Lozan değil, ortak yaşama

Demir ÇELİK yazdı —

  • Lozan Antlaşması, başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere halkların ve inançların inkarının belgesidir. Bu nedenle bugün yapılması gereken yeni, eşitlikçi ve özgürlükçü, herkesin ve herkesimin haklarına saygıyı esas alan evrensel değerlerden gücünü alan yeni bir sözleşmeye ihtiyaç vardır.

PKK‘nin 5-7 Mayıs‘ta 12. Olağanüstü Kongresi’nde kendisini feshetmesi ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırması devlet ve iktidar cenahında olumlu karşılansa da, 12 Mayıs'ta kamuoyu ile paylaşılan Kongre sonuç bildirisindeki kimi kavram ve söylem kimi çevrelerde farklı tepkilere neden oldu. Özellikle ulusalcı Kemalist çizgideki kimi siyasetçi, emekli asker ve gazeteciler, Lozan Antlaşması vurgusunu kabul edilmez bir ifade olduğu konusunda ortak refleks ve tepki gösterdiler.

Lozan Antlaşması’nda Kurdistan hiç gündeme alınmaz. Kürtlerin ve Alevilerin azınlık olmadıkları iddasında bulunan Türk heyetine, Kürt olduğu söylenen İsmet İnönü başkanlık eder. 101 yıl önce imzalanan Lozan Antlaşması’nı Türk ulus- devletinin tapu senedi, devletin uluslararası tescil senedi olduğunu söyleyen ulusalcılara şunu söylemek gerekiyor; sizin tapu senedinizde Kürtlerin, Alevilerin, Ermenilerin, Êzîdîlerin, Rumların, Asuri-Suryanilerin, Arap ve Çerkezlerin bırakın meşru demokratik hakları, adları bile yoksa bu 85 milyonun tapu senedi olamaz. O nedenle yeni bir sözleşmeye, dönemin ruhuna uygun yeni “Barış ve Demokratik Toplum” anlayışına ihtiyaç vardır.

Dönemin emperyalistleri Fransa ve İngiltere’nin öncülüğünde 32 devletin imza altına aldıkları bu Antlaşma halkların ve inançların fiziki, siyasi, toplumsal ve kültürel kırımına neden olmuştur. Lozan Antlaşması, Kürdistan’ı bölen, parçalayan, işgal ve ilhak edilmesine yol açandır. Lozan Antlaşması, Kürtleri ve Alevileri azınlık statüsünde bile görmeyen, halkların inkârına, soykırımına ve asimilasyonuna yol veren olmuştur. Bu antlaşmada Kürtlerin ve Türklerin temsilcisi olduğunu söyleyen İsmet İnönü sonraki yıllara damgasını vuran bir tez ile farklı olanı görünmez kılma ilkesi ile hareket etmiştir. Kürtlerin ve Alevilerin o dönemde Türkiye toplumunun önemli bir kesimini oluşturduğunu iyi bilen Kemalist akıl, onları topyekûn ortadan kaldıramayacağını da bilmektedir. O nedenle farklı olanı kendinden sayma, onu kendine benzetme yolu ile farklı olanı görünmez kılmaya çalışmıştır. Baha Said’in 20. yüzyılın başında, Fuad Köprülü ve Yusuf Ziya Yörükân’ın daha sonraki çalışmalarıyla Alevilerin Şamanist olduğu, dolayısıyla Türk oldukları yönündeki İttihat Terakki tezi Lozan’da masaya sürülür. Alevilerin ve Êzîdîlerin Müslüman olduklarını, Kürtlerin ise Türk olduklarını söyleyerek azınlık sayılmayacakları, onların asli unsur olmanın her tür hakkına sahip olacakları savını ileri sürerler. Lozan’dan sonra da kültürel soykırım uygulamalarıyla Alevileri İslam’ın alt mezhebine, Kürtleri de dağlı Türk olduklarına iknâya çalışır Kemalist devlet. Lozan Antlaşma’sı sayesinde, Kürtleri devşirip Türkleştirmenin, Alevileri Türk ve İslamlaştırmanın olanak ve imkanına kavuşur. Elde ettiği uluslararası destek sayesinde önce hilafeti kaldırır, aynı gün Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurar. Artık tek devlet, tek milletin yanına tek dini de eklemiş olur. Hızını almaz, 1925’te Alevi İnanç Ocaxlarını kapatır, inancın yol önderi Pîrlerine dedeliği, inanca ise Sünni İslam’ı dayatır. Uluslararası konjonktürün lehine olmasını fırsat bilen Kemalist devlet, 1925 Eylül’ünde Şark Islahat Planı’nı devreye koyar. Değişen hükümetlerle ama değişmeyen planla başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere halklara ve inançlara fiziki, siyasi ve kültürel soykırımları yaşatır. Yüzyıldır bu zihniyet ile hareket eden devlet, bugün eğer demokratik hukuk sistemine dönüşmek istiyorsa öncelikle halkların ve inançların ölüm fermanının tescil belgesi olan Lozan Antlaşması’nı, Şark Islahat Planı’nı rafa kaldırmalı, fiziki ve kültürel soykırımlar yerine Demokratik Toplum’un inşasına yol vermelidir. Bunun için de öncelikle tekçi, ırkçı söylemlerinden vazgeçmelidir.

Milliyetçi histeri ile hareket eden devlet, tapu senedimdir dediği Lozan Antlaşması’nın gereklerini de yerine getirmiş değildir. Örneğin Lozan Antlaşması'nın 39. Maddesi: “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk yurttaşları Müslümanlarla özdeş medeni ve siyasal haklardan yararlanacaklardır. Türkiye’nin tüm halkı, din ayırt edilmeksizin, yasa önünde eşit olacaktır.

Din, inanç ya da mezhep farkı, hiçbir Türk yurttaşının medeni ve siyasal haklardan, ya da çeşitli meslekleri ve sanatları yapmasına bir engel sayılmayacaktır.

Herhangi bir Türk yurttaşının yararlanmasına ve özellikle genel hizmetlere kabulüne, memurluğa ve yukarı derecelere ulaşmasına gerek özel ya da ticaret ilişkilerinde, gerek din, basın ya da her türlü yayın konusunda ve gerek toplantılarda herhangi bir dili serbestçe kullanmasına karşı hiçbir sınır konulmayacaktır.

Resmi dilin varlığı kuşkusuz olmakla birlikte, Türkçeden başka dil ile konuşan Türk yurttaşlarına yargıçlar önünde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için gerekli kolaylıklar gösterilecektir.“

Devletin uluslararası tescili ve tapusu olduğunu, dolayısıyla dokunulamaz dedikleri Lozan Antlaşması’nın 39. maddesinde azınlıklara kırıntı diye tanınan haklar bile Kürtlere ve Alevilere tanınmamış. Çünkü devlet, şark kurnazlığıyla bu iki büyük toplumsallığı azınlık olarak tanıtmamış, Türk ve Müslüman olduklarını söyleyerek tüm haklarından mahrum bıraktırmıştır. Lozan Antlaşması, başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere halkların ve inançların inkarının belgesidir. Bu nedenle bugün yapılması gereken yeni, eşitlikçi ve özgürlükçü, herkesin ve herkesimin haklarına saygıyı esas alan evrensel değerlerden gücünü alan yeni bir sözleşmeye ihtiyaç vardır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.