CHP halatı koparsın HDP’ninki zaten iplik

Veysi SARISÖZEN yazdı —

Muhalefet partileri bir tür “gözlem evi”… Eski tabirle “rasathane”. Lakin Merih’i dikizlemiyorlar. Bir “üstüvane” gibi semaya çıkmış, Türkiye’yi gözetlemekteler.

“Cık cık cık! Bu kadar da olmaz canım”… Teleskoplarında bir ev. Evin bahçesi. Kapıda polis. Vatandaşı yakasından tuttuğu gibi sokağa fırlatmakta. Basıyor sopayı. Bir evin kapısı. Kapıda çoluk çocuk, kadın, ihtiyar. Polisler. Almışlar ortalarına evin babasını “yer misin yemez misin?” Sanırsın düğün evi; bir polis ağır ve lakin geniş adımlarla yürümekte. Kolu havada. Elinde silah. Sıkıyor. Kime? Havaya. Neden? Bilinmiyor. Çünkü zavallı babayı kurtaracak bir kahraman yok. Yani polis şiddetine karşı takınılan tutum “hava civa”. Öyle olunca polis de haklı. “Madem bana direnmiyorsunuz, havaya bakıyorsunuz, ben de havanıza sıkarım” demeye getiriyor.

Muhalefet gördüklerinden çok üzgün. “Hukuk devletinde böyle şeyler olur mu yani, vah vah, cık cık, mış mış… Pes yani. Yani yani.

“Aaaa, o da ne?” Motosikletli kurye. “Abi ne vuruyorsun ya abi, abicim ne yaptım ya”… Polis yumruğu burnunun üstüne kondururken bağırıyor, “ben devletim lan, konuşma”… “Abicim şeyini yiyeyim, ben konuştum sen vurdun, neden vurdun canım abicim…” Polis “konuşmayacaksın, susacaksın” deyince, kurye susuyor, motosikletine binip, ufaktan toz oluyor.

Muhalefet bitkin. “Olacak şey değil yahu, vatandaşa sokağa çıkma yasağından sonra konuşmama yasağı mı geldi yoksam, tüh tüh, püf püf….Öf öf… Adalet, hürriyet, musavat, uhuvvet nerede kaldı iki gözüm, böyle demokrasi mi olur? İnsan hakları, hayvan hakları, kurye hakları, bahçede oturma, evin önüne çıkma hakları nerede kaldı birader?”

Muhalefetin kapısı ağlama duvarı. Sopayı yiyorsun, bir koşu muhalefetin kapısına. Başlıyorsun ağlamaya. Muhalefet başkanı kapının gözetleme deliğinden bakıyor. “Vah vah, hay Allah, sana kalkan eller kırılsın, seni bu hallere getiren Allah’tan bulsun…”

Zavallı ağlaya dursun, muhalefet saçını başını yolsun, polis garibanın gırtlağına muhalefet kapısının önünde sarılıyor. Mağdur ya da mağdureyi kaptığı gibi bir başka kapının ardına fırlatıyor: “Ulan Reis’e karşı kırk yıl önce tweet attın ha…” “Etme abi, o zaman tweet mwiit var mıydı, kurban olam, etme eyleme…” Muhalefet tanıklık ediyor; “vatandaş doğru söylüyor, kırk yıl önce tweet olmadığını güvenilir kaynaklardan öğrendik…” Daha bunu der demez, “güvenilir kaynaklar” kodesi boyluyor.

Neler oluyor? Acayip şeyler oluyor.

Muhalefet olan biteni milimi milimine gözlüyor, belgeliyor, dosyalıyor, dosyalarını TBMM’de açıklıyor. O açıklıyor, Erdoğan yeni yeni dosyaları dolduruyor.

İyi de kardeşim, bu işin sonu ne olacak? Vatandaş sopayı yiyecek, muhalefet sanki sopayı kendi yemiş gibi “hınk” diyecek. “Sopa atıcının hınk deyicisi” gibi bir şey yani.

Siyasetçi bana kızıyor. “Ne yani, faşizmin zulmüne itiraz etmeyelim mi? Vatandaşın hakkını aramayalım mı? Polis zorbalığını teşhirden vaz mı geçelim? Susalım mı?”

Daha ben cevap vermeden başlıyor bağırmaya: “Susma sustukça sıra sana gelecek?”

Ben de bağırıyorum: “İster sus, ister susma, sıra sana geldi bile…”

Der demez, Polis muhalif siyasiyi kaptığı gibi yaka paça götürmesin mi? Zavallı, ardına bakarak bana soruyor: “Söylesene ne yapalım?”

“Marx’ın 11.ci tezini oku” diye bağırıyorum. “Filozoflar dünyayı yorumladı, oysa esas olan onu değiştirmektir” diye izah ediyorum.

“Çalıştay yapıyoruz ya” diye bağırıyor, otoya karga tulumba tıkılırken; “Kurultay yapıyoruz, Ankara’dan İstanbul’a yürüyoruz, hatta tweet atıyoruz, basın toplantısı, grup toplantısı… Kanun tasarısı… Kürsü konuşması… Röportaj…Seçime katılıyoruz, Kazanıyoruz. Ama değişmiyor dinine yandığımın dünyası… Daha ne yapalım, sıkıysa gel sen yap” derken, polis kafasına bastırıp siyasiyi arabaya tıkıyor.

İşin kötüsü, siyasinin yapması gerekeni ben yapamam. Çünkü onun yapması gereken faşist rejimin hukuki, siyasi düzeniyle bağları koparmak. Ben parti lideri değilim, milletvekili değilim, “şahsım” olarak zaten faşizmle her türlü yasal, anayasal bağlarımı koparmışım. Siyesi ise “bağımlı”. Faşizmin TBMM iskelesine halatlarla rapt edilmiş. Gemiye “eleştirel istim” veriyor, lakin palamarlar gıcırdasa da gemi iskeleden denize açılamıyor. İskeledeki demokrasi yolcuları saatlerine bakmaktan bıkkın. “Bu gemi ne zaman hareket edecek?” diye soruyor. Kaptan “seçim günü, saat falancada” diye onları yatıştırıyor. Demokrasi yolcuları bu defa saatlerinin yerine “Saatli Maarif Takvimine” umutla bakıyor. Seçimler seçimleri takip ediyor. Gemi hala iskelede.

Oysa CHP halata bir balta vursa… TBMM iskelesinden yakasını kurtarsa… Muhalefet gemisi demokrasi ufkuna doğru açılacak…İskelede bekleşen, etrafı orduyla, polisle çevrili halk bir türlü açılmayan gemiden umudunu kesmişken, halat koptuğu anda çemberi yarıp, kendini denize atacak, gemiye can havliyle tırmanacak.

HDP’ye gelince, onun sorunu yok. İskeleye ibrişimle ilişmiş. Mesele CHP’nin “devletçi halatının” kopmasında…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.