Yalanlar ve savaş

Aykan SEVER yazdı —

  • Bir süredir "işe koşularak" hizaya getirilmeye çalışılan TC'ye ise Ukrayna geriliminde "koç başı" rolünün uygun görüldüğü anlaşılıyor. TC'nin Rusya ile girdiği göreli bağımlılık ilişkilerinin düzeyi buna ne kadar müsaade eder şüpheli ama diktanın varlığını sürdürebilmesi özellikle ekonomik alanda girdiği açmazlardan çıkabilmesi, Batı'yla kurduğu ilişkileri onarabilmesine bağlı.

 

Postmodern karakterli yeniden paylaşım savaşının Ukrayna cephesinde verilen "Trump arası" bitti. Bir süredir yeniden ısıtılmaya çalışılan saha Boris Johnson, Joe Biden yönetimlerinin stratejisi, AB-NATO ile ilgili tamamlayıcı hamleleri ve Rusya'nın da başka alanlardaki problemleri "çözme" arayışının Donbas'a askeri yığınağı artırmayla somutlanması sayesinde çatışmalar küçük çaplı da olsa başladı. Savaşın derinleşmesi için karşılıklı  hazırlıklar ise sürüyor.

ABD-NATO "turuncu devrim" sürecinden bütünüyle hedeflerini elde edememişti. Kırım kaybedilmiş, doğudaki Donbas ise kanlı bir savaşın sonunda fiili özerklik elde etmişti. Biden açısından aynı zamanda kişisel bir hesaplaşma olarak da görülebilecek bu sürecin yeniden ısıtılması için birçok sebep var. İlki elbette "yarım kalan"ın tamamlanmasını içeriyor. Yani Ukrayna'nın bütünün NATO toprağı haline getirilmesi. Bunun için kimsenin inanmadığı "toprak bütünlüğü" yalanı burada da tekrarlanıyor. (İkiyüzlülükle ilgili en açık belge bugün Suriye ve Güney Kürdistan'da TC'nin işgal ettiği alanlarla ilgili tutum alınmayışında somutlanıyor. Aksine BM nezdinde Suriye için toplanan yardımlar TC ve ona bağlı çetelere bilinçli bir biçimde aktarılarak bu işgal harekatları destekleniyor.) Olayın doğrudan Biden'la ilgili kısmındaysa oğlu Hunter'ın Ukrayna'da bir doğal gaz şirketinin yönetiminde yer alması, adının yolsuzluklara karışması; Trump döneminde Ukrayna'ya yapılacak yardımların bu konuda dava açma şartına bağlanması ve bunun başkanlık seçimi tartışmalarını etkilemesine kadar uzanan bir silsile söz konusu. Yakın zamanda Hunter Biden'ın, anılarını ele aldığı kitapta, Ukrayna'da çalıştığı dönemde elde ettiği geliri uyuşturucu ve alkole harcadığını gönül rahatlığıyla dile getirmesi ise sanıyorum en azından hayata "rahat" takıldığının, değirmenin suyunun nereden ve kimler sayesinde geldiğinin çok da dert edilmediğinin bir göstergesi olsa gerek.

Bu "rövanş" arayışının ABD açısından muhtemelen Sovyetler Birliği'ne kadar uzanan tarihsel boyutları da var. CIA'si Nazilerden devşirilen unsurlardan oluşturulan bir devletten elbette başka türlüsü de beklenemez.

Olayın bu kısımları bir yana ABD açısından asıl mesele elbette paylaşım savaşının sürdürülmesi, uluslararası kapitalizmin liderliğinin hala kendinde olduğunun gösterilmesi ve aynı zamanda NATO ve AB bütünlüğünün yeniden sağlanarak AB'deki "ayrılıkçı eğilimler"in bastırılıp, üye ülkelerin hizaya sokulması arayışı. AB ve NATO şu ana kadar fire vermedi fakat Rusya ile savaşı gerçekte göze alabilecekleri bir hayli şüpheli. Bunun nedenleri arasında gerek ortak ticari çıkarlar gerekse de Putin yönetiminin TC, Macaristan gibi bazı iktidarlarla kurduğu "destek" ilişkilerinin yanı sıra Avrupa'nın genelinde neo-faşist harekete yaptığı yatırım ve onların giderek artan siyasi ağırlığı da var.

Bir süredir "işe koşularak" hizaya getirilmeye çalışılan TC'ye ise Ukrayna geriliminde "koç başı" rolünün uygun görüldüğü anlaşılıyor. TC'nin Rusya ile girdiği göreli bağımlılık ilişkilerinin düzeyi buna ne kadar müsaade eder şüpheli ama diktanın varlığını sürdürebilmesi özellikle ekonomik alanda girdiği açmazlardan çıkabilmesi, Batı'yla kurduğu ilişkileri onarabilmesine bağlı. Afganistan barış görüşmelerinin İstanbul'a taşınması, Montrö tartışmaları bu arayışın çoktan başladığının açık işareti. Gelişmeler NATO bünyesinde de olsa Rusya ile açıktan bir savaşa dönüşürse (Bu arada S-400'den de "kurtulunmuş" olur.) bunun TC'ye kapsamlı maliyetleri kuşkusuz olur. Göze alabilirler mi orası belirsiz. Fakat savaş makinesi TC'ye komuta eden gözünü kan bürümüş "fatihler"e vaat edilenlerin ufku "geniş". Irak, Suriye ve Ukrayna'dan sonra muhtemelen sırada 2. Dağlık Karabağ Savaşı'nda Azerbaycan'ın yanında yer alan Gürcistan'ın toprak bütünlüğü deyip Abhazya ve Osetya'ya yeniden saldırtmak var. Eh sonrası ver elini kızıl elma, turan...

Savaş tabii ki yalanlarla geliyor. Bir tarafta bütün dünyadan faşistleri toplayıp, Gürcistan'dan aktarılan keskin nişancılar sayesinde hareketlendirilen Maydanlar, Odesa'da 40'tan fazla insanı bir binada yakıp, "tek dil, tek bayrak, tek vatan" nakaratlarıyla "turuncu devrim" yapanlar; diğer yanda ise komşu halkları kendisi ile Batı arasında tampon unsuru olarak değerlendiren totaliter bir milliyetçilik anlayışı. Donbas halkına  "siz nasıl yaşamak istersiniz?" diye sormayı aklına getiren ise yok! Bunlara rağmen yalanı ve savaşı seçmek zorunda değiliz...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.