Seçim kurucu meclis işlevi görmeli!

Demir ÇELİK yazdı —

  • Ulus devletin ikinci yüzyılında gerçekleşecek bu seçim bu anlamda önemli fırsatlarla, büyük risk ve tehlikeleri barındıran bir karaktere sahiptir. Tek adam diktatörlüğünü yenilgiye uğratmak kadar belkide daha da önemli olanı; kurucu meclis olma iradesini sağlayıp sağlamayacağımız konusudur.

Kimlerin ittifak içinde seçime gireceği, kimlerin kendi parti logosuyla seçime katılacağı artık geride kaldı. Partiler ve ittifak güçleri milletvekili aday listelerini YSK’ya verdiler. Artık seçime dönük çalışmalar esasıyla sürecek olan bu bir aylık sürede partiler ve milletvekilleri kıyasa bir mücadele içinde yoğun tempo ile bu sürecin azami başarısı için ter dökeceklerdir.

Benzeri bir hummalı çalışmayı biz mazlum ve mağdur halklar ve toplumsal kesimler de yürütmek zorundayız. Çünkü 14 Mayıs 2023 seçimi bizim açımızdan kurucu meclis işlevi görmesi halinde bir değeri ve anlamının olacağını düşünüyoruz. Bu nedenle biz halklar ve inançlar nezdinde bu seçim stratejik öneme sahiptir.

Türk Ulus devletinin 1921’ de ilk Anayasa’sı Erzurum-Sivas kongresi ve Amasya Protokolü  sonrasında şekillenir. İttihat ve Terakki zihniyetinin Müslümanlık Sözleşmesi sonucu gayri Müslim(Ermeni, Ezidi, Asuri-Süryani, Pontus Rum) halkları soykırımdan geçirdikten sonra ilan ettiği bu Anayasa, o dönemin uluslararası konjonktürün değerleri ile kaleme alınmış, ilan edilmişti. Gerek Wilson Prensipleri gereği, gerek Sovyet Devrimi’nin önderi Lenin’ in ‘Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı’ ilkesi o dönemin yükselen trendiydi. Türk Ulus devletinin kurucu iradesi çok istemese de, uluslararası bu konjonktürü gözetmek zorunda hisseder kendisini. Birinci paylaşım savaşı sonrasında dünyada yaşanan bu süreci, Kemalizm gözetmek durumunda kalır. Bu amaçla Erzurum ve Sivas Kongrelerini gerçekleştirir. 20-22 Ekim 1919 tarihinde Amasya Protokolü’nü yayımlar.

Bağlayıcı olmayan bu Protokolde; “Osmanlı Devleti’nin tasavvur ve kabul edilen sınırı, Türk ve Kürtlerle meskûn araziyi ihtiva eylediği ve Kürtlerin Osmanlı camiasından ayrılması imkânsızlığı izah edildikten sonra, bu sınırın en asgari bir talep olmak üzere elde edilmesinin temini lüzumu müştereken kabul eder” denir. Amasya Protokolü’nde Kürtlerin Osmanlı camiasından ayrılmasının mümkün olmadığı, kabul edilen sınırlar içerisinde kurulacak devletin Müslüman unsurlardan her birinin “azınlık” değil, kurucu ana unsur olduğu kabul edilse de sonrası süreç farklı işler.

Gerek Erzurum ve Sivas Kongresi’nde, gerek Amasya Protokolünde ve gerekse 1921 Anayasa metninde Kürtler, Müslüman unsurlar içinde telaffuz edilse de, asıl amaç Kürtlerin haklarını vermek değildir. Ulus devletin birinci önceliği Kürtlerin desteğini alarak gayri Müslimleri ortadan kaldırmak olmuştur. İkinci nedeni de, söz konusu uluslararası konjonktürü göz önünde bulundurarak Kürtleri oyalamak, içeride herhangi bir kalkışmanın yaşanmamasını sağlamaktı. Bu niyetlerine rağmen 6 Mart 1920’de Koçgiri kalkışması yaşanınca, Mustafa Kemal bu kalkışmayı çok kanlı bastırarak büyük güç elde edince tekçi, katı merkeziyetçi ve inkârcı 1924 Anayasasını topluma dayatır.                                        

Anlaşılacağı üzere aradan geçen yüzyıl boyunca Kemalist devlet; Kürtlere ve Alevilere karşı her zaman göstermelik adımlar atmış, samimi ve gerçek anlamda Kürtlerin ulusal ve demokratik talepleri ile Alevilerin meşru inanç hak ve taleplerini karşılayan pozisyon içinde olmamıştır.

Ulus devletin ikinci yüzyılında gerçekleşecek bu seçim bu anlamda önemli fırsatlarla, büyük risk ve tehlikeleri barındıran bir karaktere sahiptir. Tek adam diktatörlüğünü yenilgiye uğratmak kadar belkide daha da önemli olanı; kurucu meclis olma iradesini sağlayıp sağlamayacağımız konusudur. Milliyetçi, dinci ve cinsiyetçi tek adam diktatörlüğüne karşı topluma sunulan milliyetçi, dinci seçenek biz halkların ve inançların seçeneği olmamalıdır. Bu nedenle faşizmi yenilgiye uğratmak kadar, yeni ve özgür yaşamı bugünden örmek ve örgütlemekte o kadar hayati konu olmaktadır. Dolayısıyla yeniden gündemleşen Kürt ve Alevi sorununun çözümü devletten beslenen elit siyasal parti ve aktörlerden beklememeliyiz. Mücadele dinamiği olarak bizler sahaya iner, kendi meşru taleplerimizin etrafında örgütlenir ve bu seçimde elde edeceğimiz nitelikli siyasal temsiliyetle yarınları güvenceye alabiliriz. Bu temelde aday adaylıklar sürecinde oluşan kırgınlıkları ve alınganlıkları bir yana bırakarak daha büyük kazanmaya kolları sıvamalıyız. Bireysel, grupsal çıkarlar yerine ulusal demokratik taleplerin mücadelesinin öznesi olmakla kalmamalıyız. Adil, özgürlükçü, sivil ve demokratik Anayasa’nın kurucu iradesi olabilmenin de iradi gücü ve öznesi olmalıyız. Bu anlamda Yeşil Sol’u kuşanmalı, gasp edilen, inkâr edilen haklarımız için alanlarda, meydanlarda olmalıyız. Umarım seçilecek her siyasal temsilcimiz bu strateji ile sürece yaklaşır, Kürt halkı başta olmak üzere halkların ve inançların dilsel, kimliksel, kültürel ve inançsal taleplerinin elde edilmesi mücadelesinin öncüsü olmayı başarır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.