PKK’ye yardım diye diye…

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Kürdistan, bir baştan öteki başa kadar, karış karış Türk işgal gücünün kuşatmasında. Kürtler de üç ayrı koldan, tek tek takip altında. Bir yanda askeri istihbarat, bir yanda polis, öte yandan da MİT...

Dağlar, yaylalar boyunca gözlem noktaları, gezgin gözlemcilerle dolu. İşgal topraklarında bile görülmeyen, kapı ve bacaları dinleyen “kulak aygıt“lar...

Kürtleri teslim almaya ve “ne mutlu Türküm diyene“ diye bağırtma amaçlı, “devlet terörü“dür, bu. Ancak yeni ve bugün “serseriler çetesi“ döneminde zuhur etmiş değildir, bu terör.

Her şey dünün devamıdır. Dünün başlangıcı da, 1925’de yürürlüğe konan ve Kürtler için, “vur emri“ olan “Takriri Sükun“ fermanıdır. Bu fermanla, Kürdistan’a, fiili olarak “işgal edilmiş düşman toprağı“ statüsü uygulanmaya başladı. Başladığı gibi de devam ediyor.

O tarihten beri Kürtler hiç bir devir ve dönemde, “yurttaş“ muamelesi görmedi. Kuşatılmış düşmadı onlar. Düşman kaldılar. Düşman köy ve yolları askeri müfrezeler tarafından tutuldu. Her yana muhbir ağları döşetildi. Şehirlerde polis, sürek avı misali insan avına başladı.

Yangınlar, yıkımlarla ilerleyen, canlar alan bir terör fırtınasıydı, bu. Ara vermeden günümüze geldi.

 Teknoloji, çağa göre yöntemler değişti, devlet terörü asla değişmedi. Kürtler için kanun, anayasal ve kabul görmüş evrensel hukuk yoktur; hiç bir zaman olmadı.

Elbette korku, salt insanlara ve özelde Kürtlere has bir duygu değildir. Sinekten, fil’e kadar bütün canlılar için geçerlidir, korku. Tüm canlılar korkarlar, kokudan.

Kürtler de başlangıçta, Türk terör ağlarından çok korktular. Ama zamanla, “kötücülün sıradan vak’aları“ olarak görüp savunma mekanizmaları geliştirdiler. Aldırmazlıktan geldiler. Beladan uzak giderek, kendilerini korudular. Fırsatını bulunca da direndiler. Direnenlerin ideoloji ve proğramlarına bakmadan, gizliden veya açıktan destek verdiler. Güçlerine güç kattılar.

Azadî hareketi, o çağ ve şartların gereği “dini“ motifliydi. Ama, Ağrı Dağını karargah seçen “Hoybûn“, seküler bir hareketti. İkisine de destek verdi, Kürtler. “Kürt onurunun kurtuluşu adına“ diye diye öldüler, yurtsuz kaldılar.

Bir halkın onuru söz konusu ise eğer, ideoloji önemli değildi. Onur savaşçıları, “zarukê malê“ idi.

Yaklaşık yarım yüz yıl sonra, PKK hareketi ortaya çıktığında, kimse onun dünya görüşüne bakmadı. Ne olduğunu irdelemedi. Onlar derin yaralı bir halkın çocuklarıydı. Sadece öldürüp yok etmeyi, işkence ve hapsetmeyi bilen, insan onurunu kırmayı mertlik sanan, yangınlar, yıkımla yürüyen bir terör çetesiyle mücadele ediyorlardı. Bu yeterliydi.

Bu nedenle, varlıklı iş insanları, zengin veya yoksul köylüleri, ırgatı, çobanı, okumuşu, kağıt üzerine adını tanımayanıyla, tekmil sınıf ve katmandan Kürtler meyildar oldular. Ekmek, su, en değerli varlık, evlatlarını “Şervan“ verdiler.

Diktatörlük yasa ve anayasa zemininde kurulu Türk tipi “demokrasi“ süreci boyunca, Kürtler kimde insani bir kıvılcım görünce ona meylettiler. “Artık yeter“ diyen DP’ye, sonra, “ne ezen, ne de ezilen demokratik düzen“ sloganları atan CHP’ye oy verdiler. Ardıllarını denediler.

Ama olmadı. Ata binince asıllarına döndüler. Irkçılığın doruklarına tüy diktiler.

Kürtlerin “adam“ sandığı kadrolar, dolandırıcı “Osmanlı Sülün’ün paltosundan“ çıkmış, siyaset esnafı olarak karşılarına dikildiler. Her gelen, gideni aratırarak vahşeti çağırdı.

Kürtler, bunun üzerine arayışa geçtiler. Sonunda, çocuklarının yer aldığı siyaset kurumları oluşturmaya başladılar. O “En iyi ve haşin Kürt katili benim“ yarışına çıkmayan, Kürtleri aşağılayıp hakaret etmiyor, tersine insan onuruna sahip çıkan, savunan partilerde bir araya geldiler. Kürtler, siyasi duygu ve düşüncelerinin yolu, çığırını bulmuşlardı. Kürt’ün oyları, kendi çocuklarına akmaya başladı.

Kürt’e küfredip aşağılamayan ve dahası doğumla kazandıkları haklarını savundular. Bu duruş ve kavice insani kişilikleri Belediye yönetimlerine, Türk parlümentosu üyeliğine seçildiler. Bu arada, söz söyleme hakkı verildiğinde, görüşlerini açıkladılar.

Kısacası Türk kanunları ile anayasasına uygun çalışıp söz söylediler. Yasalara aykırı tek işlem veya kelamları yoktu. Ama “kafadan bacaklı“ (serseri) lumpenlerin de utanması yok, her türlü hırsızlık, dolandırmada, iftira edip yalan söylemede eşleri, benzerleri yoktu. Kanun tanımıyor, anayasa saymıyorlardı.

Seçimle kazanılmış belediye başkanlıklarını, PKK’ye yardım ediyorlar yalanıya çalmaya kalktılar. Belediye binalarını, tanklarla kuşatıp ele geçirdiler.

Bütün evrakı ele geçirmelerine rağmen, yasalara aykırı tek kuruşluk haram, yolsuzluk bulamadılar. PKK’ye verilmiş tek kuruş yoktu. İlk defa bir dürüstlük yaptılar. Olmayan durum, olgu için dava bile açamadılar. İftiraları, Kürt seçilmişler için onur madalyası olarak ışıldadı.

Ve onlar, zorbalıkla ele geçirdikleri belediyeleri yağmalamaya başladılar.

Sonunda, bula bula hapishanelere doldurdukları seçilmişler hakkında, yöneticisi oldukları partinin toplantılarına katılma suçunu buldular. “Sevgili Selahattin Demirtaş“ demeyi suç saydılar ve adaletleriyle de utanmazlığın evrensel tarihine geçtiler.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.