Siyasal İslam, AKP ve mezhepçilik
Forum Haberleri —

Erkeklik/Dincilik/Türkçülük
- Faşizmde olduğu gibi, Siyasal İslam da İslam'ın evrensel öğretilerini araçsallaştırarak kendi otoritesini meşrulaştırır. Mezhepçilik ise bu ideolojinin psikolojik zeminini oluşturur.
ŞEMSETTİN ÖZER
Nasıl ki faşizm, klasik milliyetçilikten saparak milletlerarası ilişkileri eşitlik yerine çatışma ve hiyerarşi temeline oturtuyorsa, Siyasal İslam da klasik İslam anlayışından uzaklaşarak mezhepler arası ilişkileri benzer şekilde bir tahakküm alanına dönüştürmüştür. Faşizmdeki "üstün millet" fikri, yanlış yorumlanmış bir doğal seçilim teorisinden beslenirken, Siyasal İslam da "hak mezhep" veya "hak inanç" anlayışıyla diğer İslami yorumları dışlayıcı, aşağılayıcı ve hatta yok edici bir tutum benimsemiştir.
Klasik İslam düşüncesinde farklı kültürlerin ve inançların bir arada var olması meşru görülürken, Siyasal İslam bu çoğulculuğu reddederek iktidarı belirli bir mezhebin (Sünnilik veya Şiilik gibi) mutlak üstünlüğü üzerinden tanımlar. Bu yaklaşımda, diğer mezheplerin ibadetleri, kültürel pratikleri ve dinî yorumları hoşgörüyle karşılanmaz; aksine bir tehdit olarak algılanır. Sünni İslam’ın homojen bir siyasal mezhepçilik anlayışına dönüşmesi, Siyasal İslam’ın faşizan karakterini besleyen temel unsurlardan biridir.
Faşizm nasıl diğer milletleri tahakküm altına almayı hedeflerse, Siyasal İslam da kendi dışındaki mezhep ve inanç topluluklarını ya asimile etmeyi ya da yok saymayı amaçlar. Bu yönüyle Siyasal İslam, bir tür "dinsel faşizm"işlevi görür; toplumsal çeşitliliği değil, ideolojik saflığı esas alır.
AKP’yi anlamak: Siyasal İslam ve devlet ilişkisi
AKP’nin ve devletin Kürt politikalarının arka planını anlamak için Siyasal İslam tarihine bakmak gerekir. Şunu net bir şekilde belirtmek gerekir ki, AKP ve devlet ayrı kurumlarmış gibi ele alınamaz: AKP, devletin bir projesidir. Kürtlere ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne yaklaşımı, soykırımla başaramadığını "sahte bir İslam" söylemiyle gerçekleştirme çabasıdır. Hedef; teslim olmuş, iradesiz ve siyasal hak talebinde bulunmayan bir Kürt kimliği yaratmaktır.
Rojava’daki ulusal Kürt konferansına karşı HTS (Heyet Tahrir eş-Şam) gibi gruplarla koordinasyon içinde tehditkâr bir üslup kullanması, AKP’nin İhvancı niyetlerini açıkça ortaya koymaktadır. En ufak bir fırsatta Kürt varlığını ortadan kaldırmaya yeminli bir zihniyetle hareket edilmektedir. Dolayısıyla AKP’nin Kürtlere bakışı, onları bir özne olarak değil, nesneleştirilmiş bir "kulluk" mantığıyla ele alır. Çünkü mezhepçidir ve bu nedenle demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir barışı kaldıramaz.
AKP’nin mezhepçi mantığı şu şekilde özetlenebilir: Devlet-millet-dincilik üçlemesi hem AKP söyleminde hem de devletin kurumsal uygulamalarında iç içe geçmiş proto-faşist bir ideolojidir. Bu ideoloji, başta Kürtler olmak üzere Türk olmayanları yok sayma veya kendini "üstün millet" olarak görme eğilimindedir.
Bu üçlü üstünlük mantığı, modern Türk ulus-devletinin farklı halklara karşı otoriter tavrını beslerken, güçlü devletler karşısında ise son derece tavizkâr davranır. Bu ikiyüzlü politika, Rojava’da açıkça deşifre olmuştur.
AKP, Kürtlerin özne olmasını istemez ve Kürt hareketlerine şu mesajı verir: "Benim dışımda hiçbir devletle ilişki kurmayın, en önemlisi de Kürtler kendi aralarında birlik oluşturmamalı. Birlik kurarsanız, başınıza bomba yağdırırım."
Bu söylem, AKP’nin Kürt halkına karşı daima tetikte olduğunu ve en ufak bir fırsatta tarihin en büyük katliamlarını yapmaktan çekinmeyeceğini gösterir. Özgürlük Hareketi’nden "koşulsuz silah bırakma" talebi ve Rojava’daki Kürtlerin silahlarını HTŞ’ye teslim etmesi yönündeki ısrarı, soykırım zeminini hazırlamaktan başka bir şey değildir.
Siyasal İslam, mezhepçilik ve faşizmin psikolojik-mantıksal diyalektiği
Faşizm yalnızca siyasi bir rejim değil, aynı zamanda kolektif bilinçdışının, korkuların ve üstünlük arzusunun örgütlü bir ifadesidir. "Üstün millet" miti, yalnızca ideolojik bir iddia değil, aynı zamanda varoluşsal bir güvenlik mekanizmasıdır. Tıpkı faşizmde olduğu gibi, Siyasal İslam da İslam'ın evrensel öğretilerini araçsallaştırarak kendi otoritesini meşrulaştırır. Mezhepçilik ise bu ideolojinin psikolojik zeminini oluşturur.
Mantıksal açıdan bu yapı bir çelişki taşır: Siyasal İslam bir yandan "ilahi adalet"i savunurken, diğer yandan başka mezheplerin varlığını baskılar. Oysa gerçek adalet, çoğulculuğu gerektirir. Mezhepçilikle birleşen Siyasal İslam, bu nedenle dogmatik bir iktidar ideolojisine dönüşür.
Psikolojik olarak bu durum, bireylerde "otoriter kişilik" özelliklerini besler. Theodor Adorno'nun tanımladığı gibi, otoriter kişilik yapısı itaatkâr, dogmatik ve farklılığa tahammülsüzdür. Siyasal İslamcı ideolojiler, bu kişilik yapısını kutsayarak özgür düşünceyi bastırır. Prof. Ahmet Arslan’ın dediği gibi: "Siyasal İslam varsa din yoktur."
AKP'nin ideolojik kodları: İhvancılık ve milliyetçiliğin sentezi
AKP, İhvancılık ve Türk milliyetçiliğini harmanlayarak otoriter bir siyaset izlemiştir. Bu sentezin temel unsurları şunlardır:
- Milliyetçilik, devlet kontrolü için araçsallaştırılırken,
- İslamcılık, bu kontrolün meşruiyet zemini olarak sunulur.
- Kürt politikaları, hem sert milliyetçi refleksler hem de ümmetçi asimilasyon stratejileriyle şekillenir.
- Diyanet'in güçlendirilmesi, eğitimde dini müfredatın artırılması ve Osmanlı nostaljisi, bu ideolojinin somut araçlarıdır.
Sonuç olarak AKP, ne seküler ne de teokratik bir model sunar. Aksine, otoriter bir siyasal mühendislik projesi yürütür.
Sonuç:
Siyasal İslam ve mezhepçilik, faşizmin dini versiyonudur. Türkiye'de AKP, bu anlayışı milliyetçilikle birleştirerek tahakkümcü bir rejim inşa etmiştir. Din, iktidarın aracı haline getirilmiş; demokrasi ve çoğulculuk ise rafa kaldırılmıştır.
"Siyasal İslam varsa din yoktur"sözü, tam da bu nedenle anlamlıdır. Çünkü siyasetin gölgesinde kalan din, özünden uzaklaşır.