kabul etti. Toplantı için yeni bir tarih belirlendi. Ancak Şam hükümeti Paris toplantısından çekildiğini açıkladı. Bu kararı aldıranın Türkiye olduğunu bilmeyen yok. Türkiye uluslararası güçler ve gözlemcilerin olduğu bir anlaşmanın uygulanma olasılığının daha fazla olacağını hesapladı. Kürtlerin de içinde bulunduğu Özerk Yönetim lehine bazı kararlar alınma olasılığına karşı Suriye’yi belirsizliğe ve istikrarsızlığa sürükleyen girişimlerin öncüsü durumunda.
Bu günlerde Türk dışişleri bakanı Şam’a damladı. Ardından Suriye dışişleri ve savunma bakanları Ankara’ya getirtildi. Ankara HTŞ’yi ayakta tutmaya ve Suriye’ye egemen kılmaya çalışıyor. Suriye’yi aynı zamanda arka bahçesi gibi olarak da kullanmak istiyor. Bu temelde onları Ankara’ya getirip desteklerini deklere ettiler ve onlara istedikleri anlaşmaları imzalattılar.
SDG ve Özerk Yönetim Suriye’deki siyasi çözüm ve inşa sürecine katılmak istiyor. Edindiği demokratik deneyimi ve birikimi Suriye halklarıyla paylaşmak arayışında. Görüşmelerden ve çözümden yana bütün girişimleri olumlu karşılamış ve katılmaktan geri durmamıştır. Ancak Şam hükümeti şimdiye kadar SDG ve Özerk Yönetim’i siyasi sürece katmamıştır. Aldığı kararların dışında tutmuştur. Aynı şey Aleviler, Dürziler ve örgütlü diğer kesimler için de geçerlidir.
Gerçekler böyleyken Türk dışişleri bakanı SDG’yi suçlamıştır. Ankara’da yaptığı açıklamalarda açıktan SDG ve Özerk Yönetim yine tehdit edilmiş ve suçlanmıştır. Sözde Şam hükümeti çözümden yanaymış da SDG birleşmeye karşıymış ve oyalıyormuş! Türkiye Kürtlerin katliam tehditleri altında olduğunu çok iyi biliyor. Çünkü onlara karşı saldırı ve tasfiye planları içinde kendisi de var. Suriye’de katliamlar yaşanıyor ve yakılıp yıkılan yerlerin üzerinde dumanlar tütüyorken Kürtlere, Özerk Yönetim’e "gel HTŞ’ye teslim ol" deniyor. Teslim olmadığı için de tehdit ediyor ve sabrımız kalmadı diyor! SDG’nin yaptığı tek şey bölge halkının güvenliğini sağlamaktır. Başka bir askeri faaliyeti yok. Ayrıca Suriye ordusuna katılacağını da açıklıyor, hazırlığını yapıyor. Ama Türkiye’nin acelesi var, çabuk bu gücü dağıt, benim güvenlik kaygılarım var, diyor. SDG, Türkiye için ne güvenlik kaygı yaratabilir ki?
SDG’nin istediği yasal ve anayasal bir güvencedir. Bunlar sağlandıktan sonra zaten sorun kalmaz. Bu güvenceler verilene kadar ordunun bir parçası olarak bölgede kalıp bir güvenlik garantisi olarak kalmak istiyor. Türk dışişleri bakanı ne diyor; "SDG’nin kışkırtıcı tavrı süreci akamete uğratıyor." Yine "Türkiye terörle mücadeleye destek verecek’’ diyor. Kim terörist? Emşat ve Hamzat gibi gruplar mı? Bunlar ve adını bilmediğimiz bir sürü grup talan ve katliam yapıyor. Bunların tümü Türkiye’ye bağlı veya onlarla ilişkili. Türkiye’nin bunları terörist olarak kabul etmediği açık. Geriye terörist olarak Kürtler ve SDG kalıyor. Şam hükümetinin Kürtlere olası saldırılarına karşı Türk devleti HTŞ’ye destek vereceğini ilan ediyor.
Kürt-Türk kardeşliği bu mudur? Eğer Kürtleri kardeş olarak kabul ediyorlarsa onların güvenliğini de düşünmeleri ve garanti istemeleri gerekmez mi? Ama söylenenler ve sahada olanlar kardeşliğe denk düşmüyor. Tersine klasik Kürt düşmanlığı devam ediyor.
