Özgür bir tarihin yaratıcı çocukları olmak

Şemsettin ÖZER yazdı —

  • Eğer tarihin gözyaşı döken çocukları olmak istemiyorsak, bu süreci iyi anlamak ve daha fazla duyarlı olmak gerekir. Rojava etrafında kenetlenmeliyiz. Çünkü Türklük-Selefilik zihniyeti, Kürtleri yok etme anlayışından vazgeçmiş değildir. Şimdilik doğrudan askeri saldırılar olmasa da, Kürtleri aşağılama metodu dozu artarak uygulanıyor.

Sürekli aşağılanan, gözyaşı döken bir tarihin çocukları mı olacağız, yoksa özgür bir tarihin yaratıcı çocukları olarak mı tarihe geçeceğiz? Şimdi tam da bu eşiğindeyiz.

Ancak Türklük zihniyeti ve Sünni İslam anlayışı, iki kafa olarak birleşip Kürtleri ortadan kaldırmak için adeta yemin etmişlerdir. Bu zihniyetlerin birleşmesi, yalnızca Kürtlerin varlığı için değil, tüm insanlık için bir felakettir. Bu anlayış, hiçbir tarihsel gelişmenin öznesi olamamış olmanın verdiği aşağılık psikolojisiyle, kendinden olmayan herkese ya itaat etmeyi dayatır ya da buna gücü yetmediğinde onları aşağılama ve iradesiz bırakma hedefini güder.

Dolayısıyla bu zihniyet, Kürt özgürlük mücadelesine yalnızca konjonktürel bir yaklaşım sergilemekle kalmaz; aynı zamanda hiyerarşik yapılarını sadece ekonomik ve siyasi yollarla değil, kültürel ve psikolojik araçları da kullanarak Kürtleri tamamen teslim alma hedefini taşır.

Aşağılama: Psiko-sosyolojik bir şiddet aracı

Aşağılama, yalnızca bir bireyin diğerine yönelik küçük düşürücü eylemi değil, toplumsal olarak kodlanmış sistematik bir tahakküm biçimidir. Türkiye bağlamında, Türk olmayan kimliklere (özellikle Kürtler, Aleviler, Ermeniler ve diğer etno-kültürel topluluklar) yöneltilen psikolojik aşağılama pratikleri, bir halkın benliğini tahrip eden kolektif bir şiddet biçimine dönüşmüştür. Türklük zihniyeti, bu alaycı tavrını barış sürecine rağmen sürdürürken, tıpkı Dostoyevski’nin "Suç ve Ceza" romanındaki Raskolnikov’un “grandiyözite” durumunu yaşıyor. Kürtlerin başarısı karşısında derin bir kriz yaşayan bu anlayış, yıllarca Türk toplumuna üstünlük mitosunu yansıtmış ve toplumu buna inandırmıştır. Tıpkı Hitler’in Alman ırkının üstün olduğunu iddia edip Yahudileri “haşere” olarak nitelendirerek gaz odalarına gönderirken, Alman toplumunun zafer sarhoşluğuyla “Pis Yahudilere ölüm!” sloganları atarak Avrupa’yı inletmesi gibi...

Şimdi de basınlarında şöyle bir tartışma yürütüyorlar: “Gelip silahını bırakan gerillaları rehabilitasyon merkezlerine almak gerekli.” Bu yaklaşım bir aşağılamadır. Oysa barış olacaksa, öncelikle Kürdistan’da görev yapmış asker, polis ve tüm kamu görevlileri rehabilitasyon sürecine tabi tutulmalı ve Kürt bölgelerinden çıkarılmalıdır.

Aşağılama ve imha süreci

Aşağılama, bireyin ya da bir grubun değer, statü ve onur bakımından aşağı bir konuma itilmesi sürecidir. Dionysios Solomon’a göre bu süreç, bireyin “insan dışı varlıklarla özdeşleştirilmesi” noktasına varabilir. Canetti ise Nazi faşizmini örnek göstererek aşağılama sürecinin önce değersizleştirme, sonra düşmanlaştırma ve nihayetinde imhaya varabileceğini belirtir.

Erving Goffman’ın “damgalama” kuramı ve Harold Garfinkel’in “statü indirgeme” teorisi, bu tür sosyal ilişkilerin bireyin kamusal kimliğini nasıl çökerttiğini gösterir. Bu çerçevede, Türklük zihniyetinin son dönemde Kürtlere ve onun iradesi olan Özgürlük Hareketi’ne yaklaşımı, aşağılama metodunu daha sinsi, konjonktürel ve karmaşık hale getirmiştir. “Terörsüz Türkiye” sloganı yalnızca özel harp yöntemi değil, özünde bir aşağılama aracıdır; Türklük zihniyetinin dışa yansımasıdır. Böylece süreci terörize ederek hem faşizmi ayakta tutuyor (Türklük-Selefilik birleşimi faşizmi aynı zamanda ihraç ediyor), hem de Türklük-Kemalizm-Selefilik üçgeninin en zirvedeki temsilcileri basın yoluyla Kürt Özgürlük Hareketi’ne saldırıyor.

Kürt kimliğinin yok sayılması ve psikolojik savaş

Kürt kimliği, uzun yıllar boyunca resmi ideoloji tarafından “yok” sayılmış; dil, tarih, kültür ve aidiyet öğeleri kriminalize edilmiştir. Tüm Kürt tarihi yerleri ya sular altında bırakılmış ya da bombalanarak yok edilmiştir. Bu yalnızca siyasi değil, aynı zamanda psikolojik bir saldırıdır. Kürtçenin yasaklanması, Kürt isimlerinin değiştirilmesi ve “Dağ Türk’ü” gibi söylemler, Kürtlere yönelik sistematik bir “damgalama” ve “indirgeme” politikasıdır.

Özgürlük Hareketi’nin barış elini uzatma çabasını bir zayıflık olarak değerlendiren bu zihniyet, “Kürtler silah bıraksın” talebiyle özellikle Rojava’ya yönelik politikalarında Kürtlerin gururunu rencide ederek bunu bir özel savaş yöntemine dönüştürüyor. 20. yüzyılda Yahudilerin başına gelen trajediyi Kürtlere yaşatmak istiyorlar. Çünkü Türklük zihniyeti, “Ermeni, Rum, Kürt”ü yok etme üzerine kurulu bir Sünni İslam anlayışıdır.

İçselleştirilmiş aşağılık ve ihanet

İlginç olan, bu süreçte Türklük faşizmiyle aynı koroda yer alıp Özgürlük Hareketi’ne saldıran bazı Kürt kökenli isimlerin öne çıkmasıdır. Bunların başını Hakan Fidan çekerken, Twitter odalarında söz hakkı olmayıp da YouTube’da zafer naraları atan bazı isimler, Özgürlük Hareketi’ne saldırmak için gece gündüz çalışıyor.

Frantz Fanon’un sömürge altındaki bireyin benlik bölünmesi üzerine söyledikleri bu duruma ışık tutar:

“Sömürgecinin diliyle konuşan sömürgeleştirilmiş birey, aynı anda hem ‘kendi olmaya çalışan’ hem de ‘kendinden utanan’ bir ruh hali içindedir.”

Freire ise şöyle der: “Baskı altındaki kişi, zamanla baskıcıyı içselleştirir; onun değerlerini, normlarını ve dilini benimseyerek kendi benliğine yabancılaşır.”

Ya özgürlük ya yok oluş

Devrimci özgürlük mücadelesinin duruşu, belirli bir momentin siyasi aşamasına bağlı değildir. Demokratik çözüm perspektifi sunan Kürt öznesi, kendisiyle birlikte karşı tarafın da değişmesini istiyor. Ancak Sünnilik üzerine kurulmuş Türklük zihniyeti, tekçi ve mezhepçi arzusuyla yeniden Osmanlı hayali kurarken, son noktayı bir dönem Hamidiye Alayları’yla asimile olmuş, Kürtlüğünden utanan kişilerin eliyle koymak istiyor.

Bugün HTŞ gibi Selefi-cihatçı grupların ağzıyla “Rojava silah bıraksın” dayatmaları gerçekleşirse, Kürtlerin tarihi tüm tarihlerin en trajik olanı olacaktır. Bunun için Kürtlerle barış yapılacaksa, öncelikle Kemalist-Sünni ve elit kafatasçı solculuğun kafasının değişmesi gerekir.

Sonuç olarak, Türk devleti Kürtleri iradesiz bırakma ve komplo teorilerinden vazgeçtiği anda, ancak o zaman Kürtlerle ve bölge halkıyla gerçek bir barış mümkün olacaktır.

Eğer tarihin gözyaşı döken çocukları olmak istemiyorsak, bu süreci iyi anlamak ve daha fazla duyarlı olmak gerekir. Rojava etrafında kenetlenmeliyiz. Çünkü Türklük-Selefilik zihniyeti, Kürtleri yok etme anlayışından vazgeçmiş değildir. Şimdilik doğrudan askeri saldırılar olmasa da, Kürtleri aşağılama metodu dozu artarak uygulanıyor.

Garfinkel’in dediği gibi, aşağılama yalnızca hedef alınanı değil, tanık olanları da etkiler. Türkiye’de Türk toplumunun büyük bir kısmı, bu aşağılama pratiklerine ya tanık olmuş ya da sessiz kalarak meşrulaştırmıştır. Bu durum, Michel Foucault’nun “Güç yalnızca baskıyla değil, normallikle işler” tezini doğrular niteliktedir.

Umarız Meclis’te kurulan çalıştay grubu, bir oyalama aracı ve ömrünü uzatan dönemsel bir konjonktürden ibaret olmaz; Türklük ve iktidar zihniyetinin psikolojik terapi arayışına dönüşmez.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.