Sürece uzaktan bakış
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Acilen hızlanma gerekmektedir, çünkü CHP-AKP savaşı ve Rojava’ya karşı provokasyonlar, bunlara ek olarak Bahçeli-Erdoğan’ın masa altından tekmeleşmeleri barış ve demokratikleşme sürecini tehlikeli biçimde tehdit etmektedir.
Bir savaş halinde anlaşmak ya da uzlaşmak için masaya oturma kararı verenlerin henüz masaya oturmadan önce yapmaları gereken yegane iş “mütarekedir.” Yani silah bırakma.
“Silah bırakma” denince “haydi oradan, devlet silahını bırakır mıymış” itirazı yükselir. Silah bırakma ya da mütareke denince devletin silahlarını “yakmasından” söz etmiyoruz. Devletlerin silahları yalnız savaş zamanlarında değil, barış zamanlarında da “gelecek savaşa” hazırlık için korunur. Asayiş için de en barışçı devlet bile silahlara ihtiyaç duyar.
Mütareke ya da silah bırakma dendiğinde, eğer savaş iki ayrı devlet arasındaysa, tarafların “silahlarını susturması” anlaşılır. Önce ateşkes ilan edilir, sonra mütareke anlaşmasıyla bu ilan edilen ateşkes hali “barış antlaşmasına” kadar kalıcı hale getirilir. Barış antlaşmasından sonra ise devletler silahlarını “yakmaz”. Kendi sınırları içinde silahlarını korumaya devam eder.
Ama eğer savaş bir devletle o devletin sınırları içindeki bir güç arasındaysa, mütareke ya da silah bırakma anlaşması devletin hasmına ateş açmamasına karşılık, o devletle savaşan gücün “silahsızlanmayı” kabul etmesi temelinde gerçekleşir.
Silahsızlanmayı kabul etmek, kabul eder etmez silahsızlanmak anlamına gelmez. Tam silahsızlanma mütarekeden sonra yapılacak barış anlaşmasıyla gerçekleşir. Çünkü hiçbir mütareke barışı garanti etmez. Mütareke ancak barış antlaşması için müzakerelerin tamamlanmasıyla “silahsızlanma” sonucuna varır.
Devletler arasında barış anlaşması “uluslar arası hukuk” ve daha önemlisi devletler arasındaki “kuvvet dengesi” tarafından garanti edilir. Bir devletle o devlet sınırları arasındaki gücün barış anlaşması ise “iç anayasal hukuk”un demokratik olma derecesi ile tam ya da nisbeten garanti altına alınır. Ama daha önemlisi “silahsızlanan” gücün politik ve sosyal örgütlülüğü, kendini savunma yeteneği bu garantiyi sağlamada belirleyici olur.
Şu anda devletle Abdullah Öcalan’ın önderliğinde PKK arasındaki barış süreci, henüz “mütareke” ve mütarekenin gereği olarak PKK’nin silahsızlanma ve askeri-politik illegal örgütünü feshetme kararı vermiş olması aşamasındadır. Henüz barış anlaşması gerçekleşmemiştir.
Barış görüşmeleri İmralı’da “norm devletle” Başkan Apo arasındaki müzakerelerle başlamış, burada “demokratik bir uzlaşma” sağlanmıştır. Ancak bu demokratik uzlaşmanın yürürlüğe girmesi, hukuki ve yasal zemine kavuşması, anayasa gereği TBMM’nin kararına bağlıdır.
TBMM Komisyonu meclisin alması gereken kararların “taslaklarını” hazırlamak amacıyla kurulmuş ve bu amacı “benimseyen”, biri hariç, mecliste temsil edilen bütün partiler Komisyon’a üye vermiştir. Ancak Komisyon’un varlığı hem hiçbir yasal temele sahip değildir hem de şu ana kadar tek bir “yasa taslağını” görüşmeye bile başlayamamıştır. Komisyon Başkanı istediği anda kurduğu komisyonu dağıtma kararı alabilir. Ve şimdi olduğu gibi Komisyon’u “istikşafi” konuk dinleme seanslarıyla istediği kadar oyalayabilir.
Buna karşılık Komisyon’daki siyasi parti temsilcilerinin nitelikli çoğunlukla karar alma yetkileri vardır. Kamuoyu hassasiyeti nedeniyle çağrılan komisyon dışı heyetleri dinlemek zorunda kalmaları bir yere kadar anlaşılır bir husustur. Ancak Komisyon’un üçüncü gününde önlerine çıkan fırsatı ne yazık ki kullanamamışlardır. Fırsat şudur:
Komisyon Başkanı Kurtulmuş, bir barış annesinin Kürtçe konuşmasını “TBMM iç tüzüğüne” dayanarak yasakladığı zaman, partilerin önüne ilk “kanun taslağını” tartışma ve karara bağlama fırsatı çıkmıştır. Bir delege ayağa kalkıp “Sayın Kurtulmuş, hukuken haklısınız, Meclis iç tüzüğü burada çözmek istediğimiz Kürt sorununda çözümü engelleyen ırkçı bir tüzüktür, iç tüzük sizi bağlıyor, gelin sizi çözümü önleyen bu bağdan kurtarmak için ilk adımı atalım, TBMM iç tüzüğünde Kürtçe konuşmayı yasaklayan maddelere karşı bir kanun tasarısıyla işimize başlayalım” deseydi, nasıl sonuç alınacağını bilmesek bile, Komisyon Başkanı’nın ve partilerin çözümden yana olup olmadığını test etmek mümkün olabilirdi.
Eğer Kurtulmuş ve Komisyon çoğunluğu bu öneriyi kabul etseydi, barışı garanti altına alacak demokratikleşme yolunda küçük de olsa ilk adım atılmış olurdu. Kurtulmuş ve çoğunluk Kürtçe yasağını kaldırmayı kabul etmediği durumda ise bu Komisyon’un çözüm için değil, çözümü oyalayarak çürütme komisyonu olduğu anlaşılırdı.
Böyle bir test yapma fırsatını kullanmadığımız için, şu aşamada Komisyon’un “işe yaramaz” bir Komisyon olduğunu söyleme hakkını ben şahsen kendimde bulamıyorum.
Özetle İmralı’da norm devletle Başkan Apo arasında demokratik uzlaşma genel olarak sağlanmış, PKK de üstüne düşen bütün adımları atmış bulunmakta, buna karşı Komisyon aylar geçtiği halde üstüne düşenleri henüz yapmak için hiçbir adım atmamış durumdadır.
Acilen hızlanma gerekmektedir, çünkü CHP-AKP savaşı ve Rojava’ya karşı provokasyonlar, bunlara ek olarak Bahçeli-Erdoğan’ın masa altından tekmeleşmeleri barış ve demokratikleşme sürecini tehlikeli biçimde tehdit etmektedir.
