Bir kavram olarak Lozan
Cafer TAR yazdı —
- Eğer İran’da, Irak’ta ve Suriye’de yaşayan Kürtleri mecburen konuşuyorsanız ve dünyanın geri kalanı onlarla artık doğrudan diplomatik ilişkiler kuruyorsa, bu koşullarda mecburen Lozan’ı da, 1924 Anayasası’nı da konuşmak zorunda kalırsınız.
Türkiye’de her çevreden insanda Lozan bir şehirden daha fazla bir anlam ifade eder. Muhakkak sizin de dikkatinizi çekmiştir. PKK, 12. Kongresi’nde sadece Kürtlerin değil, neredeyse bütün Ortadoğu halklarının bundan sonraki yaşamını etkileyecek çok önemli kararlar aldı. Fakat Ulusalcı/Kemalist çevreler sadece Lozan’a olan itirazı öne çıkararak daha şimdiden her iki halkın geleceğine yönelik husumet tohumları ekiyorlar.
Gelin şimdi bir kavram olarak Lozan’ın her iki halkta da nasıl bir çağırışım yaptığına biraz daha dikkatli bakalım. Çok objektif olduğuna inandığım bir gözlemime muhtemelen birçok insan da katılacaktır, Lozan denilince Kürtlerin önemli kısmının aklına esaret ve sonrasında başlayan sürgünler, katliamlar ve direnişler gelir.
Fakat aynı Lozan daha ilk okuldan itibaren Türklere bağımsızlığın ve özgürlüğün kazanıldığı Türk tarihinin en büyük diplomatik başarısı olarak anlatılır. Aslında daha buradan başlıyor ortak yaşamın zorluğu. Çünkü daha baştan itibaren gömlek yanlış düğmelenmiş oluyor.
Her fırsatta etle tırnak metaforu ile izah edilen Kürt/Türk ilişkilerinin aslında ne kadar sorunlu ve yeniden tanımlanmaya ihtiyacı olduğunu sadece özel olarak Lozan’ın her iki halkın duygu dünyasında ifade ettiği anlamı üzerinden bile kolaylıkla anlayabiliriz.
Gerçekten de neredeyse bin yıldır bir arada yaşayan iki halk son yüz yılda birbirlerine karşı muazzam yabancılaştırıldılar. Ve eğer bu gidişat hızla durdurulamazsa bırakın birlikte yaşamayı, bir süre sonra akan kan ve bunun neden olduğu öfke nedeniyle birbirlerinin yüzüne bile bakamayacak hale gelecekler…
Aslında Kürt Halk Önderi’nin yaptığı fesih çağrısı sonrası partisi PKK’nin 12 Mayıs’ta açıkladığı fesih kararı her iki halk arasında yüz yıldır baş aşağı giden ilişkileri yeniden tamir etmek anlamında önemli fırsatlar sunuyor ve her iki halk da bu fırsatı değerlendirmek için elinden geleni yapmak zorundadır.
Lozan’da başlayan inkâr 1924 Anayasası ile devam ettirilmiş ve her iki halkın ilişkileri geri dönüşsüz bir biçimde kötüleşmiştir. Uzunca bir dönem boyunca içlerindeki kimi problemlere rağmen dışarıya karşı birlikte davranan her iki halk bir süredir birbirlerine karşı dışarıdan yardım arayışına girmişlerdir…
Bunu ilk başlatan Türk devleti olmuştur. Türk diplomasisi gittiği her ülkede Kürt karşıtlığını en önemli mesaisi haline getirmiştir. Kimse bunun aksini iddia etmesin, bin dokuz yüz otuzlu yıllarda PKK mi vardı da Türkiye tamamen Kürt karşıtı Sadabat Paktı’nı imzalamak için yoğun bir çaba içerisine girdi…
Türkiye hükümetleri PKK’den çok önce de komşu ülkelerle sınır sorunlarını bahane edip Kürt özgürlüğünü boğmak için yoğun bir çaba içerisinde olmuştu. Yani aslında Kürtleri sözüm ona dış güçlerle iş birliği yapmakla suçlayanlar tam aksine Kürtlere karşı dış güçlerden destek almak için yıllardır yoğun bir arayış içerisine girdiler.
Ta ki Suriye iç savaşına kadar! Suriye iç savaşı Kürtlerin dünyanın geri kalanı ile ilişkilerini daha doğrudan hale getirdi. Eskiden aracılar üzerinden yürüyen ilişkiler artık doğrudan hale geldi ve siyasal bir karakter kazandı.
İşte bu gelişme Türkiye’yi bir anda çaresiz bıraktı, yüzyıllık inkâr siyasetinin artık bir karşılığı kalmamıştı. Perde yırtılmış ve gerçek bütün çıplaklığı ile gün yüzüne çıkmıştı.
Nasıl olacaktı ki! Suriye’yi konuşan dünya Kürtleri konuşmayacak mıydı? Veya Irak’ı, Kürtleri görmemezlikten gelerek nasıl konuşacak dünyanın geri kalanı? Şimdi bütün dünya yoğun olarak İran’ı konuşuyor, peki orada yaşayan Kürtleri ve onların sorunlarını konuşmadan İran’ı konuşmak mümkün mü?
Eğer İran’da, Irak’ta ve Suriye’de yaşayan Kürtleri mecburen konuşuyorsanız ve dünyanın geri kalanı onlarla artık doğrudan diplomatik ilişkiler kuruyorsa, bu koşullarda mecburen Lozan’ı da, 1924 Anayasası’nı da konuşmak zorunda kalırsınız.
Bu noktada komplekse kapılmaya gerek yoktur. Kimsenin Türkiye’yi bölmeye niyeti yok, Türkiye’de kerelerce Anayasa değişti ve Anayasa’nın değişmesini talep etmek suç da değil!
Sorun mevcut sınırlar içerisinde eşit, özgür ve barış içerisinde bir yaşamı inşa etmek; bunun için neyi konuşmak zorunlu hale gelmişse hiç gocunmadan onu konuşabilmek gerekiyor!