Sistem içi asıl mücadele: AB’ye mi Şanghay’a mı? 

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Batı mı, Doğu mu” kavgasına büyük bir adım atan Kılıçdaroğlu, şu andan sonra HDP’nin oyuna değil, gücüne, Türk devletiyle yürüttüğü mücadelede ayakta kalma mucizesini yaratan iradesine, tıpkı ABD’nin Kobanê’de muhtaç olduğu gibi muhtaç olacaktır.

İşte bu, Cumhuriyet Halk Partisi’nin yakın tarihinde en önemli gelişmedir. “Bu” dediğim, CHP Genel Başkanının son konuşmasıdır.

Size uzun gelecek olan bir alıntıyı, kendi öngörümün “yanlış” çıktığını sizlere anlatmak için yapmak zorundayım. 

Benim öngörüm geçen Pazar günü gazetemizde yayınlanan yazımda şöyleydi: 
“Türkiye’nin NATO’dan mı izin alabilirim, ŞİT’ten mi” sorusuyla belirlenen dış politikasını ele aldığımız zaman şu gerçekle yüz yüze geliriz: Türkiye’de iktidar kavgası yapan muhalefetin, Kılıçdaroğlu’nun, Akşener’in, Babacan’ın, Davutoğlu’nun bu konuda ne dediğini bilen yok? Yok, çünkü muhalefet gerçekte Türk devletinin vereceği kararı bekliyor, “NATO” derse NATO diyecek, “ŞİT” derse ŞİT diyecek. Klavuzu devlet olanın burnu “şeyden” kurtulamaz.” 

Ve Kılıçdaroğlu, iki gün sonra elbette benim bu yazıma değil, ama kendisine sorulan soruya  çok açık bir yanıt verdi. “Uzun” alıntı şöyle: 
"Dünya ikiye ayrılmış durumda politik olarak. Demokrasiden yana olanlarla otoriter rejimlerden yana olanlar. Biz öteden beri demokrasiyi savunan bir partiyiz ve demokrasiyi savunan dünya içerisinde olmak zorundayız. İnsan hakları burada, gelişme burada, bilimsel gelişme burada, adalet burada, insana saygı burada, sosyal devlet olmanın gereği burada, düşünce özgürlüğü, üniversite özerkliği burada."   

Doğruya yakın ama eksik: Bütün bu “güzelliklerin” yaratıcısı olan halklar burada. Devam edelim: 
"Elbetteki o ülkelerle (Şanghay İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkeleri kastediyor) ekonomik, kültürel ilişkilerimiz olacak. Buna itirazımız yok. Ama yerimiz demokrasidir, demokrasiyi savunan uluslararası kurumların yeridir. Biz bugün Avrupa Konseyi'ne üyeysek, Avrupa Birliği'ne üye olmak istiyorsak, AB'nin önerdiği bütün demokratik standartları ülkemize getirmek zorundayız."

Doğrudur. Yine devam edelim: 
 “Fasıl açarak demokrasiyi büyütmeyi doğru bulmuyorum ve kendi ülkeme de yakıştıramıyorum. Bu bizim irademizle olmalı. Üçüncü sınıf bir demokrasi değil, birinci sınıf bir demokrasi. Almanya'da, Japonya'da, Kanada'da ne ise... O standartları kendi özgür irademizle getirelim. AB'nin ilk yapacağı iş, göreceksiniz iktidar olduğumuzda vize serbestisini getireceğiz ve bu demokratik standartları kendi ülkemizde hayata geçireceğiz." 

İyi ki bir partinin yöneticisi değilmişim. Kılıçdaroğlu beni tuşa getirirdi. Çünkü “bir köşe yazarı” olarak Altılı Masa’ya şöyle “akıl” vermiştim ve “aklım Kılıçdaroğlu’nun sözleriyle başımdan gitti.” Kendi yazımdan (20 Ağustos 2022, Yeni Yaşam) alıntılıyorum: 
“Günümüzde bile yapılan araştırmalar, toplumun yarıdan çoğunun AB hedefini desteklediğini gösteriyor. Altılı Masa’nın AB politikası ne? Yok. 

Oysa Türkiye daha Demokrat Parti döneminden başlayarak, darbecilerden, Ortanın Solcularına, liberallerden dincilere kadar bugünkü Avrupa Birliği’ne üye olmayı bir “milli devlet” politikası olarak benimsedi. Aslında bu AB politikası Atatürk’ün “muassır medeniyetler seviyesine yükselme” stratejisinin devamıydı. 

Altılı Masa bu devlet politikası hakkında ne diyor? Hiçbir şey demiyor. AB yetkilileriyle, bu ülkelerin politikacılarıyla uluslararası sorunlarla ilgili hiçbir ilişki kurmuyor. 

Ben komünist değil de liberal ya da sosyal demokrat olsaydım AB’yle konuşurdum ve onlara şöyle derdim: “Biz iktidara geldiğimizde AB üyeliği için gerekli bütün adımları atacağız, sizin İslami fundamentalizm ve mülteci endişelerinizi ve Kürt sorunuyla ilgili kaygılarınızı radikal önlemlerle gidereceğiz, buna karşılık siz Türkiye’yi AB’ye kabul edecek misiniz?” 

Bu satırları yazarken Kılıçdaroğlu’nun yukarıda aktardığım sözleri söyleyeceğini aklımın ucundan bile geçirmiyordum. 
Ama konuştu. Tastamam benim “konuşamaz” dediğim hemen her şeyi söyledi. (Kürt meselesi hariç ya da dolayımlı.) Tam bir ay sonra. 

Bu konuşmadan sonra hem CHP içindeki “ultra ulusalcılarla”, Kılıçdaroğlu arasındaki ilişki, hem de Altılı Masa içindeki “pro-faşist” eğilimlerle CHP arasındaki ilişki yeniden “yapılanacaktır.” 

CHP Genel Başkanı olağanüstü bir inisiyatif almıştır ve “AB mi Şanghay mı?” sorusunda tarafını seçmiştir. Seçtiği taraf kesinlikle Türkiye seçmenlerinin en az yüzde altmışını temsil ediyor. 

Bu kadar da değil. Seçtiği taraf Türk sermayesinin Batıyla entegre en büyük kesimlerini de temsil ediyor.  

Ve daha ilginci Batı dünyasının tümünün desteğini almaya aday olduğunu da gösteriyor. 

Artık Kılıçdaroğlu kim çomak sokarsa soksun, Erdoğan ne gibi dolaplar çevirirse çevirsin, MİT ne gibi tertipler peşinde koşarsa koşsun, Millet İttifakında kim itiraz ederse etsin Altılı Masa’nın rakipsiz Cumhurbaşkanı adayı olmuştur. En AB yanlısı Babacan’ın sustuğu yerde O konuşmuştur. O nedenle “AB mi, Şanghay mı?” sorusuna, eğer Altılı Masa’da “Şanghay” diyenler varsa davayı daha şimdiden kaybetmişlerdir. 

Çünkü, halkın pek de umurunda olmayan “güçlendirilmiş parlamenter rejim” programının yerine “ben seni Avrupa Birliği’ne taşıyacağım” demiştir. Meriç’te boğulma pahasına AB’ye göç etmeye çalışan, Avrupa’da okumak ve çalışmak için can atan bir Türkiye nüfusu şimdi bu sese kulak verecektir. “Seni Şanghay’a, yani Uygur Türklerinin toplama kampına atıldığı Çin’e, Ukrayna’yı ve senin “Kırım Türk’tür” dediğin yeri işgal eden Rusya’ya götüreceğim, Sibirya’da çalışacaksın, Çin Seddi’nin ardında kürek sallayacaksın diyen Erdoğan’a karşı Kılıçdaroğlu, ben seni Paris’e, Londra’ya, Berlin’e, Sultan Süleyman’nın fethedemediği Viyana’ya götüreceğim” sözünü vermiştir. “Vizesiz seyahat” sözü Türk milletinin kalbine işler. 

İşler ama “darbe dinamiği” de işler. Kılıçdaroğlu eğer bu sözlerinden geri dönmezse, Ergenekonla göğüs göğüse çarpışmak zorunda kalacaktır. Nasıl direnecektir? Altılı Masa’daki İyi Parti’den medet var mı? Şanghay ile Türkiye arasındaki “mutabakat metnine” imza atan Davutoğlu mu imdadına yetişir? Saadet’in “üfürüğü” derde deva olur mu? Demokrat Parti’yi geçiniz. Babacan’ın “ekonomik dehası” Ergenekon’u korkutur mu? 

“Batı mı, Doğu mu” kavgasına büyük bir adım atan Kılıçdaroğlu, şu andan sonra HDP’nin oyuna değil, gücüne, Türk devletiyle yürüttüğü mücadelede ayakta kalma mucizesini yaratan iradesine, ovalara Fırat-Dicle gibi akan Kürdistan halkına, zindanları sarsan HDP’li kahramanlara, en çok da erkek egemenliğini ayaklarının altına alan Kürt kadınlarına, tıpkı ABD’nin Kobanê’de muhtaç olduğu gibi, Mustafa Kemal’in İngiliz’e karşı sırtını Kürt dağlarına verdiği gibi muhtaç olacaktır. 

CHP için şimdi ikinci adım, HDP’yle açık, samimi ve cesur bir ittifak ilişkisine girmektir. HDP’siz seçim kazanılamaz laflarını bırakın, HDP’siz AB’ye değil, Şanghay’a gidilir. 

Soru: AB hedefi Kürdistan için ne anlama gelir? Cevap sonraki yazıya kalsın.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.