Stratejik düşünmenin zamanı - 2

Şemsettin ÖZER yazdı —

  • Avrupa’daki 40 yıllık tecrübe ve kazanımların en önemli öğesi, fedakâr halkımızın samimi duyarlılığıdır. Her dönem sergiledikleri güçlü toplum refleksleri ve yoldaşlık örneğiyle, dünyanın en önemli örgütlü politik toplum hareketidir.
  • Tüm kişilerin ve kurumların yapısı, içeriği ve işlevi değişmeli, birer akademiye dönüşmelidir. Her konferans ve toplantı birer eyleme dönüşmeli, daha enternasyonal katılımlı ve global düzeye ulaşmalıdır. Kurumlar estetik ve vizyoner olmalıdır, özellikle Avrupa’da bu engin imkân denizinde.

Dönemin ortak sancısı, “Yaşam nasıl daha anlamlı kılınabilir?” sorusudur. Bu “yaşam” ve “anlam” kavramlarını somutlaştırmak, tam da bu yeni sürecin ana eylem konusudur. 

Son 50 yıllık Kürdistan Rönesans mücadelesinin teorisi ve pratiği; tarihsel travmaların, darmadağın edilmiş özgüvenin etkisiyle planlanandan daha uzun sürdü. 

Harici tarihsel travmaların yanı sıra, algılamakta zorlandığımız bu “anlam” felsefesi, aslında dahili unsurlardan kaynaklanan sosyal travmalardan ileri gelmektedir - özeleştiri yapılırsa. 

Bu karmaşa sadece sosyolojik boyutlu değildir, şimdilik olgunun bu tarafını analiz edeceğiz. Devrimin ikinci evresinin uzun sürmesinin tahlilinde en kısa yol, günün tüzel alan niteliklerini Önderlik kriterlerine göre değerlendirmektir. 

Edinilecek sonuçlar, devrimin üçüncü ve final evresi olan bu “yeni paradigma”nın başarısından sonra mutlaka irdelenmeli; bilinçli ve bireysel çıkara dayalı dayatılan tutumların deşifre edilmesi de tarihî bir görevdir. 

Aktif mücadele pratiğinde hafızalara kazınmış “hayatta kalmak” şiarı ayrı bir mecburiyet olup, büyük fedakârlıklar ve ağır bedeller ödenerek şu anki paradigma hayata geçirilebildi. 

Asıl olan, biz normal halkın bu söyleme biçtiği arabesk yaklaşımını değiştirmek ve yeni paradigmaya uyarlamaktır. 

Basit ve anlaşılır olmak gerekirse, öncelikle yaşam alanlarımızı düzenleyip sağlıklı bir çalışma ortamı oluşturmalıyız. 

Örneğin, özelde Avrupa kurumlarının tüm yapısı ve işleyişi, yeni süreç misyonuna hızla uyarlanmalıdır. İstihdam edilmesi elzem olan lokomotif güç olacak bu saklı ve dışlanmış yeni “yüksek vasıflı” bireylerin kazanımı için derin ve profesyonel çalışmalar yapılmalıdır. Böylece kurumlarımız, bu bireylerin katılımıyla daha etkin hâle gelebilecektir. 

Her mekânımız; mimarisi, iletişimi ve ürettiği programlarla estetik merkezler olarak, akademi düzeyinde birer yaşam ve performans alanına dönüşmelidir. 

Yetkin bireylerin, tam bir özgüvenle bu acil aksiyon silsilesinde lokomotif güç olma fırsatlarını yaratmak, ilk adım olmalıdır. Böylece yeni süreç araçları daha çabuk tanımlanabilir ve eylem planı olarak topluma uyarlanabilir hâle gelecektir. 

İdeolojik ve politik başarının zemini, bu atölyelerde ivme kazanarak yayılacaktır. Kurumsal ve sistematik yaklaşım alışkanlığı edinilerek kazanımlar kalıcı olabilecektir. 

Her eylem ve bunun sonucunda elde edilen kazancın korunumu ve standardizasyonu için yazılı bilimsel normlar oluşturmak şarttır. Aksi takdirde belirlenen planlamalar ve edinilmiş kazanımlar, yine dönemsel sekter ve çıkarcı politik (!) kişiliklerin inisiyatifinde keyfi ve popülist yaklaşımlarla heba edilecek, hatta yok edilecektir. 

Her kurum, bulunduğu ülkenin tüm imkânlarını doğru değerlendirerek etkin bir iletişim ve profesyonel yaklaşımla güçlü bir diplomasi ilişkisi yaratmalıdır. Özellikle Avrupa’da bu, en öncelikli stratejik çalışma olmalıdır. 

 

Alışkanlıklar, iradenin temel yapı taşlarıdır 

Alışkanlıklarımızı samimiyet süzgecinden geçirmek, öncelikle kendimize olan saygımızı ve özgüvenimizi pekiştirecektir. Her birey, bu temelde yapabileceği çalışma ve katabileceği değerle mücadelede güçlü olabilecektir. Kimisi yazılım mühendisliğinde uzman, kimi hukukta, kimi mahalle çalışmasında… Hepsi de gerekli ve önemlidir. Eksikler belirlenmeli, giderilmesi için öncelikli hâle getirilmelidir. 

“Tüm yumurtalar aynı sepete konulmaz” gerçeği baz alınmazsa, samimiyetsizlik ve Don Kişot’luk eksik olmayacaktır. 

Profesyonellikten bahsettiğimiz bu süreçte bireyler, yetenekler ve emekler karşıtlaştırılmamalı, yarıştırılmamalı ve bu eksende yargılanmamalıdır. Bu yaklaşım, artık profesyonel devrimciliğin ve kolektif-komünal gerçekliğin esasıdır. 

Bu minvalde tüm kişilerin ve kurumların yapısı, içeriği ve işlevi değişmeli, birer akademiye dönüşmelidir. Her konferans ve toplantı birer eyleme dönüşmeli, daha enternasyonal katılımlı ve global düzeye ulaşmalıdır. Kurumlar estetik ve vizyoner olmalıdır, özellikle Avrupa’da bu engin imkân denizinde. 

 

Üretim, sadece maddesel olmamalıdır

Üretim dendiğinde çoğu insanın aklına fabrikalar, makineler veya maddi kazanımlar gelir. Elbette bu da doğrudur, fakat eksiktir. Apocu üretme felsefemiz; anlamlandırma ve ilişki kurma becerilerini geliştirerek “güzellik” üretme sanatıdır. Bu, ekmekten daha değerlidir - gerçekten mütevazi bir şekilde benimsenirse. 

Ateş çemberinde bizi bir arada tutan en büyük motivasyon aslında buydu. 

Çağımız dünyasında finans/kapital elbette belirleyicidir, en önemli araçlardandır. Ama gerçek mutluluğun bu olmadığını da biliyoruz. Bunu, özellikle Avrupa diasporası sosyal yalnızlığında ve yabancılaşmasında iyi hissetmektedir. 

Fakat kıramadığı egolarının esiri olup kapitalin aracı hâline gelenler, “özgür ve mutlu insan olma” gerçeğinden uzaklaşarak yozlaşmaktadır. 

Avrupa’daki 40 yıllık tecrübe ve kazanımların en önemli öğesi, fedakâr halkımızın samimi duyarlılığıdır. Her dönem sergiledikleri güçlü toplum refleksleri ve yoldaşlık örneğiyle, dünyanın en önemli örgütlü politik toplum hareketidir. Bu, Önderliğin eşsiz felsefesiyle mümkün olmuştur. 

Mesele, bu potansiyeli kurumların öncülüğünde daha etkin kurumsal üretim yapılarına dönüştürmektir. 

Kurumlar organizasyonel olarak; Stratejik Think Tank Kulüpleri, Siyaset ve Diplomasi Akademileri, Sanat Kurumları, Dil-Edebiyat-Sinema ve Teknoloji, Finans… vb. gibi alanlarda uzman kişilerin öncülüğünde yapılanmalara giderek yeni manifestoyu anlayabilecek ve yaşatabilecektir. 

Her kurumumuz ve alanımız, Kürdistanî ve/veya tüm diğer profesyoneller için bir çekim merkezi olmalıdır. Tüm regülasyonlar bu hedefe dönük yazılmalı, her kurum tarafından uygulanmalıdır. 

Manifesto ruhu burada anlam bulup sahaya yansıyabilecektir. Bültenler, kültürel dergiler, çok dilli çeviriler yapılıp kurumların bulunduğu resmî merkezlerde geniş kitlelere ulaşılırsa, harekete büyük katkı sağlanacaktır. Aksi takdirde kurumlar, kahvehane kültürünü aşamayacaktır. 

Bütün ödenmiş bedeller ve edinilmiş kazanımlar böylece hunharca zedelenecektir. Bunu kabul edecek bir pozisyonda olmadığımız net olarak anlaşılmalıdır. 

Alanında uzman kişilerin mücadelenin kilit rollerinde istihdamı, gelişimi tetikleyecek ve herkesi kurumların/mücadelenin etkin ve mutlu bir öznesi hâline getirecektir. Böylece halkın maddi ve manevi sorunları hızla çözüme kavuşacaktır. 

Dönüşüm, objektif ve sübjektif koşulların kendini dayatmasıyla kaçınılmazdır. Önderliğin özgürlük felsefesinin ana teması aslında “halkımızı güzelleştirmektir”. Bu dönüşüm, nasıl bir dünyada yaşamak istediğimizle ilintilidir. Burada estetik ve etik hassasiyetler senkronize işler. 

“Nasıl yaşamalı?” felsefesinde eleştiri ve özeleştiriler mutlaka yapıcı olmalıdır. Bundan dolayı Apoculuk, mücadele tarihinin her mekânında bir okul olmuştur. 

Derin tartışmalar sonucu şekillenen bu düşünsel üretimler, ilmik ilmik iliklere işlenerek bu değerler yaratıldı. Kapitalist yakın çağ tarihinde benzeri yoktur.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.