“Batı mı Doğu mu” meselesi ve politik durumda belirsizlik 

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • HDP sistem partilerini temel konularda açık, net bir tutum almaya zorluyor. Bir başka ifadeyle HDP bu partilerle pazarlık yapmıyor, onların bulanık çizgilerini şeffaflaştırmalarını, açık ve dürüst konuşmalarını talep ediyor.

Erdoğan’ın “Şanghay İşbirliği Teşkilatına üye olmak hedefimizdir” demesinin ardından Kılıçdaroğlu’nun önceki yazımda uzunca bir alıntıyla aktardığım konuşmasından sonra ne oldu? 

CHP’lilerin kendisine yönelik her eleştirisine bozuk bir üslupla saldıran Erdoğan’dan ateşli bir suçlama şöyle dursun, itiraz bile gelmedi. 

Neden? Çünkü “Batıya mı, Doğuya mı” tartışmasından korktu. Bu tartışma açıkça yapıldığı zaman Erdoğan “Doğu’ya” yanıtını veremez. Verdiği anda seçimi kaybeder. 

Ulusolculardan da “tık” çıkmadı. En militan Rusçu ve Çinciler bile sus-pus oldu. Çünkü köpeksiz köyde değneksiz geziyorlardı. CHP’den böyle “liberal-özgürlükçü” bir Şanghay reddiyesi çıkabileceğini akıllarından bile geçirmiyorlardı. Ama “adam konuştu” ve ulusolcu sustu. Çünkü demagojik ve sahte “anti-Amerikancılığı” Çin ve Rusyacılıkla birleştirip savunmak kolaydır da, “Doğu mu, Batı mı” sorusuna aynı kolaylıkla yanıt vermeleri zordur. Atatürkçü “Batıcılık” ayaklarına dolanır. 

İşte bu korkudan dolayı ne Havuz medyası ne de Cumhuriyet, Sözcü vs medyası Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını tek satırla haber bile yapamadılar. 

Kılıçdaroğlu da kendi sözünün arkasında durup, konuyu CHP’nin politikasında merkeze yerleştiremedi. Belli ki CHP içindeki Ergenekon uzantıları onu susturdu. 

Peki ama bizim medyamızda konu, sistem açısından taşıdığı önem ölçüsünde ele alındı mı? Hayır. Neden acaba? 
Çünkü özgür medyanın “Doğu mu, Batı mı” diye bir meselesi yok. Hatta Kürt halkı açısından mesele “ne Doğu, ne de Batı, Konfederal Ortadoğu” meselesidir. Ama onunla sınırlı değildir. Konfederalizm bugünkü “Küresel kamplaşmada” tüm dünyayı kapsayan “üçüncü yolun” programatik hedefi, stratejisidir.  

Daha önce de sormuştum: Ortadoğu’da inşa edilmekte olan Konfederal Ortak Ev amaçlı süreç, Ortadoğu dışında başka yerlerde, örneğin Rusya ya da Çin’e, Amerika ya da Japonya’ya göre nerede daha olgundur? 

Bu sorunun yanıtı Avrupa Birliği ülkeleridir. Bu ülkelerde neo-faşist-popülist, neo-liberal, sosyal-demokrat ve yeşilci siyasi güçlerle bunlardan kopan yeni demokratik hareketler, kadın özgürlükçü hareketler ve “göçmenler” arasında giderek keskinleşen bir mücadele yaşanıyor. Konfederal değişimin objektif ve sübjektif koşulları, Ortadoğu’dan sonra Batı Avrupa’da olgunlaşıyor. 

Ortadoğu Ortak Evi’nin inşası henüz başlangıç aşamasındadır. Rojava’da, henüz mutlak olmasa da, zafere ulaşmıştır. Diğer üç parçada kriz derinleşmektedir. Türkiye’de Erdoğan rejimi çöküyor, Irak devleti dağılmanın eşiğindedir, İran “kadın serhıldanıyla” sarsılıyor. Dört parçanın yer aldığı bu bölgede Konfederalizm yolundaki her adım Avrupa konfederalizmini kesinlikle güçlendirecektir.    

Stratejik açıdan meselenin konuşu böyledir. Taktik açıdan mesele nasıl ele alınabilir? 

Kürt özgürlük hareketi bugüne kadar ne Batı’yı ne de doğuyu “düşman” olarak ilan etmemiştir. “Düşman” olarak ilan etmediği gibi “dost” olarak da görmemiştir. “Doğu ve Batıyla” ilişkilerini Konfederalizm temelinde Kürt halkının ve dört parçadaki dost halkların demokratik, sosyal, politik, ekonomik çıkarları belirlemektedir. Kürt halkı elini uzatanla dost, ona karşı Türk devletine destek verenle hasım olmuştur.  

Türk devletinin içindeki güçlerin “doğu mu, batı mı” sorunu temelindeki ayrışması açısından mesele nasıl ele alınabilir? Bu hassas bir konudur. Çünkü şu anda bu ayrışma netleşmemiştir. Kılıçdaroğlu’nun Batı yanlısı liberal-özgürlükçü açıklamasından sonra “suskunluğu” CHP’nin kararlı bir tutum almadığını göstermiştir. AKP’nin de Şanghay çizgisini Batı’dan kendi iktidarı ve Kürtlerle savaş için destek almak amacıyla “şantaj” mı yaptığı, yoksa “stratejik” bir kararla Batı’dan kopmaya mı yöneldiği de netlik kazanmamıştır. Altılı Masa’nın partileri “Batı mı, Doğu mu” meselesinde açık bir tutumdan ısrarla kaçınmaktadır. Bu partiler sistem içi muhalefeti oluşturmakta ve hepsi “devletin” nasıl bir yönelimde karar kılacağını beklemektedir.  

Bu partiler aynı zamanda egemen sınıfın partileridir. Ancak şu anda “beşli çete” ve benzeri kapitalist zümreyi AKP-MHP ittifakı temsil ederken, Türk ekonomisinde en büyük ağırlığa sahip Batı’yla entegre TÜSİAD üyesi kapitalistleri temsil eden bir “merkez” partisi de, bunlara hizmet eden bir “reformist” parti de ortaya çıkmamıştır. Bu zümre AB hedefini savunmakta ve Doğu’yla ekonomik ilişkilerden çıkar sağlasa da, Şanghay çizgisinin kendi sonu olacağını görmektedir.   

Kısaca sistem içi muhalefetin radikal biçimde Şanghay İşbirliği Teşkilatına üye olmaya karşı Avrupa Birliği’ne üye olmayı açıkça ilan edemeyişinin asıl sebebi, Kürt sorununda çözümü faşist rejime karşı savunamayışıdır. Avrupa Birliği, başka nedenlerin yanısıra ve esas olarak topraklarında Kürt halkıyla savaşan Türkiye gibi devasa bir ülkeyi AB üyesi yapmaz, yapamaz. Daha da önemlisi bu savaşı Suriye ve Irak topraklarına yayan bir ülkeyi AB üyesi yapmak hiç birinin işine gelmez. Bu yüzden ABD NATO’nun doğu sınırını Yunanistan’a doğru çekmeye başlamıştır. AB şöyle dursun, TC’nin NATO üyeliği bile tartışmalı hale gelmektedir. 

O nedenle AB üyeliğini savunacak olan partinin AB devletlerini Kürdistan’da süren savaşı sona erdirecek bir “çözüm programıyla” ikna etmesi şarttır. Batı böyle bir programı Kürt halkını “sevdiği” için değil, topraklarında nasıl sonuçlanacağını bilmediği bir savaş yaşayan ülkeyi içine katmayı çıkarlarına ters gördüğü için “AB üyeliğinin şartı” olarak görmektedir.  

Ama diğer yandan da AB üyesi olmadığı sürece Türk devletinin savaş siyasetine her bakımdan destek olmaktadır.  

Bu analiz sistem içi muhalefetle taktik işbirliğinin karmaşık bir sorun olduğunu gösterir. O nedenle bu partiler çizgilerini netleştirmeden, hangisinin taktik müttefik olduğunu dile getirmek mümkün değildir. 

Yapılacak iş, demokrasi güçlerinin baskısıyla, bu partileri netleşmeye zorlamaktır. 

HDP sistem partilerini temel konularda açık, net bir tutum almaya zorluyor. Her hangi bir partiyi ya da eğilimi desteklemek yerine, taktik ittifakını tamamen haklı şartlara bağlıyor. Kürt halkının ve dostlarının  Milletvekili seçiminde kendi partilerini desteklerken, Cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP’nin şartlarına kim yakınlaşırsa onu destekleyeceği anlaşılıyor. Bir başka ifadeyle HDP bu partilerle pazarlık yapmıyor, onların bulanık çizgilerini şeffaflaştırmalarını, açık ve dürüst konuşmalarını talep ediyor. 

Çünkü karşımızda “net, açık seçik, şeffaf” hiçbir şey yoktur. HDP bulanık suda balık avlanmayacağını biliyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.