Tezkere sömürgecilik ve faşizm
Ziya ULUSOY yazdı —
- İşçi ve ezilen kitlelerin güncel talepleriyle mücadeleler geliştirilirken, tezkeresi çıkarılan savaşa karşı talepler, umut hakkı ve siyasi tutsaklara özgürlük talepleri, faşizme karşı taleplerle birlikte canı gönülden yükseltilmelidir.
İktidarlar, 1982’den bu yana Kürtlere karşı orduyu sınır dışına işgalci savaşa çıkarıyor. Generallerden parlamenter hükümetlere ve çeyrek yüzyıldır da Erdoğan bu yayılmacı savaşçılığı sürdürüyor.
Ekim ayında Suriye ve Irak’a asker gönderme tezkeresini, AKP-MHP, İYİP ve Yeniyol’u arkasına bağlayarak, onayladı. 3 yıllık süreyle geçerli olacak, ki bu parlamentonun yeniden seçileceği sürenin ötesine uzanıyor.
Erdoğan-Bahçeli rejimi, burjuva fraksiyonlarının hükümet olabilmesi kolektif çıkarlarının parlamenter rejim yasasını da bir kenara bırakmış durumda. Rejimini kalıcı kılmanın hesabıyla keyfiliği dayatıyor. CHP’yi fiilen tasfiye saldırganlığı da, faşizmi kalıcı kılma keyfiliğinin göz çıkaran örneği.
Savaş tezkeresi faşist medyanın şovenist borazanlığı eşliğinde onaylandı. SDG ve Özerk Yönetim’in ne denli “büyük güvenlik tehlikesi” oluşturduğu, HTŞ iktidarına biat ederek eritilmesi/tasfiyesi, olmuyorsa tehlikenin TSK saldırısıyla gerçekleştirilmesi, özerkliğin mevcut iktidarın kırmızı çizgisi olduğu, HTŞ ile 30 km. derinliğinde TSK’nın savaş yürütebilmesi anlaşmasını kotarma yayılmacı çabası, hepsi Kürt düşmanı şovenizmin Netanyahuvari argümanları.
Irak’a savaş tezkeresi ise yine esasen KÖH’ne düşmanlıkla onaylandığı, Kandil’i askeri kuşatmayla ve imha tehditiyle devam eden süreçte en aza boyun eğdirmeye razı etmek, yanı sıra Irak yönetimi üzerinde askeri güç gösterisiyle nüfuz kazanma hesabını kapsıyor.
Fakat iktidarın hesabı birçok bakımdan çarşıya uymadı.
Saldırı altındaki CHP ulusalcıların tepkisini göze alarak tezkereye hayır oyu verdi.
Kuzey Kıbrıs’ta halkın seçimle gösterdiği tepki şovenist yayılmacılığa başka bir yerden vurulan darbe oldu.
Erdoğan, verdiği haraçlar ve Gazze soykırımcılığını meşrulaştıran “barış”ın Mısır ve Katar’la birlikte öncülüğünü yapma yoluyla, Trump ABD’si yanına demirledi. Bu yolla Suriye’de Özerk Yönetim’i ve SDG’yi eritme/tasfiye politikasına keskin onay da almak istiyor.
Saray rejimi Suriye’de İsrail’le nüfuz ve işgal paylaşımını, Azerbaycan’da HTŞ temsilcilerini dahil edip kotardığı görüşmelerle sağladı. İşgal paylaşımını genişletme fırsatçılığını bombayla karşılayan Netanyahu, Saray’ın SGD’yi eritme ve savaşla tehditine karışmayacağı görülüyor.
Fakat gerek ABD ve gerekse Netanyahu yine de HTŞ’nin Saray’la birlikte Suriye’de mutlak iktidarına kesin desteği tercih etmezler. Çünkü HTŞ’nin ve Saray’ın Suriye halkları üzerinde sempati yaratacak niteliği yok.
Dahası SGD ve Özerk Yönetim, HTŞ ile Saray’ın mutlak hakimiyetine boyun eğmeyen tutuma sahip. Rojava ve Kuzey ve Doğu Suriye devriminin demokratik halkçı kazanımlarını korumaya barışçı bir politikayla devam ediyorlar diye Saray’ın savaş tehditine boyun eğmezler. Nitekim, Saray’ın HTŞ ve SMO güçleriyle Halep’te, Dera’daki saldırlarına direnişle yanıt verdiler.
Suriye halkları gerici iç savaştan bıkkınlık içinde ve savaş istemiyor. Bu bir yanıyla HTŞ’nin iktidarını kerhen kabule yol açsa da, diğer yandan HTŞ-SMO-TSK’nın olası savaşına da karşı çıkacak duyguların Sunni Arap halkı dahil halklarda baskın olduğunu gösteriyor.
Üstelik, emperyalistler ve Saray tarafından desteklenen HTŞ iktidarı halk nezdinde destek görmüyor. Sahte seçim parodisi, halkın oy kullanmasını bile dışta tutarak, Esad-BAAS yönetiminden, biçimsel demokrasi açısından geride olduğunu kanıtladı. Halk kendisinin tamamen dışlandığı faşist bir rejime destek olmaz.
Sipan Hemo’nun SGD’nin Suriye’nin ulusal demokratik gücü olduğunu ve halkın haklarını savunmaya devam edeceğini yüksek sesle dile getirmesi halkta varolan baskın eğilime dayanıyor.
Saray ve HTŞ’nin izlediği savaş tehditi ve saldırı girişimleri, Suriye’de ve Türkiye’de halklara barış ve demokrasiyi değil, savaş ve faşizmi reva görüyor. Frantz Fanon’un çarpıcı söylemiyle sömürgecilik, yöntemlerini anavatana da taşıyor.
İşçi sınıfı ve ezilenler, demokrasi ve özgürlük özlemindeki partiler ve kitle örgütleri, Kürt’e düşmanlık ve büyük devlet şovenizmi serabını içip Saray faşizminin zulmünün kendisine reva görülmesini mi tercih edecek? Demokrasi ve özgürlük mücadelesini yükseltmenin, Saray faşizmini tasfiye ederek Türkiye’yi demokratikleştirme yolunda mı yürüyecek?
Tabii ki demokrasi ve özgürlük yolunda yürümeli. Bu elbette Suriye’de Özerk Yönetim’le kardeşliği, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da Kürt halkıyla kardeşliği yükseltecek.
Demokrasi ve özgürlük mücadelesi, tutarlı olacaksa Kürt’ün ulusal hak eşitliğini kapsamalı ve gerçekleştirmelidir.
İşçi ve ezilen kitlelerin güncel talepleriyle mücadeleler geliştirilirken, tezkeresi çıkarılan savaşa karşı talepler, umut hakkı ve siyasi tutsaklara özgürlük talepleri, faşizme karşı taleplerle birlikte canı gönülden yükseltilmelidir.
Bu yol aynı zamanda kapitalizme karşı sosyalizm için devrimci gücü de büyütmenin yoludur.
