Özgür anlar ve sonsuzluk ırmağı…

Dilzar DÎLOK yazdı —

  • Ahlaki değerler çok yıprandı. Utanç duygusu yitirildi. Utanç, özgürleşerek aşmamız gereken ve aştığımız anlarda özgürleştiğimizi duyumsadığımız bir uygarlık inşasıyken, böyle yok edilivermesi, utancı aratır oluyor. Kötülüğün kötülük olduğunun farkındasızlığı, en büyük cehalet. Ve büyük utanç.

Bu nasıl bir çağ, nasıl bir çığ! Bu çığın yönü nereye! Ve yakarak… Ve değdiği herşeyi kendine katarak… Yaşam nereye evriliyor! İnsan ve yaşama dair büyük kaygılar, bizi her gün daha fazla direnmeye motive ediyor. Egemenlerin insan tanımına dair her tür tanımdan, vasıftan uzak uygulamaları, nafile vicdan çağrılarını büyütürcesine sürüyor. Nafile çabaların büyümesi de vicdan çağrılarının iktidarları büyütüp çoğalttığını, minimize ederek yaygınlaştırdığını gösteriyor. Zira kötülüğün büyüklüğü, karşısında büyük vicdan çağrıları görürken topluma, kendi ahlakını seyretme imkanı vererek bir iç tatmin sağlıyor.

Ahlaki değerler çok yıprandı. Utanç duygusu yitirildi. Utanç, özgürleşerek aşmamız gereken ve aştığımız anlarda özgürleştiğimizi duyumsadığımız bir uygarlık inşasıyken, böyle yok edilivermesi, utancı aratır oluyor. Kötülüğün kötülük olduğunun farkındasızlığı, en büyük cehalet. Ve büyük utanç.

Bu utançsızlıktan bize yeni utançlar doğuyor. O utancın büyüklüğü yeni devrimlere, direnişlere gebe. Hayal ile hakikat arasındaki romansı yaşamlar epey uzağa düşüyor. Özlüyoruz onları. Direnenleri, hayal inşacılarını, hakikat inşacılarını görüyor ve onların toplumsallığını tasavvur ediyoruz.

Öyle zamanlar, özgür anların sonsuzluk ırmağına akması gibidir. Yaşamımızın içinden bir ebedilik oluştururlar kendilerine. Öyle bir zamandaysanız, an olur, İnce Memed, Yaşar Kemal’in romanlarından çıkıp gelir ve yanıbaşınızda duruverir. Yaşamınıza sessiz sedasız girmiş gibi görünür. Oysa girdiği an onun varlığını duyumsamışsınızdır. O sesi kimse duymamış olsa da yüreğiniz duymuştur. Yağmurlu bir nazlı bahardır, sizin içinizde güneşler açar, gökkuşağı eksilmez başınızın üstünden, altından geçersiniz hep. Ve bilirsiniz, gökkuşağı size göründüğü andan çok önce renklerini doğurmaya ve sizin göğünüzü boyamaya başlamıştır.

Yağmur yağmış, toprak, kokusunu azad etmeye başlamış, güneşi kucaklamaya hazırlanmıştır heyecanla. Siz orda dururken, tüm hayat, hayatınız, çokça sözü edildiği gibi bir film şeridi gibi geçer gözlerinizin önünden. Ve tam kalbindesinizdir hayatın. Handiyse kendinizi seyretmektesinizdir. O, sizin gökkuşağınızdır.

Uyursunuz uyanırsınız, İnce Memed ordadır. Tutar elinizden kaf dağına doğru bir yolculuğa çıkarır sizi. Siz zamanın başka bir aralığına geçersiniz, saatlerde görünen zamanın zincirlerini koparıp atıverirsiniz. Zamanı saatsiz yaşarsınız, hayatınızın kendisi bir zaman ölçümü inşa eder kendinden ibaret. Gözlerinizi kapatırsınız Kaf Dağı’nın sarp yollarına rağmen. Uçurumlardan düşmeyeceğinizi, ayaklarınıza dikenler batmayacağını bilirsiniz. Taş da, diken de, uçurum da artık sizsiniz. Ne gece ne gündüz, ne fener ne göz. Hepsi geçmiştir sizden.

Bazen o bir insana benzer, ama salt bir beden değildir. O, zamanın kendisidir. Tebdili kıyafet bir zamandır o, gelip elinizi tuttuğu fikrinden alıkoyamazsınız kendinizi, avucunuz yanadurur. Hep avuçlarınızın içinde bir kor taşıdığınızı duyumsarsınız. Durup durup avuç içinize bakasınız gelir. Acıdan değil sevinçten. Buz koymak istemezsiniz, o yangını çocuğunuz gibi bağrınıza basarsınız.

O kıymetli zaman parçası içinizdeki boşlukları doldurmaya gelmemiştir. Zira geldiğini farkettiğinizde içinizde boşluk adına bir şey kalmamıştır. O, en dolu olduğunuz anda, içinizdeki dolulukları yeniden anlamlandırmaya gelmiştir, ve sizi alıp götürmeye niyetlidir. Sözsüz.

Gidersiniz. Hep gidersiniz. O el elinizde, süreğen bir Kaf Dağına gitme olur tekmil yaşam. Gidersiniz.

Zamanı bir insan gibi hissederek yaşamak, bir anlam bedenleşmesi olarak bilmek, ona verilen anlamın derinliğiyle, anların sonsuzluk ırmağına akmasıyla ilgili.

Şimdilerde, nerede bu İnce Memedler, bu Yaşar Kemaller, ne oldular! Bu tarihin sesini bize duyuran yaşlanmamış dengbêjler nereye kayboldular! Yanılmış olamayız. Öyle olsa, avuçlarımızdaki yıldız izlerini neyle açıklayabiliriz!

Dengbêjler çekip gitmiş dağ başlarına diyorlar. Akıllarını, duyumsayışlarını korumak istercesine sımsıkı bağlamışlar başlarındaki kefiyeleri. Kimi sırra kadem basmış, kimi kendini yabancılaşmanın dibinde bir sessiz ve kansız intihara vurmuş, kimi oldukça küçümseyerek yaşam diye gösterilen nefes alma biçimini, bir arabanın altına atıvermiş kendini, Hemê Tozî gibi. Kimiyse ırmağın dibinde olsa da ayağını hızla vurup suyun yüzüne çıkmış, kulaç atıyor sonsuzluk ırmağına.

Çokça umutsuzlaşılan bir çağdayız. Bu inşa edilmeye zorlanılan umutsuzluğa öfkemiz, yüreğimizi büyütüyor. Umudun zaferden daha değerli olduğunu söyleyen Önderimiz, bunu yaşayan yol arkadaşlarımızın varlığı umudu hakikate dönüştürüyor. Özgür anların çağındayız. Direniyoruz, varoluyoruz ve yaşamlarımızı inşa ederken türümüzü yeniden inşa ediyoruz.

İnsan oldukça kendi çağımızın tanrısallığını var ediyoruz. Ve şimdi Esmer’in, Rüstem’in, Nucan’ın zamanını bir romansı yaşama evriltmenin çağındayız. Cengin cengawerleri zamanındayız.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.