Sırrı Süreyya’nın ardından üç mesaj

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Sırrı Süreyya’nın vefatı, herkesi şu ya da bu şekilde olsa da felakete karşı, hiç değilse söz planında birleştirdi. Şimdi görev yaşayanlara düşüyor.

Sırrı Süreyya Önder’i kaybettik.

Türkiye siyasi tarihinde ilk defa, 1978 Maraş Katliamı’ndan bu yana sosyalist kimliği ile ödünsüz mücadele etmiş bir devrimcinin ölümü Türkiye’nin bütün siyasi şahsiyetlerini onun aziz hatırası etrafında birleştirdi. Yaptıkları açıklamalarda Sırrı Süreyya’nın Başkan Apo tarafından başlatılan “barış ve demokratik toplum sürecindeki” rolüne büyük bir değer biçmekle kalmadılar, onun uğrunda emek harcadığı bu süreci, sürece farklı terimlerle yaklaşsalar da sonuçlandırma temennisinde bulundular.

İzninizle tüm Türkiye’deki siyasi güçleri temsil eden üç şahsiyetin Sırrı Süreyya’nın vefatı üzerine yaptıkları açıklamalara biliyor olmanıza rağmen burada yer vereceğim.

Birinci açıklama Abdullah Öcalan imzalı. Şöyle dedi:

“Sevgili Sırrı Süreyya Önder’in anısına,

Sevgili Sırrı Süreyya Önder’in vefatıyla kalbimize derin bir hüzün çöktü. Çok değerli bir insan, halkların gerçek bir evladıydı. Anadolu ve Türkmen geleneği büyük bir evladını yitirdi, coğrafyamızın bütün toplulukları ve halklarımız büyük bir yoldaşını kaybetti. Onun anısına büyük bir saygı duyuyorum. 27 Şubat’ta, son görüşmemizde yapacağımız çağrıya eklediğimiz son cümleyi elleriyle not almıştı ve bizzat okumak istemişti. Barış içinde bir arada yaşamak adına unutulmaz bir çalışkanlığı ve emekçiliği vardı. Yaşanan tüm olumsuzlukları olumluya çevirmek gibi ustaca bir hünere sahipti. Gerçek bir barış kimliği ve barış kültürüydü.

Barışın ve barış sürecinin hepimize kazandıracağını çok iyi biliyordu ve bu onun büyük özlemiydi. Bu umut asla yarım bırakılamaz. Hepimiz için mühim olan, bu ruhu barışa taşımak ve Sırrı Süreyya Önder’in adıyla taçlandırmaktır.

Bir kez daha anısına sonsuz bağlılığımı ifade ediyor; değerli ailesine, dostlarına, sevenlerine ve tüm halklarımıza başsağlığı diliyorum.

Hepimizin başı sağ olsun.

Abdullah Öcalan”.

İkinci açıklama Özgür Özel imzalı. Şöyle dedi.

“TBMM Başkanvekili ve DEM Parti İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder'i kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyoruz.

Suçsuz yere hapislere atılsa da zulümler görse de ömrünü barış yolunda harcadığına şahidiz.

Türkiye'nin birliği ve kardeşliği için verdiği mücadeleyi başarıya ulaştırmak, hepimizin ona borcudur. Ülkemizin başı sağolsun.”

Üçüncü açıklama Recep Tayyip Erdoğan imzalı. Şöyle dedi:

“Sayın Sırrı Süreyya Önder'in vefatından derin üzüntü duydum.

Burada ifade etmek istiyorum, Önder ve Buldan'ı Külliye'de kabul etmiş, verimli bir görüşme yapmıştık.

Kendisine Allah'tan rahmet diliyorum.

Merhum Önder'in de son dönemde büyük emek verdiği "Terörsüz Türkiye" menziline vasıl olacağımıza yürekten inanıyorum.”

Bu üç açıklamanın şu aşamada büyük bir önem taşıyan ortak yanı, Sırrı Süreyya’nın uğrunda emek verdiği, farklı ifadelerle anılan, bizim “Barış ve Demokratik Toplum" süreci dediğimiz hedefi sonuca ulaştırma temennisidir. Erdoğan “Terörsüz Türkiye” diyerek, Özgür Özel “Türkiye’nin birliği ve kardeşliği” diyerek, Başkan Öcalan ise “Barış ve Demokratik Toplum” diyerek anılan süreci “menzile” ulaştırma noktasında birleşmişlerdir.

Farklı terimlerle ifade edilen bu ortaklığa rağmen, ülkenin içinden geçtiği siyasi kriz bize farklı bir tablo sunuyor. Sürecin belirleyicisi Öcalan İmralı’da esaret ve tecrit altındadır. Türk ordusu ile ateşkes ilan etmiş olan HPG arasında savaş sürmektedir. Erdoğan CHP’ye karşı, bugüne kadar eşine rastlamadığımız türde savaş açmıştır. CHP de bu savaşa “erken seçim” kampanyasıyla cevap verince, “Barış ve Demokratik Toplum" süreci temelinde AKP ve CHP arasında diyalog neredeyse imkansız olmuştur. Bu iki parti arasında tırmanan mücadele, barış ve demokratik toplum için atılacak adımları TBMM’ye getirmeyi önlediği gibi, demokratikleşme şöyle dursun Türkiye’yi faşizmin yeni aşamasıyla karşı karşıya bırakmıştır.

O halde bu olumsuz tabloyu değiştirmek gerekir. Yapılan açıklamalarda dile getirilen ortaklığa uygun adımlar atılmalıdır. Erdoğan İmralı esaret ve tecrit sistemine tezelden son vermeli, TSK operasyonlarını durdurmalı, PKK’nin süreç gereği atacağı adımlara uygun bir ortam yaratmalı, aynı zamanda CHP’ye yönelik savaşı sonlandırmalı, Ekrem İmamoğlu hapisten salınmalıdır, barış süreci TBMM’ye taşınmalıdır. Buna karşılık CHP, eğer Erdoğan bu denilenleri hayata geçirirse, erken seçim hedefini, “Barış ve Demokratik Toplum" sürecinin karşısına koymamalı, bu hedefi saklı kalmak koşuluyla, TBMM’de gerçekleşecek olan fiili müzakerenin taraflarından biri olmalı, AKP’yle uygar diyalog, DEM Parti’yle ittifak içinde Sırrı Süreyya’nın hayaline katkıda bulunmalıdır. DEM Parti’ye gelince; bu parti Başkan Apo’yla devlet ve iktidar arasındaki “kolaylaştırıcılık” misyonunu büyük ölçüde yerine getirmiştir. Newrozlarda Kürt halk çoğunluğunu barış ve demokratik toplum hedefinde birleştirmiştir. AKP’yle “demokratik uzlaşma” esas olarak PKK’nin işidir. Karşılıklı taviz verecek olanlar devlet ve Öcalan’ın önderliğinde PKK’dir. Tüm muhalefetle ortak bir eylem programı temelinde anlaşmanın ve iktidarı demokratikleşme yönünde baskı altına almanın zamanı gelmiştir.

Zamanı gelmiştir çünkü, pusuda bekleyen iç ve dış güçler harekete geçmeden barış ve demokratikleşme hedefi partiler üstü bir hedef olarak ele alınmazsa, Türk ve Kürt halklarının, dahası bölge halklarının ortak çıkarları temelinde adımlar atılmazsa, “son şans” heba edilmiş olacaktır. Sürekli vurguluyoruz; ya barış ve demokratikleşme ya da kaos ikilemiyle karşı karşıyayız. Türkiye’ beş-altı ay ya da bir iki yıl sonunda Üçüncü Dünya Savaşı’nın yeni aşamasına çoklu kriz halinde ve Kürt sorununda çözümsüzlüğün devamı koşullarında, hele despotik bir yönetimle adım atarsa bu tüm halklar için felaket olacaktır.

Sırrı Süreyya’nın vefatı, herkesi şu ya da bu şekilde olsa da işte bu felakete karşı, hiç değilse söz planında birleştirdi. Şimdi görev yaşayanlara düşüyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.