Mücadele ruhunu kuşanmalıyız

Demir ÇELİK yazdı —

  • Koçgiri ve Şeyh Sait‘i kanla bastıran, 1925 Eylül’ünde yürürlüğe koyduğu Şark Islahat Planı ile Dersim soykırımını gerçekleştiren Türk devleti, Kürtlere karşı savaşını bugünlere kadar sürdüren karakteri ile faşizmin ta kendisidir. Buradan hareketle sol ve sosyalist hareketler, demokratik ortak yaşamı savunuyorlarsa, devletin bu faşist ruhu ile yüzleşmelidirler.
  • Sol ve sosyalist hareketler, demokratik ortak yaşamı savunuyorlarsa, devletin faşist ruhu ile yüzleşmelidir. Bölgesel ve küresel bir sorun haline gelen kadim Kürt sorununun demokratik ve siyasal zeminde çözümünün, Türkiye’yi ve Ortadoğu‘yu demokratikleştiren bir dinamizme sahip olduğunu unutmadan mücadeleyi yükseltmelidir.

Sağ popülist ve rekabetçi otoriter rejimlerin giderek yaygınlık kazandığı günümüz dünyasında en otoriter rejimlerden biri de Türkiye’dedir. Türkiye‘de son yüzyılda sınırlı zaman aralıklarında parlamenter demokrasi yaşanır gibi olsa da, esas olarak faşizmin iktidarı söz konusudur. Faşizmin yüz yıl boyunca iktidarda kalmasının en temel nedeni de, devletin Kürt ve Kürdistan karşıtı stratejisi sonucudur. Kırmızı kitap olarak bilinen, MGK siyaset belgesi 1925 Şark Islahat Planı kararlarının güncellenmesinden başka bir şey değildir. Değişen hükümetlerle değişmeyen bu sömürge hukuku belgesi faşist ruhludur. Yüzyıldır inkar, imha ve soykırımlar bu zihniyet neticesinde halklara yaşatılmıştır. Buna rağmen de kimi sol ve sosyalist çevreler Türkiye‘de seçimlerin yapılıyor olmasından hareketle, Türkiye‘de olanlara faşizm denilemeyeceğini iddia etmektedir. Türkiye‘de seçimler asla adil, demokratik, eşitlikçi ve özgürlük koşullarda gerçekleşmemiştir. Anti demokratik seçim yasasının da ötesinde, devlet, asker ve sivil bürokrasisi ile her zaman Kürt iradesinin karşısında yek vücut olmuştur. Değişen uluslararası konjonktür ile toplumsal dinamiklerin sınıf karakterini göz önünde bulunduran Türkiye, otoriter zihniyetine meşruiyet kazandırmak için seçimleri araçsallaştırmaktadır. Amacı demokratik iradeye yol vermek değildir. 1925‘te Kürdistan’ı 5 sömürge valisi ile yöneten zihniyet, bugün de Kürt’ün seçme ve seçilme hakkını gaspetmek üzere kayyumlar atamaktadır. Yani aradan geçen zamana rağmen değişen hiçbir şey yoktur.  

Söz konusu çevreler Komünist Enternasyonal’in VII. Kongresi (1935)’te Georgi Dimitrov faşizm tarifine gönderme yapmaktadır: “Faşizm, finans kapitalin en gerici, en şovenist ve en emperyalist öğelerinin açık terörist diktatörlüğüdür.” 

Her şeyden önce bu tanım faşizmin sınıfsal özünü, üzerinden yükseldiği ekonomik temeli, burjuva demokrasisinden farkını ve siyasi yöntemini ortaya koymakla birlikte, “en”,“en“ diyerek burjuvazinin öteki kesimlerini anti-faşist görmemizi bize telkin etmektedir. Dolayısıyla, burjuvazinin bu kapsama girmeyen kesiminin orta sınıfa dayalı rekabetçi iktidarını faşizm dışında tutmamızı bize önermektedirler. Bu da beraberinde Putin ve Erdoğan başta olmak üzere dünyada rekabetçi otoriter birçok rejime meşruiyet kazandıran yaklaşımı getirmektedir. Yakın bir gelecekte HTŞ’nin yapacağı seçimlerle iktidarını güncellemesi halinde de bu yapının faşist sayılmaması sonucuna bizi götürür. Bu yanlış analizleri nedeni ile topluma sundukları mücadele araç ve yöntemleri ile sürekli sistem partilerinin iktidara taşınmasında toplumda rızalık üretmeye çalışan bu kesimler, çoğu zaman Kemalist devletin kurucu partisi CHP‘yi, topluma umut olarak sunmanın tutarsızlığı içinde olmuşlardır.

Halbuki bugünün ırkçı zihniyetinin temelleri yüzyıl öncesinde CHP ideologları tarafından atılmıştır. CHP‘ye uzun yıllar genel başkanlık yapmış İsmet İnönü 1925‘te TC’nin nasıl bir yol izlemesi gerektiğini şöyle dile getiriyor: “Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları behemehal Türk yapmaktır. Türklere ve Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı [unsurları] kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız evsaf [nitelikler] her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır” der. Bununla yetinmeyen İnönü ilerleyen yıllarda: “Sadece Türk milleti bu ülkede etnik ya da ırki birtakım haklar isteyebilir. Başka hiçbir kişinin buna hakkı yoktur” der (Milliyet, 31 Ağustos 1930). Bugün de iktidar sahiplerinin “Kürt sorunu yoktur. Şartsız şurtsuz PKK silah bırakmalıdır“ demelerinden çıkarılacak sonuç; iktidar blokunun Kürtlerin ırki hiçbir hakkının olmadığı noktasında İttihat Terakki zihniyetinde ısrarlı olduklarıdır.

“Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim“ diyen Kürt Halk Önderi Öcalan‘ın fiziki ve siyasi özgürlüğüne kavuşturulması gerekirken itibarsızlaştırmaya devam etmektedirler. Dört yıldır ağır tecrit uygulayan devlet, istediği çağrıyı almayınca,“görüşmeler bitmiştir“ diyerek son noktayı koyma hakkını kendisinde görebiliyor. Peki bu faşizm değilse nedir?

Aynı zihniyete sahip Nazi hayranı Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt; “Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır. Türklere hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı” ( 19 Eylül 1930).  Bu anlayıştan beslenenler bu nedenle, Kürtler ‘silahlarını bırakmalı, teslim olmalıdırlar‘ diyorlar.

Kuruluşundan itibaren Türk devletine damgasını vuran bu ırkçı zihniyet, Kürt ulusal hareketini zor ve şiddet araçlarıyla bastırmayı, mümkünse ortadan kaldırmayı esas almıştır. Ortadan kaldırmanın mümkün olmadığı koşullarda da eğitim, din, siyaset, hukuk ve ekonomi başta olmak üzere ideolojik aygıtlar aracılığıyla asimilasyon politikalarını devreye sokarak Kürt kimliğini Türklük içinde eritmeye çalışmışlardır. Koçgiri ve Şeyh Sait‘i kanla bastıran, 1925 Eylül’ünde yürürlüğe koyduğu Şark Islahat Planı ile Dersim soykırımını gerçekleştiren Türk devleti, Kürtlere karşı savaşını bugünlere kadar sürdüren karakteri ile faşizmin ta kendisidir. Buradan hareketle sol ve sosyalist hareketler, demokratik ortak yaşamı savunuyorlarsa, devletin bu faşist ruhu ile yüzleşmelidirler. Bölgesel ve küresel bir sorun haline gelen kadim Kürt sorununun demokratik ve siyasal zeminde çözümünün, Türkiye’yi ve Ortadoğu‘yu demokratikleştiren bir dinamizme sahip olduğunu unutmadan mücadeleyi yükseltmelidirler. Bu nedenle herkes fakatsız, amasız faşizme karşı mücadele saflarında yerini aldığında, halklarımız hak ettikleri özgür yaşam koşullarına erişmiş olurlar.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.