Vilnus 'uzlaşmasının' anlamı

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Vilnus “uzlaşmasını” ne “dünya bize karşı savaş açtı” diyerek zifiri kara bir tablo olarak anlatmalıyız, ne de “Türkiye AB çıtasına tutunacak, faşizm bitecek, bize gün doğacak” diye yorumlamalıyız.

Bu satırların yazarı, 2010 yılı Arap Baharı ile birlikte Türk bölgesel emperyalizminin önce ABD ile birlikte, sonra ABD-Rusya dengesiyle oynayarak girdiği “Üçüncü Dünya Savaşı’nda” yenildiğini ısrarla vurguladı. Ve her yenilen devlet gibi Türk devletinin de er ya da geç halen çatışan iki küresel güçten birine, büyük ihtimalle de Batı’ya teslim olacağı öngörüsünde bulundu.

Şimdi gelişmeler bu saptama ve öngörüyü doğrulayan güçlü işaretler veriyor. İlk büyük işaret küresel mali oligarşinin Mehmet Şimşek’in şahsında, Türkiye’nin iki mali merkezine, Hazine ve Merkez Bankası’na fiilen el koymasıydı. Gerisi gelmeye başladı. Yıllardır Ukrayna (daha doğrusu NATO) ile Rusya arasında süren sözde “denge” politikasının sonuna gelindiği ortaya çıktı. Savaş bilindiği gibi Ukrayna’nın NATO’ya alınması ve Rusya’nın kuşatılması üzerine başlamıştı ve Türkiye artık Erdoğan’ın ağzından Ukrayna’nın NATO üyeliğini savundu, Hitlerci Azov’un, esir değiş tokuşu esnasında Türkiye’ye gönderilen ve savaşın sonuna kadar orada kalması üzerine Rusya’yla yapılan anlaşma çiğnenerek Zelensky’ye hediye edilen “komutanları” simgesel bir işaret oldu. Ve nihayet Vilnus NATO toplantısında Türk devleti havlu attı ve teslim anlaşmasını geciktirmek için direndiği son noktadan ricat etti, İsveç’in NATO üyeliğini bloke etme kararından vazgeçti. Yakında TBMM’de İsveç’in NATO üyeliğine onay verilecek, böylece şu ana kadar izlenen NATO-Rusya dengesiyle oynama “diplomasisi” son bulacak. NATO Rusya’yı kuşatma stratejik amacına ulaşacak, aynı zamanda NATO üyesi Türkiye’yi de Rusya’nın etki alanından çıkarmış olacak.

Bu son nokta Kürt Özgürlük Hareketi açısından ne anlama geliyor? Önce bardağın dolu tarafına bakalım. Türk devleti artık Kürt halkının kazanımlarına karşı saldırılarını ABD-Rusya çelişkisiyle oynayarak ve her iki tarafın desteğini alarak aşama aşama yürütme imkanını kaybedecek. Rusya’yla anlaşarak Efrin’i, ABD ile anlaşarak Serekaniye’yi işgal ettiği dönemin sonuna gelindi. Bundan böyle saldırısını sürdürebilmek için ABD’nin desteğine bağımlı olacak, aynı zamanda da Rusya’nın (ve İran ile Suriye’nin) karşı hamlelerine maruz kalacak.

Buna karşılık Vilnus’ta varılan uzlaşma, tıpkı 100 yıl önce Lozan’da yapılan “uzlaşmada” olduğu gibi Türkiye’ye Kürtlere karşı savaşta bazı imkanlar verileceğini göstermekte. Görülüyor ki ABD ve AB ülkeleri “PKK’siz Kurdistan” hedefine daha büyük bir kuvvetle yönelecek. Aynı zamanda Batılı devletlerdeki Kürt diasporasının bu saldırganlığa karşı Batılı kamuoyuyla birleşmesini önlemek için baskıyı arttıracak. Türk devleti de bundan yararlanarak “Kurdistansız Ortadoğu” hedefine ulaşmaya çalışacak.

Burada şu hususu dile getirmek gerekiyor: Vilnüs anlaşmasında “terörle mücadele” beyanlarının “ucu açıktır.” Belli ki NATO ve İsveç “terör” sözcüğüyle PKK’yi değilse de YPG-YPJ ve QSD güçlerinin ismini somut olarak zikretmeye yanaşmamıştır. Konu “ucu açık” bırakılmıştır. Bu da şunu gösteriyor: Birincisi, bundan sonraki gelişmeler HPG güçlerinin ve Kuzey Doğu Suriye güçlerinin ve Kurdistan halkları ile müttefiklerinin mücadelesi tarafından tayin edilecek. Bu alanda en küçük ideolojik, politik ve askeri zayıflık ya “PKK’siz Kurdistan” sonucunu doğurarak Kürt halkını Barzanici  teslimiyete sürükler ya da bu zayıflıktan yararlanan Türk devleti “Kurdistansız Ortadoğu” hedefinde, soykırımcı, sömürgeci hamleler yapar.

Ve şu “riskli” öngörüyü de bunlara eklemek gerekir. Türkiye’nin Batı’ya teslim süreci son noktaya varmış olmaktan uzaktır. Son nokta 15 Temmuz darbesiyle tasfiye edilen NATO yanlısı TSK’nın yeniden yapılandırılmasını zorunlu kılıyor. Önümüzdeki etapta Batılı devletler bu yönde baskılarını arttıracaktır. Şimdiki haliyle, cihatçılarla doldurulmuş tabanı ve “Ergenekoncularla” ele geçirilmiş zirvesi bakımından TSK, NATO için güvenilmez bir ordudur.

TSK’nın yeniden NATO’nun güvenilir bileşeni haline getirilmesi yönünde Batılı devletlerin zoruyla Türk devleti tarafından atılacak adımlar Kürt Özgürlük Hareketi için olumsuz sonuçlara yol açabileceği gibi yeni fırsatlar da doğurabilir. Bu “yeni fırsatlardan” yararlanabilmenin temel şartı, Başkan Apo’nun bu yeni duruma müdahalesidir.

O nedenle Üçüncü Dünya Savaşı’ndaki yenilginin en büyük adımı hatırlanmalıdır. Kobanê zaferine Türk devletinin cevabı, bilindiği gibi çözüm sürecini sona erdirmek ve yenildiği savaşı Kürt halkına karşı savaşa dönüştürmek oldu. Bunun doğal sonucu da Başkan Apo’nun şu anda süren tecrit altına alınmasıdır.

O halde Kürt halkının ve müttefiklerinin şu anda, tüm “zinciri sürekleyecek olan ana halkaya”, yani Başkan Apo’nun üstündeki tecriti kırma ve onun fiziki özgürlüğünü elde etme hedefine var güçle sarılmasıdır.

Özetle Vilnus “uzlaşmasını” ne “dünya bize karşı savaş açtı” diyerek zifiri kara bir tablo olarak anlatmalıyız, ne de “Türkiye AB çıtasına tutunacak, faşizm bitecek, bize gün doğacak” diye yorumlamalıyız.

Bilmemiz gereken resmin “siyaha” dönmesinin de, “beyaza” dönmesinin de sadece ve sadece halkın Kürt Özgürlük Hareketi’ne militan desteğine ve mücadelesine bağlı olduğudur.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.