Mazlumların demokratik hukuki sistemine
Demir ÇELİK yazdı —
- Kürtleri o gün kendi stratejisine yedeklemek isteyen iktidar, bugün de uluslararası konjonktürün Kürt statüsüne yol vereceği kaygısı ve korkusu nedeni ile adını koymasa da devirdiği masayı İmralı‘da yeniden kurmak, buzdolabına hapsettiği Kürt sorununu yeniden akıl etmek durumunda kalmıştır.
Türk ulus-devleti, Kürt sorununa askeri ve güvenlikçi politikalarla yaklaştığından, başta siyasi ve ekonomik olmak üzere çoklu krizin derin açmazı ile karşı karşıyadır. İçine düştüğü bu dar boğaz yetmezmiş gibi bölgesel ve küresel düzeyde yaşanan gelişmeler, dolayısıyla uluslararası konjonktür de aleyhine gelişince bir kez daha Kürtleri hatırlamak durumunda kaldı. Halbuki son on yıldır Kemalist- militarist devletin yüzyıllık jeo-stratejisi ile hareket eden AKP-MHP bloku bu stratejiyi, ‘Yeni Türkiye’ söylemi ile güncelleyerek Kürtlere yapmadık kötülük bırakmamıştı. Kürt statüsü ihtimaline karşı, uluslararası meşruiyeti hiçe sayarak neo- Osmanlıcı zihniyetle çevresini ve çeperini işgal ve ilhaka kalkıştı. Kuzey Doğu Suriye’de demokratik ulus perspektifi gereğince yaşanan halklar ve inançlar buluşmasını içine sindirmeyerek Kürdistan karşıtlığıyla, Bakur işgaline, Başûr ve Rojava’yı da işgal ederek bir bütün Kürdistan statüsü önüne geçmeye kalkıştı.
21. yüzyılın ilk çeyreğinde Kürt Siyasal Hareketi ikili iktidarın de-facto koşullarında Bakur Kürdistan’ında demokratik konfederalizmi inşa, demokratik özerkliği ete kemiğe büründürme çalışmaları paralelinde Rojava’da da demokratik ulus perspektifi ile halkların ve inançların ortak yaşam ısrarı, Türk devletini 30 Ekim 2014’te yeni kararlaşmaya götürdü. MGK’nin Çöktürme Planı olarak bilinen bu karar öncesi ve sonrasında Erdoğan’ın ve devletin ne kadar ilkesiz ve tutarsız olduğunu göstermek açısında farklı tarihlerde Erdoğan’ın söylediklerini öncelikle hatırlatmak isterim.
2002 yılında iktidara geldiğinde, “Yok dersen, sorun ortadan kalkar” diyerek Kürt sorununu inkar eden Erdoğan, 2005 yılında, “Benim de sorunumdur”, 2010’da “Kürt sorununu savunuyorum” demişti... 2011 yılında yeniden “Kürt sorunu yoktur” diyen Erdoğan, çözümün tartışıldığı 2013 yılında “Nasıl ki Türk’ü, Kürt’ten ayıramazlarsa, Kürt’ü de Türk’ten ayıramazlar” dedikten iki yıl sonra “Ne Kürt sorunu ya! Artık böyle bir şey yok” demişti. 2016‘da “Taş taş üstünde, gövde üstünde baş kalmayacak...“ diyerek Kürt kentlerini yakıp yıkmanın kararını veren iktidarın başı Erdoğan, 2019’da “Kürt sorunu var demek bana hakaret...” demişti. Kürtlere yaşatılan ağır siyasal ve toplumsal travmanın karar vericisi kendisi değilmiş gibi 9 Temmuz 2021’de Diyarbakır'da “Biz başlattık ama sonlandıran biz olmadık” diyerek tutarsızlığını ifşa etmişti.
Anlaşılacağı üzere bin yıllık Türk-Kürt ittifakını hiçe sayan devlet, Kürt ve Kürdistan karşıtı stratejisinde kararlıdır. Bu kararlılık sonucu 2017’de Erdoğan etrafında “yerli ve milli” tüm güçler konumlandırıldı. Kürt ve Kürdistan statüsünü engellemenin topyekûn saldırı konseptini devreye koydu. Birbiri ile tarihsel ve siyasal amaçları çelişen ve çatışan güçlerin uzlaşması Kürt Statüsü nedeni ile kutsal devlet etrafında “yerli ve milli” olanların ittifakı gerçekleşti. Tüm ulusalcı ve şoven milliyetçi kesimlere Kürt muhafazakarlarını da alarak, yüz yıllık jeo-strateji gereğince, ‘Milli Şef’in otoritesi altında toplum biata zorlandı. Güç devşiren devlet 2018’de selefistlerle Efrîn’i işgal etti, Rojava Demokratik Özerk Yönetimi’ni ortadan kaldırmak, Musul, Kerkük’e kadar uzanmak istedi. Bu hesap tutmadı ve Kürdistan’ın yeniden işgali gerçekleşmedi. Bugünkü uluslararası konjonktür işgalci bu politik strateji ile çelişince, Türk devleti bir kez daha Kürt ittifakını dillendirmek zorunda kaldı. İçeride ve dışarıda düşmanlar yaratarak, düşman karşıtlığında toplumda rızalık üreten iktidar, son iki yıldır toplumda rızalığı üretemediği gibi içine düştüğü krizi Kürt ittifakı ile atlatmaya bakıyor. Devletin topyekun saldırısı karşısındaki Kürt direnişi topluma umut olmuş, her tür faşizan uygulamaya karşı toplum olanakları ölçüsünde itirazını yükseltmekte, yeni mücadele araçlarının arayışı içindedir. Bu arayışın yanı sıra hem Ortadoğu genelinde, hem Suriye’deki gelişmeler ve Kürt Statüsü ihtimali, devlet ve iktidar blokunda ciddi pozisyon alma ve ittifak güçleri arasında önemli çelişki ve kırılmaların yaşanmasına yol açmış bulunuyor.
Kürdistan statüsü ihtimali Türkiye’yi telaşlandırmış, AB-Rusya ve Çin, Rusya-Amerika arasındaki çelişkileri fırsata dönüştürmeye çalışıyor. Üçüncü Dünya Savaşı’nın de-facto koşullarında, Kürdistan’ı sınır güvenliği gerekçesi ile öncelikle işgal ve ilhak etmek, bunun mümkün olmaması durumunda bir kez daha Kürtleri statüsüz bırakmanın siyasi, diplomatik, ekonomik yollarına bakıyor. 2013’te Kürt sorununun çözümü doğrultusunda, İmralı’da Sayın Abdullah Öcalan ile, dışarıda PKK yöneticileri ve İmralı Heyeti ile görüşen devlet, diğer yandan da Suriye‘de Esad rejimini çökertme amacıyla Rojava’da de-facto statü elde eden Demokratik Birlik Partisi (PYD) ile ilişki içindeydi. Kürtleri o gün kendi stratejisine yedeklemek isteyen iktidar, bugün de uluslararası konjonktürün Kürt statüsüne yol vereceği kaygısı ve korkusu nedeni ile adını koymasa da devirdiği masayı İmralı‘da yeniden kurmak, buzdolabına hapsettiği Kürt sorununu yeniden akıl etmek durumunda kalmıştır.
Buna rağmen de toplumda algı oluşturmaya devam ediyor. Bir yandan ‘Terörsüz Türkiye‘ diyerek toplumu ikna etmek isterken, öte yandan da Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’a “şartsız, şurtsuz PKK’ye silah bırak çağrısı yapacak" diyerek Kürtlerde, Alevilerde ve demokrasi güçlerinde kaygı, kuşku ve ikircikli olmanın algısını oluşturuyor. Biz mazlumlar, biz Kürtler ve Aleviler, biz ezilen toplum kesimleri olarak inkarcı, katliamcı ve asimilasyoncu iktidar blokunun siyasi oyunları yerine, kendi meşru demokratik taleplerimizin eldesi mücadelesine yoğunlaşalım...