TC rotasını Batı'ya kırabilecek mi?

Aykan SEVER yazdı —

  • ABD yönetimi son dönemde 3. Dünya Savaşı'nın alanını genişletme eğiliminde. Burada TC için Erdoğanlı ya Erdoğansız "yeni" görevler gündeme gelebilir.

TC ve ona hakim olan oligarşik kesimler özellikle 2010 sonrası ülkede sağladıkları daha öncesine göre baskın egemenlik ilişkilerini 3. Dünya Savaşı'nda pekiştirmek ve kalıcılaştırmak hedefiyle bu süreçte emperyalist güç olmaya soyundular. Bölge ülkelerinin göreli olan güçsüzlüğünden yararlanarak bazı "başarılar"a imza attılar. Fakat uluslararası sermayeden görece özerk bölgesel emperyal güç olma arayışındaki tutum, hem Suriye sahasında Kürt hareketi direnişi karşısındaki başarısız olma hali hem de Ukrayna savaşının başlaması sonucu şekillenen kamplaşmada daha açık tutumlar almayı gerektirdi. 

Fakat Türkiye'deki hakim rejim Ukrayna savaşının yarattığı zemini özellikle Rusya'nın da muhtaçlığını kendi lehine kullanmasını bildi. TC'nin tutumu tam da post-modern karakterli savaşın ruhunun gereği sergilenen bir politikaydı. Fakat özellikle yaşanan depremler sonrası rejim Batı'nın talepleri karşısında zayıf düştü. Batı'nın heveskâr bir biçimde yardıma koşmasına bir takım ırkçı reflekslerle başta karşı koymaya çalışsa da bunun aptallıktan öte bir görünüm arz etmeyeceğini rejimin akıl daneleri de fark etti ve sustular. Fakat bu içeride faşist demagojiye devam etmeyecekleri anlamına gelmez. O günlerde ABD yönetimi "Bak Ruslar doğru düzgün bir şey yapmazken biz neler neler yaptık..." diye bunu Erdoğan'ın başına kakmaktan da geri durmadı.

Bu süreçte NATO Genel Sekreteri Stoltenberg ve ABD Dışişleri Bakanı Blinken Türkiye'ye gittiler. İlk elden talepleri belliydi: İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya üyeliğinin onaylanması. Rejim eskisine göre bu isteğe daha yumuşak yaklaşsa da elindeki kozu bir an önce harcamamak için oyalama yanıtlarla süreci seçim sonrasına ertelemeyi tercih etti. Erdoğan, Kürtlere dönük İsveç'ten baskının artırılması istese de yine de seçim öncesinde "kaza" istemiyor aksine para beklentisi yüksek. Aynı günlerde İsveç'in deprem yardımı için uluslararası bir kampanya örgütleyeceği duyuruldu.

Yakın zamanlarda ise Biden yönetimi Ankara'yı Rusya'ya uygulanan ambargoları delmemesi konusunda bir kez daha uyardı. Bu kez sonuç aldı. On gün kadar önce rejim de yaptırım uygulanan ürünleri Rusya'ya göndermemeye başladı. Hemen ertesinde de Türkiye'den Ukrayna'ya yüzlerce zırhlı araç aktarıldığı haberleri basında yer buldu.

Hafta başı Washington’da düzenlenen ABD-Türkiye İş Forumu da Biden yönetimiyle pazarlık yapmanın bir başka örneği oldu. Forum'da adeta Türk sermaye çevreleri Amerika'ya bağlılığını sundu. Erdoğan'ın danışmanı İbrahim Kalın da oradaydı. Yazı yazıldığında İ. Kalın'ın  Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan'la görüşeceği açıklandı. Ayrıca Dışişleri yetkilisi Victoria Nuland'la da görüşecek. Temsilciler Meclisiyle de temaslar olacak. Buradaki görüşmelerde seçim sürecinde rejime destek istenirken aynı zamanda iktidar bloku içindeki kimi kesimlerin önümüzdeki süreç için Biden yönetimine güvence verdiği varsayılabilir.

Bütün bunlara rağmen TC-ABD arası ilişkiler rayına girdi gibi bir yorum yapmak için çok erken zira bu ilişkinin geleceği başka ülke yönetimlerini de yakından ilgilendiriyor. Kuşkusuz bunların arasında Putin iktidarı ilk sırada. Rusya son dönemde TC ve Esad yönetiminin arasını bulma sürecini hızlandırmaya çalışıyor. Önce bu hafta dışişleri bakanları yardımcıları Moskova'da bir araya gelecek. Bu toplantıda dışişleri bakanlarının toplantısının zemini hazırlanacak, dışişleri bakanlarından sonra ise Esad-Erdoğan buluşması hedefleniyor. Burada Putin'in muradı asıl olarak savaşta TC'yi yanında tutmak ve Ankara-Washington arasına Şam'ı bir manivela olarak yerleştirmek. Bu süreçte Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar gibi Erdoğan'la simgelenen diktaya çok yönlü yatırım yapan ülkelerinde neler yapacağı önemli olacak.

ABD yönetimi son dönemde 3. Dünya Savaşı'nın alanını genişletme eğiliminde. Burada TC için Erdoğanlı ya Erdoğansız "yeni" görevler  gündeme gelebilir. Bu kapsamda Türkiye'den başlayan Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan'ı içine alan Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan ve  Kırgızistan'la devam eden bir "enerji ve güvenlik" ağı oluşturma ödevi tanımlanıyor. Hedef Orta Asya ülkelerinin gaz ve petrol kaynaklarının hızlı bir biçimde bu hat üzerinden Avrupa'ya taşınmasının yanı sıra bölge ülkelerinin tamamının silahlandırılarak Çin, İran ve Rusya'ya karşı blok oluşturmaları. Bu yaklaşım elbette TC'nin de emperyal beklentilerine uygun. Bu stratejinin TC açısından şu anki belirsizlik ortamında çok hareketlenmesi beklenemez fakat seçim sonrası uluslararası güçlerle yapılacak pazarlıklar da bu başlıklar da tartışılacaktır. Yine de bu yaklaşım ve İran-Rusya-Çin üçlüsünün karşı politikaları şimdiden bölge halklarını tamamen hiçe sayacak bir tarzda gündem oluyor. Örneğin ne Dağlık Karabağ'daki Ermeni halkına, ne Gürcülere, ne Abhazlara, ne de Osetlere siz nasıl yaşamak isterseniz diye sorulmuyor. Bölgedeki bütün halklar egemen kesimlerin paylaşım savaşında  kapsamlı manipülasyonlar eşliğinde adeta nesneleştiriliyor, köleleştiriliyor.

Kapitalizm, savaş, köleleştirme iç içe süreçler. İnsanlar hayal kurmayı bırakmadığı ve uğruna mücadele verdiği sürece elbet bir gün bunlar da tarihe karışacak...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.