Putin’in Türkiye’deki rejime dönük hesapları

Aykan SEVER yazdı —

  • Rus kapitalizmiyle Türkiye'nin petrol, gaz, bankacılık gibi alanlarda entegrasyonu tamamlanmaya çalışılıyor. Özetle pratikte var olan karşılıklı bağımlılık ilişkileri derinleştiriliyor. TC önemli ölçüde Rusya’nın Batı’ya karşı kalkanına dönüşüyor.

Son zamanlarda, biz farketmesek de içinde bulunduğumuz yeniden paylaşım savaşında rol alan birden fazla aktörün çeşitli düzeylerdeki geliştirdikleri politikalar adeta tarihin tekerleğini hızlandırıyor. Savaşın ve kapitalizmin yarattığı bu süreç içinde umudu da barındırıyor; fakat asıl olarak çürüme ve tahribat dünyanın genelinde yaygınlaşıyor.

Bu kapsamda çok sayıda gelişme var. Fakat bu hafta sadece ilk sıralarda yer alan Putin-Erdoğan görüşmesini özetlemeye çalışacağım. Putin yönetiminin talebiyle Soçi’de gerçekleşen toplantıda ritüeller dahil Rusya tarafı elindeki olanağı yani Erdoğan yönetimini sonuna kadar değerlendirmeye dayalı bir tablo çizdi. Putin, Türkiye’deki rejimi Batı’ya açılan kapı, ambargoları delme aracı, icabında Rusya’nın çıkarlarını Batı karşısında savunabilecek bir “ortak” (Bunun örneğini TC, Rusya geçtiğimiz günlerde Odessa’yı bombaladığı zaman “Moskova’nın bu olayla ilgisi yok…” diye ortaya atlayarak gösterdi.) NATO içindeki adamımız, çeşitli sahalarda rakip olsa da gerektiğinde alan açabilecek, yararlanabilecek ( D. Karabağ, Libya…) bir güç olarak görüyor. Daha da önemlisi günümüzün bütün sağcı politikacıları gibi Putin-Erdoğan ikilisinin tek iman ettiği şey “güç ve çıkar”. Bu yüzden birbirlerinin dilini iyi biliyorlar, anlaşıyorlar. Nitekim basına yansıyanlardan da anlaşılan özellikle ekonomik alanda Putin yönetimi Türkiye’deki hakim rejimle ilişkilerini pekiştirdi. Hali hazırda Tahıl Anlaşması’yla Rusya'ya uygulanan ambargoların gıda-gübre ihracatı kısmının delinmesi yasallaşmıştı. Bu ticaretten yaralanan Türk sermaye çevreleri elbette ki Rusya'ya yardımcı oldu, daha da olacak.

Son görüşmede ise Rus kapitalizmiyle Türkiye'nin petrol, gaz, bankacılık gibi alanlarda entegrasyonu tamamlanmaya çalışılıyor. Özetle pratikte var olan karşılıklı bağımlılık ilişkileri derinleştiriliyor. TC önemli ölçüde Rusya’nın Batı’ya karşı kalkanına dönüşüyor. Bunun ticari alanda açık göstergeleri var. Rusya-Türkiye arasında yıllık ticari hacim geçen sene 20 milyar dolar civarındayken bu yılın ilk altı ayında bu rakam 27 milyar dolar olmuş. Bu yıl “görünen” ticaretin 60 milyar dolar civarı olması bekleniyor. Görünen dememin nedeni her iki ülkenin yönetimleri ve kapitalizmlerinin yapıları itibariyle resmi olmayan yollardan da rahatlıkla alışveriş yapabilecekleri gerçeğinin işaret etme ihtiyacından ileri geliyor. Burada belirtmekte yarar var sadece ticari alanda değil malum “darbe” sonrası Erdoğan’la iyice yakınlaşan Putin yönetimi arasında pekâlâ bazı “sırlar”ın da zorlamasıyla çeşitli düzeylerde gizli anlaşmalar olabilir. Ayrıca Putin’in alışkanlıkları itibarıyla anlaşmalara uyulması için Türkiye içinde kendince çeşitli “garantiler” oluşturması ise şaşırtıcı olmaz. Bütün bu olanların paralelinde Türk tarafınca saklanan Çeçen lider Kadirov'la kurulan diyalog sizce tesadüf mü?

Soçi görüşmesinin en geneldeki siyasal sonucu ise Madrid’de düzenlenen NATO zirvesinin TC açısından sıfırlanması oldu. Bu durum kısmen Erdoğan’ın Madrid’de ki “baş düşman Rusya” stratejik metnine imza koyup sonrası Tahran’a gidip orada “ABD, Suriye’den çıksın” minvalinde açıklamaları seslendirmesiyle zaten sağlanmıştı. Bütün bunlar olurken Batı’dan gelen rejime dönük sırt sıvazlama tavrı ise sadece Rus siyasetinin hesapçılığını değil aynı zamanda rejimin savruluşları ve Batı’nın da acizliğinin belgesi niteliğindedir.

Peki Rus basını tarafından davranışları, hareket etmekte zorlanan hali Brejnev’in son zamanlarına benzetilen Erdoğan Soçi’de istediklerini aldı mı? Kısmen. Zira temel hedefi rejimi ayakta tutmak ve daim kılmak olan diktatör, Rusya ile geliştirilen ekonomik ilişkiler, doğalgazla ilgili yapılan anlaşmalar sayesinde biraz da olsa rahat nefes alabilir. Ama o kadar. Özellikle Rojava’ya dönük işgal saldırısına açıktan destek alamadığı bunun yerine Esad’la yakınlaşması gerektiği nasihati verildiği görülüyor. Rusya, Şam-Ankara ilişkisini geliştirmeye niyetli olsa da her iki tarafın da artık yapısal hale gelen “arızalar”ı nedeniyle bu politikanın hayat bulması epey zor. Kaldı ki sahadaki güçler bunlar ve uzantılarından ibaret değil. ABD, İran, YPG ve başta HTŞ olmak üzere TC’nin desteklediği ama kontrol edemediği güçler de var. Rusya’nın bu durumu hesaplamadığı düşünülemez. O zaman neden şimdi bu öneriyi ortaya attı? Batılı yönetimler nasıl TC’nin çeşitli sahalarda Rusya ve İran ile karşı karşıya kalmasını arzuluyorsa bunun tersinin olanağını Rusya da burada görmüş olabilir mi?

Yukarıda söylediklerime dönük Türkiye ekonomisi Batı’ya entegre bir NATO ülkesi değil mi türünden itirazlar olabilir. Bunun yanıtı basit: Evet TC kağıt üzerinde Batı ile birlikte. Fakat 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan “düzen” artık yeni dünya savaşının yıpratan atakları altındayken ve Batı “aman Erdoğan ürkmesin, karşı tarafa geçmesin…” türünden pragmatist siyasetten ötesini gündeme almıyorsa TC’nin pozisyonu neden aynı kalsın?

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.